Post-modern anlayış ya da post-modern tarz, çok fazlaca tartışılan ve üzerinde mutabık olunamayan bir kavram ve bir süreç. Bu kayganlığı onun fazlaca yeni bir kavram olmasından ve sanata, mimariye hatta edebiyata farklı bir perspektif sunmasından da kaynaklanıyor. Bu açıdan bakıldığında tam olarak tanımlanması ve hakkında yorum yapılması çok zor bir üslup olarak karşımıza çıkıyor ama yine de konu hakkında birkaç ipucu vermek mümkün.
Teorik olarak çıkış zamanı 19 ve 20.yy ‘a rastlayan, mimari pratiğini ise daha çok Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında bulan Post-modern anlayış, aslı itibariyle bir tepkiyi, tazelenmeyi savunmakta ayrıca bunu diğer tavır ve üsluplardan epeyce farklı ve başarılı bir biçimde tüm şeylere yansıtmaktadır diyebiliriz. İlk olarak mimari de, kentsel dönüşüm politikalarında kendini gösteren post anlayış daha sonraları sanata, felsefeye ve edebiyata da sızmayı başarabilmiştir.
Eskinin çürümesi ile yeninin oluşumu ve yerleşmesi arasındaki zaman aralığı, bir geçiş dönemini oluşturur; bu dönem her zaman kaçınılmaz olarak belirsizliklerle, kafa karışıklıklarıyla, yanılgılarla, çılgın ve ateşli fanatizmlerle yüklü olacaktır. John CALHOUN
Jean Baudrillard, Jean-François Lyotard, Michel Foucault, Søren Kierkegaard, Martin Heidegger, Friedrich Nietzsche, Jürgen Habermas, Edmund Husserl, Ludwig Wittgenstein, Karl Marx gibi birçok yazardan kaynağını alan ve beslenen post anlayış, eklektik bir yapıyı içine sindirerek, aslında tüm teorik ve estetik kaygıları sarsmayı ve onları bir kolaj görüntüsünde bize sunmayı amaç edinmiştir.
Dengesizlik
Ve üst üste konulmuş, gelişigüzel sunulmuş bir sürü değer ve motif… Hiçbir şeye ait olamama ve âşık olamama çaresizliği… Belki de post anlayışın anahtar cümleleri bunlar ama tam olarak onu tasvir eden cümleyi bulabilmek oldukça güç; çünkü aidiyetsizlik onu sürekli bir kargaşaya ve kaosa sürüklüyor ve isimsiz bir hale sokuyor. Post anlayış, günümüz görselliğinden ve estetiğinden oldukça farklı bir kaygıyı bizlere sunuyor.
Her türlü mekânın yıkılışını işitiyorum, parçalanan camı ve çöken duvarları, zaman ise son bir kızgın alev. James Joyce
Derinliksizlik
Derinsizlik, post anlayışın en önemli niteliklerinden biridir. Metafizik kaidelerini es geçen bir derinsizlik anlayışı hâkimdir. Kapitalizmin eleştirisini bu sayede çok iyi becerir. Kapitalist hayat tarzının en görülmedik hicvini içine sindirerek, tüm aydınlanma-modernite projesini elinin tersiyle bir kenara iter. Çünkü Modernite, anlık olandır; geçip gidendir, olumsal olandır; sanatın yarısıdır; öteki yarısı ise sonsuz olan değişmeyendir.” (J.Baudelaire; Modern Hayatın Ressamı,1863) Bu derinsizliği arzular. Post anlayış, ne geçmişe ne de geleceğe ait tutunacak bir dal aramaz. Bu onun en baskın özelliğidir.
Post anlayış, 20.yy’ın üstüne çöken kapitalist vahşetin ve onun ideolojik ağırlığının yok sayılmaya başlandığı hatta mahvedilmeye çalışıldığı tek mecradır. Ahlakın, siyasi çıkarların, klasik estetiğin, sistemlerin, bağlantıların, imgelerin, işaretlerin köhnemişliğini reddeden Post anlayış, kendi kendisini aşan bir var oluş problemiyle aslında hiçliği simgeler. Post anlayış bir kopuşun bir belirsizliğin çığlığıdır tuvalde ve ressamın fırçasından akan boyanın özgürce tuvale kendisini bıraktığı bir kendinden geçiştir. Verdiği mesajın içinde bıkkınlık barındıran, olumsuzlayıcı bir taraf vardır. Post anlayış, her şeyi sarsıcı bir etkiyle sunar, hiçbir şey eski haliyle var olamaz, belirsizlik ve kaos isteği bu yüzden çok işine yarar. İşte bu bağlamda sanatın klasik kaygılarının dışında bir üslubu vardır ve tüm tutuculuğun art niyetinin mezar kazıcısıdır. Dünyayı sarsan korkuların üstüne gitme sanatı… Post modern anlayış, günümüz 21.yy dünyasının travma yaratan etkisini, simgelerin yeniden dizaynıyla, hayallerin sıra dışı tasviriyle ve eksiksiz bir izdüşümle edebiyata, mimariye, resme sızdırmayı başarabilmiştir.
Ait olmama kaygısı
Post anlayış, bağlantısızlığı onaylayan bir tavır sergiler bunu şu kavram çok iyi açıklamaktadır aslında: Zaman ve Mekân Sıkışması ya da zamansızlık ve mekânsızlık… Bunu parçalanmışlık ve çok parçacılı yapı izler. Post anlayış, tanımlanması zor, direnişsiz bir irade gibidir. Sistematik ve tahmin edilebilir olmaktan hoşlanmayan, kendisini aidiyet duygusundan koparmış bir insan ilişkileri ağını gözler önüne serer. Akılcılıktan, kapitalizmin kaderciliğinden uzak durmaya yeminli bir anlayıştır.
Anlıksızlık
Post-modenitenin temel koşullarından biri, kimsenin onu tarihsel-coğrafi bir durum olarak tartışmaması ya da tartışamamasıdır. Elbette, insanı bütünüyle sarmalayan bir şimdiki an durumunun eleştirel bir değerlendirmesini yapmak hiçbir zaman kolay değildir. (Post- modernliğin Durumu; David Harvey)
Bilinçli olmak, zaman içinde olmamaktır
Ama ancak zaman içinde hatırlanabilir
Gül bahçesindeki an, yağmurun çardağı dövdüğü an;
Geçmişle ve gelecekle iç içe
Ancak zaman aracılığıyla fethedilir zaman. T.S.Eliot
Bu şiirden de anlaşılacağı üzere Post-modern anlayışın en fazla sorun yaşadığı şeylerden biri de zaman kavramıdır. Çünkü zaman otomatik bir davranışın zeminini andırmaktadır. Zaman tarihsel bir kaygılar toplamını içermektedir. Belirli bir zamana ait olmama kaygısı onun mekânsızlığından da ileri gelmektedir. Çünkü Post-modern anlayışta zaman ve mekan birbiriyle bağlantısız olarak çalışır ve kesinlikle kestirilemez bir fenomen gibi algılanır. Buna zaman ve mekân sıkışması da denilebilir. Bu özellik itibariyle post anlayış, ontolojik olarak bir iddiasızlık içindedir, bu isteksizlik ve bıkkınlık onu var olmuş olan her şeyden soyutlar ve ayırır. “Post-modernizmde, değerlerin sürekliliğini, inançları, hatta inançsızlıkları ayakta tutma yolunda belirtik biçimde ortaya konmuş pek az çaba mevcuttur”. (Post-modernliğin Durumu; David Harvey) O farklı bir şeydir ve nesneleri, hayalleri sunuşu sıra dışıdır. Aranmayı istemeyen göz önünde duran şeyleri iç içe sokarak eritir ve bize bambaşka bir panorama da sunmayı arzular. İzleyici, okuyucu, zekice bir kurgunun ortasında bulur kendisini. Post anlayış, anlamsızlık gibi görünen ve bir estetik değer atfetmeyen bir yaratıcılıkla, doğanın yeniden harekete geçirilişidir.
Bilinçaltına Saldırı
Evet, Post-modern anlayış, bilinçaltını harekete geçirerek, telepati yoluyla insanı tanımı zor bir duyguya batırır ve çıkarır. Zorlar ama kesinlikle yormaz çünkü mesajı apaçıktır ve hemen karşınızda gözlerini size dikmiş bir halde bakıyordur. Bunu yaparken ne güce ne iktidara ne ideolojiye başvurur, o sadece vardır ve bunu bilinçaltınıza inerek yapar, bilinçsizdir ve bunu size sonuna kadar hissettirir. Varlığın en kaygısız ve en saf halini size eksiksiz bir biçimde yeniden verir ve bunu yaparken zihninizi yormamayı tercih eder. O sadece o anda vardır ve sadece bunu yaşatmak ister.
Gelip geçici, kaygan, anlık olana atfedilen yeni değer, dinamizmin kutsanmasının kendisi, kirletilmemiş, lekesiz ve istikrarlı bir şimdiki zamana duyulan özlemi ele verir. Jurgen Habermas
Gelip geçiciliğe razı bir kimliği göğsünde taşıyan post anlayış, hayattan kopuk bir kolaj görüntüsünde, tüm imgeleri klasik estetik kaygıdan uzak bir anlayışla bize kendini benimsetmeye çalışır. Çünkü onun özünde zaman, mekân, ideoloji yoktur; özünde sadece parçalanmışlığı ve bu parçalanmışlığın verdiği asiliği taşır. Buradan hareketle post anlayış için, algıların değişmesiyle, farklılaşmasıyla ve her şeyin amaçsızca birbirinin içine akmasıyla oluşur diyebiliriz.
Post anlayış kimilerine göre belki de spekülatif olanı sevmektedir. Ama bu özgünlüğüyle insanı büyülemeyi başaran bir duruşu hayata geçirmeyi başarabilmiştir. O hayata ait olmamakla övünen tek şeydir. Sadece kendisine ait olanı simgeler ve besler, bunun için post anlayış, kendine tapınma ve kendine ait olma içgüdüsünü harekete geçirir ve tetikler. Bu yüzden kokusuz, renksiz ve amaçsızdır o sadece var olmayı ister.
Sonuç
Post-modernizm denen şey, tanımlanmaktan hoşlanmayan, belirsiz bir kavrammış gibi görünse de aslında umurunda olan bir şey vardır; o da sadece kendisi… O sadece kendisine inanan ve sadece kendisini hayal eden ve bu hengâme de sadece kendisine âşık kalmayı başarabilen art niyetli bir cin gibidir. Post anlayış, ister edebiyatta ister mimaride olsun, kutsallığın yitirildiği tek isimsiz ülkedir, bu anlamda kayıtsızlığın sancısını değil, özgürlüğünü simgeler.
Can Murat Demir
kişiden kişiye değişen bir yorum olmuş, özgürlükler bayağı derin bir konu ve sadece sistemler üstünden tartışmak çok yavan bence..
Benin anlamadığım Lyotard, ‘Ya sosyalizm ya da barbarlık’ adlı dergi çıkaran bir sosyalist.
Marks da modernleşmeyi bilimin aklın bilgini aydınlanması olarak görür. Ve özgürlüğe önem verir. Özgürlüğü getiren tek sistem de sozyalizm dir.
Peki ne oldu da post modern ler bilime, akla ,yeniliğe ,değişime karşı çıkarlar ,korktukları nedir? Anlamıyorum