Ana SayfaSinemaGhost in the Shell: Transhümanizm Işığında Beden İmgeleri

Ghost in the Shell: Transhümanizm Işığında Beden İmgeleri

Mamoru Oshii’nin 1995 yapımı “Ghost in the Shell” filmi, hem bilim kurgu hem de felsefi derinlik açısından dikkat çekmektedir. Film, transhümanizm ve posthümanizm kavramlarını derinlemesine işlemekte ve beden imgeleri üzerinden kimlik, bilinç ve insan olmanın anlamını sorgulamaktadır.

Transhümanizm ve “Ghost in the Shell”

Transhümanizm, insanın biyolojik sınırlarını aşarak teknoloji ve bilimin yardımıyla fiziksel ve zihinsel yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan felsefi bir altyapıya denk gelmektedir. “Ghost in the Shell”de bu tema, başkarakter Major Motoko Kusanagi’nin varlığıyla kendini göstermektedir. Kusanagi, tamamen sibernetik bir bedene sahip olmasına rağmen, insan bilincini (ghostunu) korumaktadır. Kusanagi’nin sürekli olarak kim olduğunu ve insan olarak sayılıp sayılamayacağını sorgulaması, gördüğü varoluşsal rüya ve kaygılar transhümanizmin merkezinde yer alan “insan doğasının sınırlarını aşma” fikriyle de ilgilidir. Filmdeki diğer karakterler de benzer şekilde transhümanizmi temsil etmektedir. Filmde ayrıca karakterler, insan ve makine arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran bir role de sahiptir. Bu karanlık ve tekinsiz savrulmalar, insan bedeninin teknoloji aracılığıyla nasıl yeniden şekillendirilebileceğini ve geliştirilebileceğini göstermektedir. Özellikle “cyborg maneviyatının”[1] izlerini görebilmemiz açısından Ghost in the Shell tipik bir transhümanist vurgular içermektedir.

Posthümanizm ve “Ghost in the Shell”

Posthümanizm, insanın merkezde olmadığı bir dünya idealini benimsemekte kısaca insan-sonrası varoluş biçimlerini öncelemektedir. “Ghost in the Shell”de bu durum özellikle filmdeki dijital zihinler ve yapay zekâlar üzerinden ele alınmaktadır. Filmin ana antagonisti, kendisini “Puppet Master” olarak tanıtan ve tamamen yapay zekâ olan bir fenomen olarak konumlanmaktadır. Puppet Master, bilinç sahibi olduğunu iddia etmekte ve kendisini bir birey olarak tanımlamakta, böylece posthümanist düşüncenin temelini oluşturan insan merkezli olmayan varoluş biçimlerini temsil etmektedir. Film, insan olmanın ne anlama geldiğini ve teknolojinin bu anlamı nasıl değiştirebileceğini sorgularken, izleyiciye posthümanist bir perspektif sunmaktadır. Kusanagi’nin film sonunda Puppet Master ile çiftleşmesi,[2] yeni bir varoluş biçimi yaratmakta ve insan-sonrası kimliklerin nasıl oluşabileceğinin ihtimallerini göstermektedir.

Beden İmgelerinin Yansımaları

“Ghost in the Shell”, “beden imgeleri” ve bağlamında yer alan kimlik konusunu yoğun bir şekilde işlemektedir. Kusanagi’nin sibernetik bedeni, geleneksel beden anlayışının ötesine geçmekte ve izleyiciye bedenin kimlik üzerindeki etkisini sorgulatmaktadır[3]. Film boyunca Kusanagi’nin bedenine ve bu bedenin kimliğine dair duyduğu yabancılaşma, bedenin sadece fiziksel bir kabuk olmadığı, aynı zamanda kimliğin ve benliğin bir yuvası-göstergesi olduğu fikrini vurgulamaktadır. Filmin başında ve sonunda yer alan ünlü sahnelerde, Kusanagi’nin bedeni yeniden inşa edilmekte ve bu sahneler, bedenin değiştirilebilir ve yeniden şekillendirilebilir doğasını göstermektedir. Bu, aynı zamanda kimliğin de dinamik ve sürekli yeniden tanımlanan bir kavram olduğunu ima etmektedir.

Beden dünyayı algıladığımız hatta ona anlam verdiğimiz felsefi, sanatsal, edebi gayretlerimizin merkezidir zira Ponty bu konuda şöyle söyler: “İnsan bir vücut ve bir ruh değil, bir vücut ile bir ruhtur.” [4]

Mamoru Oshii’nin “Ghost in the Shell” filmi, transhümanizm ve posthümanizm kavramlarını derinlemesine işlerken, beden imgeleri üzerinden kimlik ve bilinç konularını sorgulamaktadır. Kusanagi’nin varoluşsal arayışı, insan olmanın anlamını ve teknolojinin bu anlamı nasıl dönüştürdüğünü keşfetmektedir. Film, izleyiciyi insan ve makine, beden ve zihin, kimlik ve varoluş arasındaki sınırları yeniden düşünmeye davet etmektedir. “Ghost in the Shell”, sadece bir bilim kurgu eseri olmanın ötesinde, felsefi katmanlarıyla modern çağın teknolojik ve etik meselelerine dair de önemli bir izah getirmektedir.

Can Murat Demir

[1] “Cyborg maneviyatı”, başkarakterin varoluşsal kaygı ve rüyalarında hissedilmektedir. Filmin özellikle açılış sekansındaki rüyalar buna en iyi örneği teşkil etmektedir.

[2] Bu çiftleşme bir bilgi ve zihin birleşmesi olarak okunmalıdır.

[3] Cyborg vücut estetiği güzellik alığımızla oynamakta, insan bedeninin aestetik yapısı gözler önüne serildiği görülmektedir.

[4] Ponty (2006), ”Algılanan Dünya”. Metis: İstanbul. Ponty bu eserinde bedenin dünyayı algılama ve anlamlandırma faaliyetlerindeki önemine vurgu yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak