Onun parçalanmış bedenini gördüğümde, kanıyla susuzluğumu giderdim ve öyle bir kahkaha attım ki, ağzımdan saçılan tükürükler tanrının yüzünü ıslattı…
Katil olarak doğdum. İlk yüzyıllarda, sokaklardaki huzursuzluklardan beslenerek bir ucube oldum. Sokakların kaderi, benim bıçağımın en güzel eseri oldu. Tüm ruhumu saran bu düşmanlık şimdilerde sizin hayallerinizi katlediyor. Ben sıradanlığın ve köle ahlakının tek katiliyim! Üstün bir vücuda âşık biricik sevdadır benimki… Aşk, hayatı tercih değildir; o sadece hayatın beğenilmemesini emreder, aşağılık hayatın ortadan kaldırılmasını umar. Bu aşkın en haklı ve en gerçek sezgisidir beklide ne dersiniz? Aşk, tanrısız bir naifliktir. Bu yazı, hiç kimse için bir metin… Ve herkes için bir ölümdür!
Gerçek, henüz işlenmemiş bir cinayettir.
Sezgilerin derinliğini arzuluyorum. Korkunun insana neler öğretebileceğini ve çekilen acının türküsünü… Her sürünün egemen bir içgüdüsü vardır bunu öğrendim. Ve tek çoban unutulmuş değerlerdir. Şarkılarda ve imparatorların kadim yüreklerinde sızlayan bir yaşam çığlığı gibi… Usul usul sokulan iblis gibi. O beklenendir, bedel ödemenin tek adresidir. İnsanın belini büken bir asalaktan kurtulmasıdır. İradeyi ele geçiren bir hastalıktan kurtulmak gibidir. Sürgünsüz bir adam ve özgür bir tanrı olmayı özlemektir.
Öyle bir çığlık ki ta damarlarıma kadar işliyor. Psikolojime iyi gelen halüsinasyon gibi hayatımı fahişe kılıyor. Bir gösteri sanki. Katlanılmaz olana âşık bir yalnız dervişin rüyası gibi aciz. Ben, en sefil olanınız, en aç olanınız, en hayvan olanınız, sadece hayallerde yaşayan bir cin olarak görünürüm size. İyileştirici etkim sizin içinizde nefes alıyor; hiç duymadınız mı? Bundandır en uslanmaz oluşum ve hepinize kıyma isteğim… Duyamazsınız çünkü size acıyorum ve sizi görüyorum, ben sizin en kadim ve en kuvvetli düşmanınızım.
Ben Siz’im…
Dünya çoğalan etkisiyle, bizi içine çeken tek sanrıdır ve yükselmenin değil alçalmanın felsefesini yapandır. Şeytanın doğurduğu tek şey olarak, büyülüdür. Arkasından geleni kendi içine gömmek için can atar. Heyecanlardan ve kesinlikten nemalanarak, kendisine tapınmayanları mahveder! Yuvarlaktır! Yarı yolda kalmış bir sürüngen gibi dili dışarıda soluk alır. O yalnız bir adamın son mastürbasyonu kadar haz dolu ve dönektir. Zevk denizleriyle dolu tek gerçektir!
Melodiler aklımın bir ürünü değil; duygularımın birbiriyle it dalaşına girmesidir hatta yaşamın ve nefes almanın tek aritmetiğidir. Doğanın tek habercisi ve ruhun en büyük felaketidir. Kendini düşünmenin soyutluğu gibidir ve kendine ne kadar yabancı kalabileceğinin göstergesidir. Melodiler… Acının sadece ruhu değil; kulakları da tırmalamasıdır. Erkek sayılmanın utanç sayıldığı tek kadınsal korku… Duygu savaşını içine alabilen tek sığınak… Uluyan tanrı gibi…
Fizyolojik yalnızlığın bedeni ıslah etmesi ya da fikirsel beraberliğin ruhu doyurması (aşk fenomeni)… belki de hayatın içini dolduran tek şeydi. Diğer bir deyişle ruhun rehabilitesi… (eski neşeli haline gelmesi)
Ruh çarpışması olayı: Bir çeşit zehirlenmenin göstergesi, iç çekişin, acının çoğalmasını beklemek. Bu durumda bir ölüden medet umarsın. Çaresizliğin en soğuk halini anımsatan bir ruh iklimine girersin. Benliği âşık bırakan tensel müptelalık her yanını sarar ki sonunda kölesindir. Ruhun sıkılganlığının bir yürek nasırına döndüğü an… İşte bu andır. Görevlerinden sıyrıldığın, çırılçıplak olduğun tek mevsim, tek acı, tek adam, tek kadınsı korku… Ruhunu çalan bir vampir, bir kan emici küçük kız…
Geceleri uyuyama hastalığı üzerine…
Uykusuzluğun sana kattığı şey: İnce düşünmenin insana verdiği vicdanla eş değerdir. Böyle gecelerde yalnızlık yüz katına çıkar ve sıradanlığını unutturur sana. Fırtınalı bir okyanustur artık yatağın ve büyük ihtimalle ölüsündür, taşlaşmış zekânla yaşlanmış bir uslanmaz âşık olarak aynaya bakarsın ve izlersin benliğinin en kötücül anılarını. Erkeğe doyamayan bir kadının koynunda gecenin bitmesini istersin. Boşluğa atılan kimsesiz çığlıklar kadar hürsünüdür. Uyuyamamak eski bir acı çekme yöntemidir, unutulan bir yemin gibi hep yanınızdadır.
Küfrün kutsallaştırılması. İnsanlık illet bir hastalıktır! İnsanlık… Tanrının çocukları ve aynı tanrının günah dolu yatağı…
Çıldırmanın tarihi üzerine: kendini aşağılama hastalığı… Yukarıda bahsettiğim küfrün kutsallaştırılması ile ilintili çalışır. Bunu kabullenmek yani kendini aşağılamayı bir rutin saymak… Tüm yükünü bir çırpıda bırakmak… Artık şuna inanmalıyız: kendimizi aşağıladıkça kendinize ulaşacağımızı bilin! Kendi kabuğunuzu ancak bu sayede değiştirebilirsiniz. Gücü böyle hissedebiliriz ancak.
Delilik. Ya da zihnin açılması olayı üzerine. Bulanıklığın yok edilmesi. Ruhun vizyona odaklanarak, kendini terk etmesi, hemen sonrasında nesneyi doğruca bulup, onu kalbinden yakalaması durumu. Üst bir benlik yakalama. Kirsiz ve yalansız bembeyaz şeyler dünyasına adım atmaktır. Safça ve kurnazca tekrardan hiçliğin o adsız mertebesine erişmektir.Deliliğe övgü yağdırıp, en nazlı ve en gelmemiş olan kadifemsi ölümün adıdır.
Kendine kıyma hakkına gelince… Hayatın içinde kalamama durumu çokça vuku bulur. Ama genelde ruhu katatonik hale sokar ve deliliğin başlangıcını teşkil eder. Yalnızlık katsayısının artmasıyla ortaya çıkar. Kendine kıyma, insanlığa kıymanın tam tersi olarak zayıflık diye adlandırılır, daha doğrusu yaftalanır. Aslında güçlü ve cesaretli olmayı gerektirir, hemen akabinde kişinin kendi kendine verdiği son sözdür. Bu hayat senin kadar büyük değil ve bu yüzden gebermelisin sözünü haykırmanın tek hareket noktasıdır.
Sonsuz delilik… Seni çağırıyorum! Aklımın en huzurlu köşesine… Kendime değer atfederek ölümümü senin ellerinden umuyorum.
Yazmak… Acının her harfte arttırılmasıdır. Dünyaya sataşmanın, kendini devindirmenin verdiği sarhoşluk gibidir. Dert hamallığını üstünden atacağını sanarak, melankolinin ruhunla sevişmesini izlemektir. Nadir bir eziyet ve en zevk verici ölümdür bizim için. Sevgilinin kokusu gibi bağımlılık yaratan bir şeydir yazmak. Ruhunuza sığamayan şeyleri dışarıya taşırma olayıdır. Bir peygamber gibi kâğıda kaleme âşık kalmaktır. Ölümcül bir hastalıktır ve aynı zamanda acı dolu.
Fedakârlık. Bir içgüdüsel refleks. Üstün ama yıkıcı ve yıpratıcı bir duygusal elektriklenme. Soylu olan ama hiçliğin kabul etmeyeceği kadar hassas bir mesele. Bedel ödemekle ilintili çalışan bir husus. Hayatı bazen bir hiç uğruna harcamayı göze almaktır. Tanrısal olana daha yakındır. Şizofreninin kristalize olmuş halidir. Bu aşamadan sonra artık insan kendisi için değil bir başkası için yaşar. Kendini kaybetmiş bir insandır o. Kendi içinde kıvranan bir tür hayvan gibidir.
İnançlara gelince…
Sonradan değer biçilen tüm değerlerde olduğu gibi onları sonradan boynumuza astılar ve bizim tüm benliğimizi yaftalayarak zehirlediler. Tanrı için ölmeyi kutsallaştırıp bizim bir papaz gibi yaşamamızı emrettiler. Bu insanın ölümüdür, yaşarken ölmeyi seçmesidir. Çelişkilerin en ateşli seviciliğidir, kanlıdır ve bizden uzak durmalıdır, uzak tutulmalıdır. Bu vasıfsızlık sıradan ruhlardan ziyade soylulara da karışmıştır, aristokrasinin en büyük belasıdır, bu yüzden artık soyluluk inancın esiridir ve efsunludur.
Kendi üzerine düşünmekten bıkmış bir hayvandır insan. Son zamanlarda kendisini o kadar kalabalık hale getirdi ki, ne zaman tek başına kalsa kendisi dışında her şey ona acı çektiriyor. Sanki en çoğul, amansız ve acımasız yalnızlığa tutulmuş gibi. Bu saatten sonra o artık muzdarip bir hastalık içinde debeleniyor.
İnsan bitmiştir; şimdiki yeni kaygımız onu nasıl yeniden yaratacağımızdır. Bu süreç epeyce sancılı, derin ve bir takım acıları da beraberinde getirecektir. Bu engelleri ve dayatılan yoz hayatın ancak güçlü olan biri veya güçlü olan ben aşabilir.
O da henüz doğmamış bir bebektir…
Can Murat Demir
çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş eline saglık