En az bildiğimiz şeyler tanrılaşmaya en elverişli olanlardır. Onun içindir ki Yunanlıların, biz insanları tanrılaştırmalarına bir türlü akıl erdiremem. Ben kendi hesabıma yılana, köpeğe, öküze tapanları daha akla uygun görüyorum; çünkü onların huylarını daha az biliyoruz. Onlara hayalimizle istediğimiz gibi değer biçimler, görülmedik kudretler vermek daha fazla hakkımızdır. Bizim yaratılışımızın ne kadar eksikleri olduğunu biliyoruz; tanrıları bize benzer tasarlamak, onları bizim gibi arzuları, öfkeleri, kinleri, kanları, hazları, ölümleri, mezarları olan birer varlık olarak düşünmek insan düşüncesinin bir sarhoşluk zamanına rastlamış olsa gerektir.
Quae procul usque adeo divino ab numine distant.
Inque deum numero quae sint indigne videri (Lucretius)
Bütün bunlar tanrılıktan ne kadar uzak, tanrıların dünyasına ne kadar aykırı.
«Formae, aetates, vestitus ornatus noti sunt, genera, conjugia,
cognationes omniaque traducta ad similitudinem imböcillitatis
humanae: nam et per turbatis animis inducuntur; accipimus enim
deorum cupiditates, aegritudines, iracundias.» (Cicero)
Tanrıların yüzlerini, yaşlarını, elbiselerini, süslerini biliyoruz; Şecereleriyle, evlenmeleriyle, akrabalıklarıyla hep biz aciz insanlara benzetilmişlerdir: Onların ruhları da aynı yanlış yollara sapmaktadır, tanrıların da tutkularından, kederlerinden, hiddetlerinden söz edilmektedir.
İnanca, doğruluğa, namusa, özgürlüğe, barışa, zafere, dindarlığa, hatta hazza, sahteciliğe, ölüme, hırsa, ihtiyarlığa, sefalete, korkuya hastalığa, felakete, şu zavallı, cılız hayatımızın daha birçok belalarına birer tanrı işi diye bakmak aynı şeydir.
Quid juvat hoc, templis nostros inducere mores O curvae in terris
animae et caelestium inanes! (Persius)
Bizim ahlak ve törelerimizi, bizim toprağa bağlı, göklerden yoksun ruhlarımızı tapınaklara sokmaya ne gerek var?
Mısırlılar, tedbirliliği hayasızlığa götürüyor, Apis ve İzis’in vaktiyle birer insan olduklarını söyleyenlere ölüm cezası veriyorlardı; oysa böyle olduğunu herkes de biliyordu. Varro der ki, bu tanrılar heykel ve resimlerinde parmaklarını ağızlarına koymakla sanki rakiplerine: Sakın bizim aslında birer insan oldugumuzu kimseye söylemeyin, yoksa insanlar bizi artık saymazlar, demek istiyorlardı.
Mademki insanlar ille de tanrılarla akraba olmak istiyorlar, bari, Cicero’nun dediği gibi, kendi kusur ve sefaletlerini göklere çıkaracaklarına, tanrıların değerlerini yere indirip kendilerine mal etselerdi. Fakat aslına bakacak olursak, insanlar aynı sakat düşünce ile, hem o türlüsünü hem de bu türlüsünü yapagelmişlerdir.
Yunan filozoflarının, tanrıları inceden inceye bir sıraya korken, ilintilerini, görev ve yetkilerini büyük bir özenle ayırtederken ciddi olduklarına bir türlü inanamıyorum. Bana öyle geliyor ki Platon, Pluton’un bahçesini (cehennemini), gövdelerimizin çürüyüp toprak olduktan sonra göreceğimiz işkence veya rahatlıkları sayıp dökerken ve bunları hayattaki duygularımıza benzetirken,
Secreti celant calles, et myrtea circum
Sylva tegit, curae non ipsa in morte relinquunt (Virgilius)
Gizli yerler, defne ormanları onları saklar ve dertleri ölümde bile peşlerini bırakmaz ve Muhammet, Müslümanlara, halılar döşeli, altınlar, zümrütlerle süslü, en güzel kadınlarla, şaraplarla, acayip yemeklerle dolu bir cennet vadederken içlerinden gülüyorlardı ikisi de ve ağzımıza bir parça bal sürüp bizi dünyadaki isteklerimize uygun hayal ve umutlara düşürmek için mahsus bizim insani ve maddi tarafımıza sesleniyorlardı. Nitekim birçoklarımız bu gaflete düşerek mahşer gününden sonra tıpkı dünyadaki çeşitten zevkler ve rahatlıklarla dolu bir dünya hayatı süreceğimizi sanıp dururuz. İnanabilir miyiz ki Platon, bu kadar yüksek düşüncelere ulaşmış, «tanrısal» lakabını alacak kadar tanrılara yaklaşmış olan bir adam, insan gibi zavallı bir varlıkta aklın ulaşamadığı o esrarlı tanrı gücüne benzer bir taraf görsün, bu zayıf varlığımızın, cılız duygularımızın sonsuz bir hazza dayanacak kadar sağlam ve dayanıklı olduğunu sansın? Eğer Platon bu kanıda ise, biz de ona insan aklı adına şunu söyleriz: Bize öteki dünyada vereceğin zevkler burada duyduğumuz zevklerse, bunların sonsuzluğa benzer hiçbir yanları yok. Duyularımızın beşi de ağızlarına kadar hazla dolacak olsa, ruhumuzun arzulayacağı, umacağı bütün zevklere erse, bu da hiçtir. Bir şey ki benimdir, bendedir, onda tanrısal bir taraf yoktur. Dünyadaki durumumuza, hayatımıza bağlı şeylerin ötede bulunmaması gerekir. Ölümlü varlıklara özgü bütün zevkler ölümlüdür. Öteki dünyada akrabalarımızı, çocuklarımızı, dostlarımızı bulmak bizi sevindiriyorsa, hala böyle bir mutluluğa bağlı kalıyorsak, dünyadaki ölümlü hayatımız orada da devam ediyor demektir. Biz o yüksek ve tanrısal değerleri ne biçimde hayal edersek edelim, layık oldukları biçimde hayal edemeyiz: Onları gereğince düşünebilmek için, düşünülmez, anlatılmaz, anlaşılmaz ve bizim bayağı hayatımızın nimetlerine hiç benzemez kabul etmek gerekir.
Aziz Paulus der ki: «Allahın kullarına hazırladığı mutluluğu ne insan gözü görebilir, ne de insan yüreği duyabilir.» Eğer bu mutluluğu duyabilmemiz için (Platon, senin söylediğin gibi) bizi arıtmalardan geçirip yeni bir biçime sokacaklarsa, bu değişiklik o kadar büyük, o kadar kökten olacaktır ki, artık ortada bizden eser kalmayacaktır.
Hector erat tunc cum bello certabat; at ille,
Tractus ab Aemonio, num erat Hector, equo (Ovldius)
O dövüşen adam Hektor’du, fakat öteki,
O atların sürüklediği artık Hektor değildi.
Ahirette, vadedilen ödülleri alacak olan, bizden başka türlü bir varlık olacaktır.
Qoud mutatur, dissolvitur; interit ergo:
Trajiciuntur enim partes atque ordine migrant (Lucretius)
Değişmek, dağılmak; yokolmaktır
Parçalar oynar yerinden, bozulur düzenleri.
Pitagoras’ın metamorfozlar evreninde ruhların beden değiştirdiğine bir an inansak bile Caesar’ın ruhunu taşıyan aslanın aynı ihtirasları duyduğunu, bir Caesar olduğunu kabul edebilir miyiz? Eğer onda Caesar’lık kalıyorsa, Platon’un da tuttuğu bu düşünceye çatanlara hak vermek gerekir. Bunlar der ki, insan kalıp değiştirdikten sonra yine kendisi kalırsa, bir evladın, katır şekline girmiş olan annesinin sırtına binmesi gibi saçmalıklar olabilir. Hayvan bedenlerinin aynı türden başka bedenlere çevrilişlerinde son gelenlerin eskilerden farksız olduklarını kabul edebilir miyiz? «Phoenix»in (Yandıktan sonra küllerinden yeniden doğan efsanevi bir kuş: Anka.) küllerinden bir kurt peyda olur, sonra bu kurttan başka bir «phoenix» çıkarmış; bu ikinci «phoenix»in birincisinden başka olmadığı nasıl düşünülebilir? Şu bizim ipeği yapan kurtlar, bakarsınız, ölmüş, kupkuru olmuş gibidirler, sonra aynı bedenden bir kelebek peyda olur, ondan da tekrar bir kurt çıkıverir. Bu kurdun birinci kurt olduğunu kabul etmek gülünçtür. Bir kez yok olan şey artık yoktur.
Nec si materiam nostram collegerit aetas
Post abitum, rursumque redegerit, tu sita nunc est.
Atque iterum nobis fuerit data lumina vitae,
Pertineat quidquam tamen ad nos id quoque factum Interrupta semel cum sit repetentia nostra. (Lucretius)
Biz öldükten sonra zaman bütün maddemizi yeniden toplasa; ona bugünkü düzenini geri verse, yeniden hayat ışığına çağrılsak bütün bunların bizimle hiç ilgisi olmazdı, çünkü bellek ipliği bir kez kopmuş olurdu.
Platon, sen başka bir yerde diyorsun ki, öteki dünyada ödüllere kavuşacak olan, insanın yalnız ruh yanıdır. Bu da yine, pek olacağa benzemiyor.
Scilicet, avolsis radicibus, tu nequit ullam
Dispicere ipse oculus rem, seorsum corpore toto. (Lucretius)
Göz, kökleri kopup bedenden ayrılınca, kendi başına kalınca artık hiçbir şey göremez.
Çünkü, bu hesaba göre, ahiretin nimetlerine kavuşacak olan insan değildir, yani biz değiliz; çünkü ruh ve beden bizim esaslı iki parçamızdır; onların birbirinden ayrılması olan ölüm, varlığımızın yok olmasıdır.
Inter enim jacta est vitai pausa, vageque
Deerrarunt passim motus ad sensibus omnes. (Lucretius)
Hayatın sona erdiği yerde her şey amaçsız olarak ve duygulara dokunmadan yaşar.
İnsanı yaşatan organları kurtlar kemirirken, toprak hepsini parçalayıp yerken, insanın acı duyduğundan söz eden yok.
Et nihil hoc ad nos, qui conjugioque
Corporis atque animae consistimus uniter apti. (Lucretius)
Bütün bunların hiç ilişkisi yok bizimle,
Çünkü biz ruhla beden bir aradayken varız. (Kitap 2, bölüm 12)
Montaigne; Denemeler‘ den..