Ana SayfaÖyküSaatli Gecekondu Bir Gerçek Doğurdu: Acı, Babadan Oğula Geçer

Saatli Gecekondu Bir Gerçek Doğurdu: Acı, Babadan Oğula Geçer

Bizim oralarda ve zamanımızda (yani babamın babasının babası zamanında) babadan oğula geçermiş acı: kısa günün karı,  “kolay kazandım” diyebilirim, hiç bir emek harcamadan, babamdan kaldılar, yani miras diyorlar, aile yadigârı, ona da babasından, ona da babasının babasından… İşte böyle kandırıldım, isyan etmeden, üzerime düşen acıyı adam akıllı yaşayabilmem için aynı şeyi söyleyip duruyorlar: “sen artık kocaman adam oldun, acı çekecek yaşa çoktan geldin, korkma arkanda biz varız.” Ama arkamda kimse yok, bakınıyorum,  ne dayı, ne hala, ne amca, ne yenge, ne enişteler, ne kuzen, ne eş, ne baba, ne anne, ne kayınço, ne bacanak, ne yeğen, ne çocuk, ne ahbap, ne dost, ne de… Hepsinin canı cehenneme, hepsi yalan, çekemedikleri acıları bana yüklüyorlar,  yaptıkları bu, hepsi ustalaşmış, akraba ya da akbaba fark etmez, hepsi aynı, niye varlar, düşünüyorum bulamıyorum, onlar hayatımı mahvetmekle meşgul, mesaileri buymuş meğer, lanet akbabalar, uzaylı parazitler gibi kokumu takip ediyorlar. Onları hayatımda istemiyorum artık, hayatımı onların elinden kurtarma zamanı. Anılarım acı çekiyor iğrenç isteklerinde, hayatım gözyaşı döküyor, ruhum can çekişiyor, ne yapmalı (dermansız bir acı bu), gidemem, hayatımı didiklemeye başlar, ardımdan küfürle karışık beddua ederler. Ne olacak şimdi? Hayır dayanamıyorum, ama belki de iyi niyetlidirler, Hayır aptallaşma, yaşarken onlardan ne gibi yardımlar aldın, sen açken onlar tok gezmedi mi? Salak. Aptalsın sen hemen yumuşuyorsun, hani öcümüzü alacaktın, uyuşuk yaratık! Evet, haklısınız efendim, şimdi hatırladım; bunlar değil miydi benim canıma okuyan: şükür hafızan çalışmaya başladı, allahım sen nelere kadirsin, hayatımı bu leş yiyicilere mi bırakacağım? Yapamam. Tabi yapamazsın, gerçeklerle yüzleşme vaktin geldi küçük adam, arkana baktığında hayal kırıklığından başka bir şey yok, bunu sen de biliyorsun, o halde bu korku niye, tüm akrabalara ölüm! Yaşasın gerçek olanların yalnızlığı. Son cümle biraz ağır geldi, hazmedemedi bayıldı, kustu: kan ile karışık gözyaşı, biraz sancı, mide öz-sıvısı, asit, tanıdık akraba isimleri ve ünvanları, mürekkep,  buruşmuş rengini yitirmiş boş kağıtlar, biraz saman, daktilo tuşları (a ve z harfi yoktu sayıldı), bekleyişler, ümit etmeler, kırgınlıklar, hüzünler, yalanlar, yalnızlık-iksiri, safra, zencefil (hastalanınca çok içermiş), gereksiz bir takım banka hesap numaraları, tapu, imzalanmamış senetler, bir Türkçe sözlük, iki Kafka romanı (önsözleri kayıp okunmuyor), bir doktora tezi (profesör İhsan Gerçekli: türk ekonomisi üzerine bir giriş: gecekondu denilen hakikat), imza sirküleri, bir adet bitmeye yüz tutmuş kurşun kalem, parti bayrağı ve afişi (yalnızlık geçer ama gerçekler hep acıtır partisi olağan kongresine hoşgeldiniz), mermi çekirdeği (1. Gecekondu meydan muharebesi), iki adet boş resim çerçevesi (metal olduğu için mide öğütememiş), televizyon kumandası, birkaç kadın sutyeni (ilk sevişmeden unutulmuş), bolca esnaf küfrü, zemberek, Avrupa tipi üretim şemaları, birkaç prezervatif, şişe kapağı, huni, anason, telefon numaraları (yurt içi olduğu görülüyor), bir adet das kapital özeti (el yazısı belli olmayan birine ait, Salim olamaz, o yüksek tahsil yapmadı), listeyi uzatmak nafile, sizi rahatsız ettiğimiz için özür dileriz cümlesi yazılı bir eylem pankartı…

Esnaf olarak doğmuştu, eski bedestende saat tamircisi, dükkân bir rum’a ait, çok zengin, paradan bıkmış bir ecnebi, babam ise yoksul, doğduğu günden beri hasta, her gece ağrılar içinde: çocuklar kollarım çok ağrıyor, masaj yapana ödül, hemen atlardık, ben sağ kolunu kavrardım, kardeşim Salim ise sol, babamı bu şekilde her akşam paylaşırdık, onun acılarını paylaşmaya ta o zaman başlamıştık. Gecekonduda yaşayanlar bilirler: muhakkak her odada rutubetli nemli duvarlar olur; bizim duvarlarımızda ise siyah lekelerden fazla çalar saat vardı, babam sağ olsun, her odaya beş saat takardı, bu sayede zamanı hiç kaçırmazdık, dakik olmayı ve verilen bir sözü zamanında yerine getirmeyi babamın saatli gecekondusu öğretmişti, çalışmayan saatler haftanın belirli günleri toplanır teker teker sökülür, büyük baba nezaretinde tamir edilirdi, hepsi aynı an da çalışmaya başlardı, saatli gecekondu derlerdi, sevindik. Babamın hastalığını da bu saatler sayesinde öğrendik, teşhisi onlar koydular, hastalığın seyrini gün be gün saat saat dakika dakika izledik, eğer akrep tutukluk yaparsa felç ihtimali var, yelkovan akrepten yavaş hareket ediyorsa ölüm çok yakın demek.

Saatli gecekonduda (rum evlerinin bittiği acının tarihselleştiği yer) her gün bir öncekini aratırdı, babam hastaydı, gecekondu somurtmuş, evin reisinin ölüm haberini bekliyordu, beklenen an geldi, tüm köstekli saatler hep bir ağızdan uğuldamaya başladı, babamı uğurlamaya diğer gecekondular da katıldı, kortej büyüdü, aklımdaki tüm saatler durdu, meğer babamın kalbine bağlıymış hepsi, doktor söyledi: “hepsini çöpe atın, dayanamazsınız”, (duran saat mideyi bozar) dayanmalıydık, üstesinden gelmeliydik, onlar babamın kalbiydi, nasıl çöpe atardık? Babam öldüğünde tüm masa saatleri son bir kez daha zil çaldı, saat onikiyibeşgeçe, hayat, zembereği boşalmış bir saat gibi çabalıyordu, duvarlar aydınlandı, soğuk bir mart ayıydı, kar yoktu, yağmur vardı, babamın ruhu gecekonduyu terk etmiyordu, beyaz duvarlar gölgelenmeye, hüzünlü zemberekler sıra beklemeden kendilerini gecekondudan dışarıya fırlatmaya başladılar. Önce kanaryalı olan, sonra baykuşlu, sonra tavuklu, sonra tilkili, sonra ayılı, sonra tavşanlı… Son saat durduğunda annem ağlamaya başladı, saatleri geriye alın dedi, geriye alındı, yaz saati uygulaması babamın ruhuna huzur vermiştir hep, Salim ağlamadı, “mekanik canavarlar ustalarına veda ediyor” dedi usulca. Ağlamayın dendi, biz de ağlamadık: gözyaşı ölüye acı verir.

İnce kesimli, uzun boylu sayılırdı, kemikli bir yüz, seyrek bıyıklar, esmer ten, Karadeniz çocuğu diyebileceğimiz bir beden yapısı (Gürcü ve Moskof karışımı), 32 yaşında, yüzmeyi ve gülmeyi hatta güldürmeyi sever, gözlüksüz (saat tamircileri genelde gözlüklüdür), sevecen, vicdan sahibi, şakacı, ömrü boyunca kiracı, hayatı ıskalamış, asıl memleketi bilinmemekte (moskof diyarlarından geldiği söyleniyor), kitap okumaz, her şeyi kanaat önderlerinden öğrenir, manavı sevmez, kasaptan hoşlanmaz, karısına saygılı (bazı çapkınlıkları tespit edilse de), oğullarını deli gibi sever, anneye düşkün, babaya hürmetli, güneşlenmeyi ve kumsalı sever, yılbaşı gecekondu partilerinde bir kasa bira içer (limonlu sever yoksa midesi kabul etmez), öksürür, sigaraya “ikinci karım” der, dostlarını satmaz, fedakar bir oğul istemiş, olmuş, esnaflığı babadan, kurnazlığı annesinden almış.

Dükkan iki kişilik, rum mal sahibi malzemeden çalmış, tam tüccar,  müşteriye yer yok, gecekondunun tuvaleti bile buradan geniş, çırak ve usta aynı masada, masanın üstünde siyah amerikanbezi, (saatler çizilmemeli), türlü alet edevat, değişik ebatlarda fırçalar, tekgöz dürbünleri, çeşitli ebatlarda penseler, tornavidalar, karga burun, temizlik için biraz alkol (çırak içerken defalarca yakalanmış), tamir edilmeyi bekleyen saatler (hepsine etiket yapıştırılmış), tek tek sıra numaraları not edilmiş: 1-2-3-4-5-6 (unutkanlık esnaflığın düşmanı), tek rakamlar sahipsiz, çift rakamlar acil elden çıkartılacak, çok titiz, küçük bir cam vitrin, dışarıya bakan pahalı (zenginlere işi) saatler, hepsi satışa hazır: Ne kadar  kırmızı tavuklu olan: Size yirmi beş liraya bırakırım efendim, çok pahalıymış, dükkanda tuhaf bir koku, kadının parfümü olsa gerek (küçük burjuva izleri). Parası olan herkese okkalı bir küfürden sonra usta öğle yemeğine çıkıyor: “Burası sana emanet” (klasik esnaf hitabı, yerleşik hayata geçildiğinden beri değişmemiş), bunları öğrenmek gerek: ne de olsa esnaflık zor zanaat.

Komşu dükkân bir meyhane, selçuklu mimarisi hakim, usta hala kaçak, demleniyor olmalı (içinden geçenleri aktarıyoruz), çırak temkinli, ustasını müşteri saldırılarına karşı koruması gerek, çırağın varoluş amacı budur, tabi ki, ustasının açığını kapatmalı, onu türlü dış tehditlere karşı himayesine alır, usta da bunu bilir ve ona göre hareket eder. Bedesten, insan eli değmemiş vahşi bir ormana benzetilebilir, yazları uzun kurak, kışları yağışlı, bodur ağaçlar için biçilmiş kaftan, burada da eşkıyalar var, savaş var, kıyasıya bir hayat mücadelesi var. Haliyle orman kanunları geçerli, bizimki gibi bir anayasaları yok. Yazık. Demokrasiye henüz geçememişler, orman monarşisinde takılıp kalmışlar. Çok yazık. Demokrasi herkese lazım dedi Salim, sonra devam etti: Ben olsam maymunlara oy hakkı verirdim, insanlara değil! Onlar hak etmiyor: trajedi dedikleri şey bu olsa gerek. (maymunlar duymasın bizim demokrasimiz onlarınkinden daha eski)

Meyhaneci Osman, aileden zengin, bir dönme torunu (Rum göçmeni ailelerin çocuklarına böyle seslenilir), türkçesi iyi, ingilizcesi yok, biraz rumca biliyor, kısa boylu, kara tenli, bolca bıyık, tüm aile aynı güzergahta kalıyor, Osman dördüncüsü, en eğitimsiz olanı, ilkokulu terketmek istemiş ama yapamamış, buna rağmen yine de her şeyi bildiğini iddia ediyor, son olarak bir Anadolu külliyesinden kütüphane kartı çıkarmaya çalışırken görüldü, yakalandı, o gün bugündür sabıkalı,  ellisinden sonra tövbe etmiş ama nafile, çalışkan, cesur, bedesten de sevilen biri. Bu kadar.

İki parmağının arasında ufaladı gerçeği, ellerine bulaştırdı, işaret ve başparmağı bu işi iyi biliyorlardı, ustadan maharetli, buralarda biraz alkol olmalı, elleri yağlandı, nereye koydu bu meredi, ustası görmeden gerçekle olan hesabını bitirip temizlenmeli, gerçeğe bulaşan biri hep böyle yapar, “gerçekler acıdır” dükkan girişine bu yazıyı yazmasa mıydık?  Bilmem ne yapsak? Yanlış yaptık, ustaya defalarca söyledim, bizim gerçekle olan ilişkimiz diğerlerini ilgilendirir mi, hayır ilgilendirmez, sen yine de temkinli ol Mehmet, ne olur ne olmaz, ellerini iyice temizle, saatlerin haberi olmasın, usta son birasını kökledi: ohhhhh. Geliyor. Yavaş adımlarla çırağının ellerini temizlemesine şahit oluyor, aferin oğlum, gerçeği alkolle temizlersin, bunu unutma, saatlere bulaştırma sakın, onlar zamanı işlemekle görevli, herkesin bir görevi var toplumda, bunlara saygılı olmalıyız, iş bölümü önemli, etrafına bir bak, tembel gözlerle etrafına bakıyor Mehmet, alkolden olsa gerek biraz uykusu var, gözleri kapanmak üzere, bazı şeyleri duymuyor, sadece kafa sallıyor: ustası 3. biradan sonra kendisini peygamber sananlardan, sanki tüm esnaf onu dinliyormuş gibi tavır takınıyor, yüksek sesle berber Nazif’i işaret ediyor, elleriyle havada birtakım daireler çizip, tekelci Süreyya’nın kuşunu  uzaktan süzüyor, muhabbet kuşu, hiç susmuyor, usta sesini daha da yükseltiyor, Mehmet’in sessizliği sürüyor ne de olsa onun yerine konuşanlar var. Gerikalmış toplumlarda birileri başkalarının yerine geçerek konuşur, bu işgüzarlar (devrimciler olabilir ama açık vermiyor) kendilerini sorumlu hissederlermiş. Yazık dedi Mehmet, onların da işi zor, kaç para maaş veriyorlar acaba, muhabbet kuşu coştu: cik cik cik cik, kaç kez öttü saydın mı? Bu kuş maaş hesaplıyor, muhasebeci gagası var, kendince bize bilgi veriyor. Allahlık kuş: maaşlardan sanane!

Salim’in acıyla imtihanı, devrimcilerin zamanla sevişmesini konu ediniyor. Onunki akrostiş bir acı, neresinden bakarsanız bakın acı, acıyla büyümüş Salim’in bir diğer anlamı yine acının başka bir okunuşuna tekabül ediyor: Salim, acısını kâğıtlara bir türlü dökemiyor, beceriksiz. Beceriksizliği, acısını (yaşlı bir insanın teni gibi, 85 yaşında olabilir) daha da katmerleştirip derinleştiriyor. (Salim derinleri sevmiyor, boğulma hissi ölümü hatırlatıyor) Sık sık İlke ile görüşmesinin nedeni bu olsa gerek, onun acıyla olan münasebetini kıskanıyor, vurdumduymazlığına imreniyor. Son tespitlere göre acıya farklı anlamlar yükleyip, derinlere inme isteği eski bir inanış olmasına rağmen, bir türlü örgütlenemeyen devrimcilerin sık sık başvurduğu bir yöntem: acının örgütlenmesi önemli bir konu Salim, bunu not edelim lütfen, tamam usta, saatlerin akrebiyle oynamayı bırak, zaman da önemli bir husus, bilirsin, her devrimci zamanla akrabadır, ona yoldaş olamayan hiç kimsenin mücadelemizde yeri yok. İyi de zaman biricik düşmanımız değil miydi komutan, hayır tabi ki,  o biricik yoldaşımız, verimli kullanmalıyız: Ayrıca kavramlarda böyle, onlara da iyi davranmalıyız, kavramları yerli yerine oturtmayı başaramayanlar devrimci olamaz, memleketin haline bak, bozuk saat gibi bir ileri gidiyor, sonra birden geri kalıyor, bu hastalığın ilacı: kavramları iyi kullanmaktan geçiyor Mehmetçik. Bir misyoner titizliğiyle ördüğü saçlarını Salim’in kollarına sürtmeyi seviyor, İlke gizlenmiş bir fahişe gibi işvesini gizlemeyi ve onu gerektiği yerde kullanmasını çok iyi bilir. Salim saçlarına dokunmak isterken saatler dikkatini çekiyor, boş vitrinde saat kalmamış, yenilerini koymak lazım. Usta bir sigara yaktı, İlke konuşmaya girmek üzere, Salim geçmişini saatlere kuruyor:  “Zaman beni hiçbir zaman dinlemedi, kafasına göre yol tutturdu hep” (İlke ve komutan usta gülerler. haha). Salim askeri bilgisini konuşturuyor: Hayat bir tatbikat sahasıdır, gözyaşlarını tutamadı, özgür bıraktı, her fırsatta onları özgür bırakmayı adet edinmiş, tuhaf bir mahlukat bu Salim, bir gecekondu efsanesi daha, bir türlü unutamadın gitti lanet gecekonduları, ne buluyorsun oralarda bilmem! Neyse konumuza dönelim kavramlar diyorduk, evet, fikirlerinizi alalım gençler, genç beyinler, ne dersiniz haksız mıyım? Salim gözyaşlarını sildi, geçmişin sisli sokaklarından ayrıldı ve kendini topladı, İlke’yle küçük bir göz temasından sonra içinde tuttuğu öfkesine yenilen bir savaş kahramanı gibi sözlerine girizgah aradı, bulamadı (hep böyle kararsızdır) ama yine de birkaç kelam etmeli: bence “kavramlar iyi bilinmeli” cümlesi benim için önem arz etmiyor, herhangi bir bilimsel dayanağı da yok, neden derseniz bazı kavramlar her anlama gelebiliyor, bazıları da bizim işimize gelmiyor: “Kavram karmaşası”ndan bahsediyorum, kelime oyunları bana mantıklı gelmiyor, hayatı kavramlarla yaşamak çok sahte kokuyor kaldı ki bu haksızlık, her insana göre bir kavram haritası belirlemek saçma, bana göre insan, hayatını duygulara göre yaşamalı, kısaca toplumsal ahlaka göre yargılanmalı. Ahlak dediğimiz şey insan duygulanışının bir dışavurumundan ibarettir; bu da onun gerçekliğiyle ve içtenliğiyle alakalı değil midir? İnsan, kavramlarla kendine sadece süslü yalanlar söyler, kendisini gerçekleştirmek için kavramlara başvuran insan ancak hayata teslim olmayı öğrenir, hayatı kavramlardan okumak bana göre aptallıktır. İlke araya girmeye yeltendi, “peki” dedi, kavramlar olmadan felsefeyi, felsefe olmadan da hayatı nasıl idame ettirmeyi düşünüyorsunuz Salim? Salim düşündü, bu küçük burjuvanın felsefe derslerinden hep kaçmıştı, (tenefüslerde sinemaya gidiyordu) sustu, lafa girmemeyi, efendiliğini muhafaza etmeyi tercih etti. Komutan ustayı süzdü, onun aklı saatlerde, hep zamanla yarışıyor ama konuşmak onun da hakkı: usta ne zamana kadar susacak bilinmez, saatlerle sevişmeyi bırakmalı, pırıl pırıl parlatılmış vitrinden fırlayan kavramlar göz kamaştırıyor, hepsi satılığa çıkmış, kavramlar saatlerin içinden çıkmak için fırsat kolluyorlar. Komutan felsefe yapmaya karar verdi, ustadan bir şey çıkmayacağını anladı, söz hakkı istedi: güzel tanımlamalar ve saptamalar arasından kendinize biçtiğiniz değeri gördüm ve utandım, ben kavramların yerli yerinde olması gerektiğini düşünüyorum bu konuda Salim gibi karamsar değilim, İlke de bana göre fazla idealist, komutan herkesi azarlar gibi süzdü, bu bakışlar düşman sığınaklarını bombalayacak kadar güçlüydü, düşman daha fazla dayanamaz.

Gerçekler ve kavramlar birbirleri üzerinden geçirilen birer köprüdür evet sizin de dediğiniz gibi onlarsız yapamayız ama onlarla da hayatı yorumlamaya girişmek bence biraz kolaycılığa kaçmak gibi sanki kavramlar bazen dansöz gibi oynak olabiliyor, kaldı ki kavramların yaratıcısı kimdir onu bilmiyoruz, tanrı mı, insan mı doğa mı, bilemeyiz, bilemediğimiz ve kestiremediğimiz bir şeyi nasıl hayatımızın merkezine koyarız? Bence kavramlardan ziyade önce hayatı tanımlamak lazım, bu sayede bir çıkış yolu bulabilir, kavramlara da bu sayede hükmedebiliriz, haksız mıyım ahali? Sayın devrimci arkadaşlar kavramlara hükmetmeden bir ihtilal nasıl öngörülebilir söyleyin bana, nasıl bir hayatı bırakmayı düşünüyorsunuz nesillere? Kavramlara egemen olmak için, önce kendiniz sonra da hayatınız üzerinde söz sahibi olmalısınız. Söz sahibi olmak gerçeklerle yüzleşmeyi gerektirir İlke Hanım, siz sadece yüzeysel bir felsefeden bahsediyorsunuz, buna bazıları metafizik de diyor, yani felsefenin mantığı. Buna karşı çıkmalıyım kusura bakmayın! Usta uyukluyor daha da ileri giderek mırıldanıyor, dudaklarının arasından tükürükle ıslanmış bir cümle kaçıyor: Boşuna debelenmeyin, hayat ve kavramlar birlikte yürürken zaman mefhumunu rehber edinir, siz zaman kavramından hiç söz etmediniz, en büyük yanılgınız bu, horlamaya başladı, sızdı, ortaya çıkan sessizlik herkesi ruhundan ısırdı, utandırdı, mekandan kopartıp attı. Bir saat ustası felsefe yapmaya başlarsa kıyamet kopabilirdi, kopan sadece kıyamet değildi, dağılın beyler işimiz bitti! Dağıldılar, dükkan uzaklaştı, vitrin sönükleşti, İsa’nın çarmıha gerilişi tekrar yaşandı: Bilmek acıydı onu duyumsamak daha da acı… İsa’dan bu yana acının felsefesini yapan olmamıştı (saat ustası ona özenmiş olabilir).

Fotoğraflar teselli ediyor dedi Salim, onlar geçmişimle olan tek bağlantı, tek temiz bölge, arındırılmış tek şehir: gerçi onlar da teselli etmiyor bazen, ellerim, gözlerim, kollarım, her yanım acıyla sevişiyor, ağrıyorlar, kokuyorlar, felsefe de yardım etmiyor, yalnız insanlara göre değil sanırım. Kanım akıyor ve rengini düşünmekten tiksindiğim anılardan alıyor, farketttim ki kanın kızıl ya da kırmızı rengi insan acısından kaynak buluyor, bu yüzden tarih boyunca kırmızı renk,  hayatı ve canlılığı simgelemiş, antik yunan ve roma da da durum aynı. İnsan her şeye alışıyor ama acısına her daim yabancı kalabiliyor. Gerçekler bu arada boş durmuyor, her fırsatta yanınıza sokularak, sinsi bir dişi gibi gıdıklıyor ruhunuzu, endişelenmeyin, biliyorum, gerçekler acıtır derler, boşuna söylenmemiş, rüyalarda bile yakamı bırakmıyorlar. (haha) Gülerek kendini affettiremezsin, lütfen kendi payına düşen acıyı çek, ama onu göğüsleme kabul et gitsin, o seni bir insan yapmaya geldi. Biz kim miyiz? Haha. Biz senin biraz daha yaşamanı istiyoruz o kadar. Bu kutsal bir görev. Kusura bakma ama ölüm sana şimdilik uzak: renkler ve hayatı bu denli iyi etüt etmen seni iyi bir devrimci yapmaz, bıyık bırakman hiç yapmaz. Salim bıyıklarını kurcalıyor, düşünürken hep böyle yapar, bıyıkların sıklığından olsa gerek önce kılların senkron şekilde hareket etmesini izlemeli sonra da ağzından çıkacaklara odaklanmalısınız: Salim bıyıklarını sever, çok sever, onları her gün sayar, okşar, burnuna kadar çekiştirip koklar, bıyık erkeğin şanıdır diyenlerden, tam bir gecekondu adeti, Salim bıyıklı doğanlardan, 40 yıldır biriktiriyor bıyıklarını, para yerine bıyık biriktirirsen asla evlenemezsin diyenler bile var,  annesi bir keresinde bıyıklarını severken istemeyerek birkaç kıl kökünü yerinden oynatmış, yer yerinden oynamış, tüm mahalleli gülerek dalga geçmiş, eksilen kıl sayısı kadar annesiyle küs kalmıştı (bıyığın zamanla olan yoldaşlığı buradan geliyor).

Yukarıda bahsi geçen olayda, yerinden koparılmış kılların sayısı, küs kalmaya meyilli insanlarca (bıyıklara karşı çıkan anne düşmanları tarafından) abartılmıştır.

Sonrası malum.

Can Murat Demir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak