Ruhun şifası ile başlanan bir yolculukta ancak ve ancak şiir yazılabilir. Çünkü tanrı katında en değerli vahiy felsefenin manzum deyişleridir.
Tanrısal bilginin kaynağı “acı”dır.
Acı olmadan ne bir ilerleyiş ne de ruhsal bir mülk edinilemez. Arayış içinde olan ruh varlığı hayal ettiği cennetine ancak acı sayesinde ulaşır. Bu vak’aya en sarsıcı örnek kovulan melekler mitidir. Yeryüzüne düşen ve tanrı katından savrulan bu varlıklar insanın hayalleri ve düş kırıklıklarıyla birebir benzerlik gösterir. Burada tasvir edilen hayal kırıklığı yasak meyveye karşılık gelir. Eylemin cezası ise dünya hayatıdır. İnsan bu dünyaya savrulmuş en acınası ölümlüdür. Sonsuzluğu arar ama gafil bedeni onu sürekli düşlere gark eder. Bu yüzden tanrı hayalperestleri değil, kendisine ulaşmak isteyen acı-perestleri sever. Cennet onlara müjdelenmiştir. Bknz: Felsefenin Neliği Üzerine
Tanrının felsefesi acıya bağlanmıştır evet. Bu felsefe, yaratılan tüm varlıkların madde alemindeki düşleriyle beslenen bir makinedir. Tanrı olmanın gereği kısaca bu denklemden geçer diyebiliriz. “O” kısaca toplam acının kümelenmesidir ve insan varlığı bu metafizikte sadece bir kenar süsüdür. Topraksız, mülksüz, tüm sıradanlığıyla insanoğlu Adem’den bu yana varlığın verdiği ağırlıkla yüzleşmektedir. Bu süreçte tanrı insana ruhundan üfleyerek aslında onu bir yerde cezalandırmıştır. Çünkü tanrısal zerrecik insan varlığına bir yüktür. İnsan basit fizyolojisiyle ancak ölüme gidebilir, ölümsüzlüğe değil.
İnsan ruhun sıradanlığını bu yüzden sever. Diplerde gezinerek tanrının ayak izlerini bulmayı hayal eder. Ama doğuştan kördür. Arayışı gözyaşına gebedir. Bknz: Felsefe Çanta ve Şeytan
Atıl bedeni saf güdülerini kaldıramaz. Meleklere özenir ama özü şeytandan farksızdır. Sorun insanın kendini tanımaması, kendinden uzaklaşmasıdır. Meleklerle uzlaşan tanrı, insanı yeryüzüne gölge olsun diye fırlatmıştır. Tanrı iyi bir dost değildir, hemen cevap vermez. O, beklemeyi ibadet sayar. Ruhun acınası hali işte burada kendini açığa vurur. Hiçbir şey gizemli değildir. Gizem acizliğin habercisidir. Tanrı da gizemi sevmez. İnsan gizemin tek yaratıcısıdır. Tanrı burada insana düşman gibidir.
Tanrısallık
Yücedir. Kendini açıkça südur ettirir. Tanrı, varlığını yeryüzüne armağan etmiştir. Tanrı felsefesi görünürlüğü sever. Bu yüzden insan ruhu biriciktir. Sadece saklanmayı seçmiştir.
Sonsuzluğun bekçisi ruhların kurtuluşu tanrıdan gelir ama insan sadece nefes almayı bilir. Kendi kendine düşman olan insan şimdilerde dünyalıdır. Ve her dünyalı ruhsal varlık ölüme layıktır. Ölüm kendine düşman olan insanın yaftasıdır. Varlık ise bu yolda sadece bir tehlikedir.
Ruhsallık, varlığın yüzdüğü derya gibidir. İnsan ne zamanki maddeden koparak gerçeğe bağlanırsa (işte o zaman perdeler kalkar) ve ilahi icaplara sarılır. Bu serüven felsefenin de yardımıyla evreni şekillendirir. Ruhsallık bir okul gibi eğitir, tekâmül ettirir ve olgunlaştırır. Evrim ne dünya ne de madde için zuhur etmektedir. Evrim sadece insan ruhuna has bir özelliktir. Geliştirilmelidir. Bknz: İlahi Düzen ve Ruhun Kurtuluşu
Gelelim görünmeyenlerin felsefesine
Hayaletler ve tasavvurlar her yerde salınırken, insan varlığı nasıl olurda bu âlemi görmezden gelir? Madde âlemi aslı itibariyle bir düşten ibaret olduğunu nasıl göremez? Bu soruların cevapları yine hayal kırıklığıdır. Çünkü insan bile bile hayatı onaylar ve gerisi ona göre sadece görünmeyendir.
Görünmeyen korkutucu, madde ise samimidir. Bu yanılsama felsefenin alanına girmelidir. Felsefe bu alana gizliden girmeli ve ona ciddiyetini ispatlayıp yepyeni bir form ortaya koymalıdır. Bu form ve değerler manzumesi ruhun kurtuluşunu getirecek, varoluştaki sefaleti sonlandırabilecek güçtedir.
Tanrı bekler
O, senin gözündeki kanın zerreciğinde gizlidir. Hayat bir kıvılcımdır. Saman alevi gibidir. Tanrı ise sürekli izler. Yaradan, emrindeki bilge ordusu ve vazifeli ruhlar tedirgindir. Maddenin saltanatını vahyeden kötülük ise varlığın tüm güzelliğini ört bas ederek savaş ilan eder. Kaosun diğerin adı bu yüzden felsefesizliktir.
Acının diyalektik mesajı şudur: İnsan varlığı günahla doludur ve mitseldir. O hiçbir zaman olmamıştır. Bu sebeple hayatın içinde yuvarlanan mutluluk sebepleri birer ilizyondur. Acının kaynağı bir iç çekişten hareketle canlanırken peygamberler bu iç çekişi ibadete entegre edip alçaltmıştır. “Mistik delilik” burada başlar. Peygamber mistik bir şizofrendir. Tedavisi henüz bulunamamış, hastalığın ilacı uhrevi yalanlara iliştirilmiştir. Anlama kabiliyetine vakıf her varlık bir peygambere, her peygamber de bir ulu tanrıya bağlanmıştır.
Bu durumda şunu sormak yerindedir: Acının kavramsal ziyafetine evet diyen ancak edimsel ve ruhsal manevralarına hayır diyen peygamberler neden ölmüştür? Cevap: Ölüm her şeye yetendir. O halde ölüm tanrıya göre değildir, sonsuzluğun da tek bir adresi vardır.
Söylenmemiş, telaffuzu imkânsız, dilin söyleyemediği, zihnin yorumlayamadığı bir şey ancak ve ancak felsefenin yardımıyla tanrılar katında mümkündür.
Melekler çoktan düşmüştür. İnsan tamahkarlığıyla evlenmiş ve bir sürü çocuk doğurmuşlardır. Bu çocuklardan biri ”ihtirastır.” İhtiras, modern dünyanın içine salınmış yabancı bir duygudur. Damardan enjeksiyonla ana rahmine binlercesi düşmüş ve en sonunda ucube bir melez doğmuştur:
ŞEYTAN. Şeytan düşen melekler arasında en sağlıklı ve içten olanını simgeler. Kötülükten azade insan varlığına en mukaddes yalanı söylemiştir: “BEN.”
Nicedir yurdunu arayan insan bu hengâmede özün içine atlar ve bir liman bulur kendine. Bu liman tüm oluşlardan tüm akıştan sorumludur. Kıyısında insanlığı yağmalar, açıklarında ise umudu. Liman bir uğrak yeri değildir, ruhun ezeli düşmanıdır. Sular yükseldikçe ufuktaki tanrısal müjde gözünü açar. İşte size varolmanın sancısı ve ortaya çıka eşsiz acı. Biz buna felsefenin tesellisi diyoruz.
Tanrısal olana yakın olun. O sizi koruyan bir kalkan gibi sürekli parıldamaktadır.
Mistik yalan üstüne
Hayaletlerin ettiği küfürleri duyabilir misiniz? Onlar ki kristalleşmiş acının sembolüdürler. Ve her yerdeler. Saplantılı bir dramanın temsilcisi gibi sürekli fısıldaşırlar. Sesleri uzak ama saftır. Bilginin asıl kaynağının göklerde olduğunu bilenlerdir.
Yalanın mistikler tarafından haklılaştırılmasına hayat diyoruz evet. Peki, insanın görünmeyenden korkmasına ne demeli? Tarihin bilinmeyen çağlarına dek uzanan mağaraların duvarlarına kazınan tek bir gerçek varken insan ruhu neden bu denli öksüzdür? Babası kimdir? Meryem’in yaratılışındaki öncelik neden zehirlidir?
Tek bir ölümcül yanıt vermeli ve susmalıyız.
Yüzünü toprağa dönen ruh varlığı artık eskisi kadar asil değildir. Asalet ise kadim tanrıların ellerinde birer oyuncaktır. Sonunda oyun biter ve tüm taşlar aynı torbaya konulur. Öyleyse bu inanç kimedir? Artık kapılar sürgülenmelidir. İnsan ne zaman ki ruhunu görünmeyenin tezahürüne bırakırsa işte o zaman kurtuluşun şekilsiz bedenine sahip olacaktır. VAROLUŞ ancak ve ancak bunu emreder. Varoluş sadece tanrıya âşık bir sevgilidir. Aşk ise hayatın alternatifi yoldaşımızdır.
Bırakın ışığı bulalım.
Bırakın el ele verelim hayaletlerle,
İşte o zaman cennetin kapıları aralanır,
İşte o zaman özgürlük, sonsuzluğun içinde avuçlarımıza düşer ve çoğalır.
Karanlık sanmayın ki kör edicidir. O ölüler diyarına açılan kapılarda bir rehberdir. Sadece kendisini bekleyenleri emzirir. Evet, ruh yeniden ateşlendi. Her bir atomu harekete geçirerek kendisine ait olana benzedi. SANCI, SANCI VE SANCI. Henüz doğmamış bir çocuğun adıdır İNSAN. Zamanın değmediği bir toprak parçasında sirayet eden bu ışık birliği şimdi kendine bir vatan buldu: Dünya toprağı.
Sevgili Eşime…
Can Murat Demir