Süründü. Kuru bir ağacın ardına gizlendi. Beklemek için en güzel yer burasıydı. Hava çok nemliydi, güneş ise bulutların arasında kararsızdı. Gökyüzüne baktı, gözleri kamaştı. Her defasında bunu yapmak hoşuna gidiyordu. Bulutlar aldatıcıydı. Batmak üzere olan güneş, yerini kızıl bir orman örtüsüne bırakıyordu. Rose, böyle havaları severdi. Bir ara bir ses duyar gibi oldu. Avını bekleyen yırtıcı bir dişi edasıyla irkildi. Her zaman tetikte olmak zorundaydı. Korkmuyordu. Çünkü bu ilk kez olmuyordu. Daha öncede insan avlamıştı. Hem de düzinelercesini. Ama bu kez çok acıkmıştı. Tekerlek sesleri uzaktan duyulmaya başlamıştı ki Rose, akşam yemeği için sessiz bir çığlık attı. O kadar ki umarsızca akan salyaları, henüz karanlığa saplanmamış eğrelti otlarını ıslattı. Gözlerini büyük bir kavak ağacının gölgesine dikti. Evet gelen bir karavandı, bir aile karavanı…
Bu en az 3 günlük yemek demekti. Rose sinsice gülümsedi. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Hareket vakti gelmişti. Karavan, kuru meşe yapraklarını eze eze yaklaşıyordu. Tekerleklerin altında can veren haşarat Rose’a gereken işareti vermişti. Doğa, katliam için hazırdı. Vahşi hayatta kanunlar böyleydi. Karavan, yol ayrımında hız kesti, gün ışığı ormanı terk etmişti. Dolunay, gökyüzünde süzülen ağaç dallarından daha korkutucuydu. Rose ay ışığından faydalanacaktı. Cılız çalılıkların içine doğru süzüldü. Karavanla arasındaki mesafe çok azdı. Nefes alıp vermelerini hissedebiliyordu. Karavandakilerin dışarıya çıkmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Bunu sağlayacak düzeneği çoktan hazırlamıştı. Rose usta bir avcıydı. Orman yolunun tam ortasına kestiği çam ağacını devirmişti. Dışarı çıkmaları an meselesiydi.
Bedenini toprakla bütünleştirdi. Karavan durmuş, içindekiler ise bir şeyler konuşuyordu. Büyük bir gıcırdamayla kapı aralandı. Rose, ormana ürkek bakışlar fırlatan küçük çocuğu fark etti. Aynı anda kapı büyük bir hızla kapandı. Rose sevinmişti, anlaşılan o ki bu gerçekten bereketli bir av olacaktı. Taze et iştahını kabartmıştı. Bir ara şoför kabinindeki hareketlenme dikkatini çekti. Hazırdı. Şoför kapısı açıldı, yaşlı bir adamdı bu. Yaklaşık 150 kiloluk bir herif… Rose hiç tereddüt etmeden üstüne atladı. Adamın çığlıklarını kesmek için nefes borusuna tırnaklarını geçirdi. Kan aktıkça debelenen yaşlı adam acizdi. Bu profesyonel avcı karşısında sesini bile çıkartamamıştı. Yaşlı adam tamamdı. Kan akşını düzenli hale getirip diğer avına odaklandı. Yani ufaklığa… Rose, diğer kapıya, yani çocuğunkine yöneldi. Kapı aralığından içeriye hızlıca göz gezdirdi. Ufaklık yalnızdı. Ve ağlamak üzereydi. Rose şimdi daha rahattı çünkü ufaklık onun için kolay bir yemdi. Bu sırada yaşlı adamın cesediyle ilgilenmeliydi. Onu yaşadığı mağaraya kadar sürükledi. Çok ağırdı. Şimdi sıra küçük sevimli ufaklıktaydı. Rose ilk defa bu kadar garip hissetti. Onu öldürmeli miydi? İç sesine kulak vermemeliydi, öldürmekten başka çaresi var mıydı? Hayır! Yoktu! Çocuğu saf dışı etmesi zor olmadı. Yarı baygın bedenini sürükleyerek mağaraya getirdi. Soluk yüzünü dakikalarca izledi. Tanıdık geliyordu sanki…
Bu aşinalık duygusu onu rahatsız etti.
Her ikisini de yan yana yatırdı. Ateşi yaktı. Uyandığında babasının cansız bedenini görmesin istiyordu. Bir yandan bunları düşünüyordu bir yandan da etlerini bir an önce yemek için sabırsızlanıyordu. Gitgeller arasında kavrulan ruhu bocalıyordu. İçgüdüleri ve duyguları arasında mekik dokuyordu. Bu yüz kime aitti? Fotoğraflar… Onlara bakmalıydı. Ne zamandır saklıyordu onları. Eski fotoğraf kutusunu ortaya çıkardı, hızlıca resimleri taramaya başladı. Islak ve çamurlu fotoğrafların arasında bir küçük bebek ve bir küçük kız fotoğrafı dikkatini çekti. Bu bir kadınla iki çocuğun yer aldığı siyah beyaz bir fotoğraftı. Bu kadın… Annesi olabilir miydi? Ve bu bebek yerde yatan çocuğa çok benziyordu… Rose, yere yığıldı ve öylece kaldı. Bu acı hatıraları düşünmeyeli ne kadar olmuştu? 10 ya da 20 yıl…Belki de daha fazla… Bilinçaltı cehennem gibiydi. Uçuşan anılar ve küçük çocuk korkunç şekilde birbiriyle örtüşüyordu. Paniğe kapıldı. Onu tamamen ayılmadan öldürmeliydi. Fotoğrafları yırttı, ateşe attı. Anlık bir psikozla eski haline döndü ve işine koyuldu. Ama ters giden bir şey vardı. Öldüremiyordu. Küçük çocuğu öldüremezdi. Yapamazdı. Vazgeçti. Geçmişine ve bir insana ait zayıflıkla bu çocuğun hayatını alamadı. Yenilmişti. Bu haliyle ne bir vahşiydi ne de bir insan… O sadece terkedilen küçük bir kızdı…
Can Murat Demir