Ana SayfaSinemaSinemada Refleksif Düşüncenin İzdüşümleri

Sinemada Refleksif Düşüncenin İzdüşümleri

Heidegger “Düşünmek Ne Demektir?” adlı kitabında mealen şunları söyler: En yüce şükür düşünmektir, düşünmek bir şükürdür.[1] Düşünme sürecinin önemine atıf yapan bu tanımlama tipik bir Heidegger okuru için oldukça normal karşılanacaktır zira Heidegger 20.yy’ın düşünce tiranıdır. Fenomenolojinin kurucusu Hocası Edmund Husserl’den oldukça etkilenen Heidegger fundemantal ontolojinin kurucusu olmasından öte Fenomenoloji Ekolünün de güçlü temsilcilerindendir. Heidegger kitabın ilerleyen bölümlerinde ‘düşünmenin öğrenilmesi gerektiğini’ de ekler ve bu yeteneğin hak dilmesinden bahseder.[2] Peki neden önemlidir düşünmek? Neden düşünürüz?

Düşünmek daima bizimledir. Film izlerken, yürürken, konuşurken, yazarken her türlü eylem ve faaliyetlerimizde bizimle birlikte gelir. Hep bir şeyin üzerine düşünürüz. Orada bir şey vardır. Biz o şeyi düşünürüz. Şeysiz düşünme mümkün müdür, fenomenal yoksunlukta düşünmeye deva edebilir miyiz? Tabi ki hayır düşüncenin konusu bir şey olmak zorundadır, bu bazen bir film, bazen bir şiir, bazen düşünmenin bizatihi kendisi olabilir.

Düşünmek bir imkândır. Zira düşündüğümüzde çok daha farklı perspektifler ve çözüm önerileri geliştirebilir ve bu sayede bilincimizin nesnesine hükmedebiliriz. Bu olaya kabaca reflektif düşünme diyebiliriz. Reflektif düşünme, (kendi-kendisine) nesnesine yoğunlaşan ve tekrar tekrar onun üzerine kapanıp sürprizlerine kapılan, fenomenin türlü cihetleri hasebiyle çok yönlü soruşturulması anlamına gelmektedir. Refleksif düşünme, fenomenler dünyasının tüm zenginliğiyle aynadaki yansımasını tekrar tekrar izlemesidir. Bu şu demektir, her şey eksiktir, görüntü, yazılan… İşte bu sebeple düşünmek, eksik kalmışın bize hüzünlü bakışını, gönüllü olarak kendini ele verişini mümkün kılan bir süreçtir.

Sinemada Refleksif Düşünmek

Sinemanın kendisini yine sinema sanatıyla anlatıp düşündürmesi oldukça yaygın bir metottur. Bu bağlamda sinemanın nesnesi yine kendisidir diyebiliriz. Sinema, (edebi/felsefi) metinler vasıtasıyla kendisini besleyen ve geliştiren bir sanat faaliyetidir. Ancak bu metinler filme içkindir, izleyici bu hikâyeyi ya da metni yönetmenin dokunuşuyla izler. Ancak tüm bunların ötesinde sinemanın kendisiyle uğraştığı bir prodüksiyon dışında yönetmenin kamera arkası talimatları, senaryo yazım ve stüdyo süreçleri gibi sinema sanatının kendisiyle alakalı konuları da ele alıp işleyebilir. Sinemanın kendisini (yani doğasını ve işleyişini) ifşa edip sanatsal tarafını tüm çıplaklığıyla açımlaması olağanüstü bir durumdur. Kendi üzerine düşünmesi onun eleştirel bir kaygı taşıdığının da göstergesidir. Refleksif tavır aslında kendine dönüp bakmayla ve kendini ele vermeyle alakalıdır. Bu yönüyle sinema oldukça şeffaf ve eleştirel bir konumda kendini var etmektedir. Özellikle komedi unsuru barındıran kurmaca filmlere baktığımızda Hollywood yapım tekniklerine olağanüstü bir öykünme ile birlikte gelen olağanüstü dalga geçme eğilimi dikkati çekmektedir. Bu tarz filmler oldukça fazladır. En güzel örneklerinden biri olan Deadpoll (Tim Miller, 2016) jeneriğinden itibaren Hollywood’a göndermelerle dolu bir komedi filmidir. Süper kahraman filmleriyle dalga geçen film Dördüncü Duvar’ ı yıkan bir senaryoya sahiptir.[3] Kahraman film boyunca seyirciden onay alır gibi kendisini anlatmakta ve Hollywood sinema tarihine türlü göndermelerle seyirciyi yönlendirmektedir. Bu filmler oldukça fazladır, özellikle Hollywood yapımlarından ayrıksı olan yönetmenlerin ürünüdürler. Örneğin, Fellini’nin adlı filmi bunun tipik örneklerindendir.

Türk sinemasında ise Cem Yılmaz yapımları örnek verilebilir. A.R.O.G., (Cem Yılmaz & Ali Taner Baltacı, 2008) G.O.R.A. (Ömer Faruk Sorak, 2004) Pek Yakında, Yahşi Batı (Ömer Faruk Sorak, 2010) gibi filmler konu olarak sokaktaki karakterleri yansıtsa da gönderme yaptığı yerler genelde aynıdır: Yeşilçam ve Hollywood. Yılmaz filmlerinin parodileştirdiği tek şey yurdum insanı değil, sinema ve kültürün bizzat kendisidir. Örneğin G.O.R.A.’da, Matrix (The Wachowski Kardeşler), Star Wars (George Lucas, 1977) gibi bir çok yapıma göndermeler bulunur. Bunların ötesinde Yılmaz filmlerinde klasik Türk dönemine ait kültürel göstergeler de bulunmaktadır. Örneğin Yahşi Batı, Osmanlı devlet geleneği, örfü, şiiri, edebiyatı ve siyaseti hakkında birçok göstergeye ev sahipliği yapmaktadır. Buradan hareketle refleksif sinemanın metinlerarasılık yöntemine oldukça aşina olduğu görülmektedir.

Öz -düşünümsel sinema anlayışı kendini ele veren negatif yönlü bir sanat kaygısını temsil etse de sinema sanatının şeffaf bir işleyişe sahip olduğunun, yönetmenlerin gizemli bilgilere sahip doğaüstü yetenekleriyle film çekmediklerini gözler önüne sermesi açısından oldukça demokratik bir söylemi beraberinde getirmektedir. Sonuç olarak sinema, kendi kendisini eleştiren mağrur bir kültür işçisi/temsilcisidir ve bu gerekçelerle sinemaseverler için ölümsüzdür.

Can Murat Demir

[1] Heidegger, M. (2019), Düşünmek Ne Demektir. Çev. İ. Turan. Dergâh Yayınları, İstanbul.

[2] “Düşünmeyi öğrenmek belki de sadece dolap yapmaya benzer bir şeydir. El’in her yapıtı düşünmeye davettir. Dolayısıyla bilhassa icra edilmek istendiğinde düşünmenin kendisi insanın en kolay ve bu sebepten en zor el-zanaatıdır. Düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor, zira düşünme yetisi, hatta düşünme istidadı bizim düşünmeye muktedir olduğumuza teminat değildir” (a.g.e. s. 31).

[3] “Dördüncü Duvar” filmin seyirciyle bütünleşmesini sembolize eder. Kameraya bakan kahraman, gerçek dışı oyunculuklar, tuhaf kamera açıları, seyirciyle göz göze gelen karakterler seyirciyle kontak kurarak izledikleri şeyin bir yapıntı olduğu hissiyatını vermektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak