Doğruyu sadece ve sadece doğruyu diye başlayan cümlenizi yinelemekten ne kadar çok haz aldığımı anlayamazsınız, üzerinizdeki kıyafetlerle ve çatık kaşlarınızla büyüttüğünüz korkuya kanmayacağımı bilmelisiniz.
Öncelikle iyi halimi dikkate değer görmek zorunda olduğunuzu belirtmek istiyorum. Pişman değilim hayır! Nietzsche’nin Aynı An’ın Sonsuz Döngüsünü binlerce ya da daha fazla (bu sizin sonsuzluk anlayışınıza bağlı) yaşamaktan kaçınmayacağımı bilmenizi istiyorum.
Onların, yani acılar içinde kıvranırken ölümlerini seyrettiklerimin, her birini anlatmak istiyorum.
Buna izin verecek misiniz?
Teşekkürler, başlıyorum o halde.
İlk olarak eski model bir araç için yaptığım telefon görüşmesinde sıradan bir ev kadının çaresizlik içinde kalmış ağlamaklı sesine aldanarak bu satıcıya güven duymamak için herhangi bir nedenimin olmadığını düşündüm ve çıktım yola. Yanımda işin uzmanı iki arkadaşımla beraber verilen adrese gittik. Kadın gerçekten de öyleydi, kucağında bir bebekle geldi karşılamaya. Arabayı gösterdi; kocasının şehir dışında şoförlük yaptığını, aracı hiç kullanmadıklarını, tüm bakımlarının eksiksiz yapıldığını anlattı durdu. Bana abi diye hitap etti, evine çağırdı. Düzgün kimselere benzediğimi, ailece görüşebileceğimizi bile söyledi.
Fazla zamanınızı almamak için hızlı geçiyorum. Dilerseniz daha detaylı da anlatabilirim. Gerek yok mu? Tamam, böyle devam ediyorum.
Evet, kucağındaki bebekle ağlamaklı konuşan kadın toplamda üç erkeği çaresizlik içinde olduğuna ve paraya ihtiyaçları olduğuna inandırdı. Aracı gerçekten incelemeye bile alamadık. Utandık, kadını güvenilmez bir kimse durumuna düşürmek istemedik sanırım. Ertesi gün noterde buluşup devrini aldım aracın. Yaklaşık iki hafta sonra araçtaki kronik arızalar baş göstermeye başladı. İnanın ya da inanmayın artık bir önemi yok, bu araçla en az yetmiş kez yolda kaldım. Gittiğim her tamirci araba bitik, motor bitik, iskelet çürümüş dedi. Bu arada araca bakmaya giderken ısrarla gündüz müsait olmadığını söylemişti zavallı kadın. Akşam karanlığında aracın iskeletinde bulunan çürümeleri göremedik haliyle. Her neyse, güvenilir bir tamirhaneye gittim ve ustaya motorla ilgili sorunu çözmesi konusunda rica ettim. Masrafın en fazla ne kadar tutacağını da bildiren usta iki gün sonra aracı teslim alabileceğimi söylemişti. Ustanın, kibar ve anlayışlı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. İçim rahattı, iki gün sonra tamirhaneye gittiğimde ödeme için bana söylediği üst limitin iki katı fazlası bir sayıyla karşıladı beni. Nasıl olur diye çıkışacakken saymaya başladı usta; yörenin en namuslu ustası olduğunu, değiştirdiği parçaların şurada durduğunu vs vs. çaresizce inandım ve parasını ödedim. Eline sağlık dedim. Bir hafta sonra yeniden yolda kaldım, başka bir ustaya sonra bir başkasına gittim. Ustalar ağız birliği etmişçesine “motor bitik” dediler.
Şaşırdınız mı sayın heyet üyeleri? Şaşırmadınız değil mi? Motor tamir edilmemişti ama param buhar olmuştu. Usta ise güvenilir bir kimse olarak iman bütünlüğüyle yaşamaya devam ediyordu.
Sonra ne mi oldu, aracı aldığım fiyatın çok daha altına satarak başka bir araca müşteri olmak için arkadaşımla bir galeriye gittik. Görünüş olarak gayet iyi bir araca müşteri olduk. Araçta boya değişen olmadığı söylenmişti. Yanımdaki arkadaşıma hürmet ve sevgide sınır yoktu. Araçları takas yaptık ve yeni araçla eve döndük (noter kapandığı için resmi işleri sabah erken saatte bitirecektik). Akşam yaptığım ufak bir araştırmayla bu galeri çalışanlarının ve aynı zamanda tütüncülük yapan elemanının bizleri kandırdığını anlamamız çok da zor olmadı. Aracı almaktan vazgeçtiğimi bildirdim tütüncüye, iade etmek için yola çıktığımda artık yalnızdım. Arkadaşım benimle beraber gelmemişti. Çarşı içindeki bir tütüncü dükkânına girdik, toplamda dört kişi (benzer insanların ancak ve ancak Klasik Koşullanma Yöntemiyle eğitilebileceğinin de tutanaklara geçmesini istiyorum) beni ikna etmek için her yolu denediler. Satmak istedikleri araç ağır hasarlıydı. Bunu bile bile satmaya çalıştıkları için yüzleri kızarmamıştı. Gerekirse dayak yemeyi de göze alarak kabul etmedim. Pazarlık bozuldu ancak depoya doldurduğum benzin ve lpg parasını alamadım. Zararın neresinden dönersen diye başlayan atasözüne sığındım ve arkama bakmadan bitirdim bu işi. En azından tek parçaydım.
Bir hafta kadar sonra (henüz akıllanmamış olan) ben ve arkadaşım yeni bir galeriye doğru yola çıktık. Burası kesik parmağın galerisiydi. Araçları takas yapıp üste para ödeyecektik. Yanımdaki arkadaşı gördüklerinde kapıda karşıladılar bizi, beylik laflar ardı ardına döküldü leş ağızlarından. Nasıl inandığımıza halen şaşırıyor olsam da olan olmuştu bir kere. Araçları takas yaptık. Yeni arabam, iyi bir markanın eski bir modeliydi. İnanılmaz donanımlarla süslenmiş arabam tam bir hafta, yani yedi gün sonra, yolda bıraktı beni. Düşünebiliyor musunuz? Öyle bir sistem kuruyorlar ki bu kan emiciler; noter satışından bir hafta sonra dökülmeye başlıyor araç. Sorun değil dedim, bana yardımcı olan arkadaşımla sözüm ona iyi ustalar bulmaya ant içmişcesine sağa sola koşturduk durduk bir ay boyunca. Arabanın yapılmadık yeri kalmadı sanırım bu süre içerisinde. En sonunda başka bir usta yolda kalmalarımın esas nedenini bulmak üzere arabamın onda kalmasını önerdi. Çaresizce kabul ettim, depoyu da doldurup teslim ettim (usta öyle istemişti çünkü). Arabamla iki gün boyunca ne halt ettiğini bilmediğim saygıdeğer ustadan arabamı alırken; önemli bir şeyi yok, takma kafana, arada suyuna bak yeter dedi ve gitti. Takmadım kafama, suyuna bakıyorum, yağına bakıyorum, arada yolda kalıyorum; böyle geçiyordu günlerim. Ta ki motordan dumanların yükseldiği güne kadar; motor ve şanzıman yolun sonuna gelmişlerdi artık. Kesik parmağın galerisine gittim arkadaşımla; hallederiz, arabayı yarı fiyatına alırız, sana başkasını veririz gibi tekliflerle asıl niyetlerini bize bildirdiler. Artık ilk karşılamada olduğu gibi sıcak ve samimi değillerdi. Ağzımızdan çıkana dikkat etmezsek eğer (hırsız, düzenbaz vb) dayak yiyeceğimizi anlatır bir tonda konuşuyorlardı. Özünde şöyle diyorlardı; bu aracı satarak epey para kazandık, yarı fiyatına aracını ver, sana ikinci bir araba satalım ve seni iki kez kazıklayalım. Sonra da senden aldığımız bu arabayla başkasını dolandıralım. Aradan bir ay geçtiği için sorun onlarda değildi artık, sorun bendeydi; öyle söylüyorlardı.
Evet, onların Organize Suç Örgütü olduklarını öğrenmem için birkaç kez daha dolandırılmam gerekiyordu.
Bu aracın tamir sürecini ve bana yaşattıklarını önceki savunmamda detaylıca anlatmıştım. Gerek duyuyorsanız yine anlatırım.
Tamam, siz bilirsiniz, diğerine geçiyorum.
Tamir süreci oldukça zorlu geçen aracımı (kimseyi kandırmadan) sattım. Yine büyük zararlar ettim. Yeniden arabasız kalmıştım. Eski samimi dostum artık yemin etmişti benimle araba alma işine girmeyeceğine dair. Şimdi motor ustası bir arkadaşımla araba bakıyorduk. Bu kez kandırılma ihtimalimiz hiç yoktu çünkü bu yeni arkadaşım bir motor ustasıydı. Onun bu araba sana yarar, al bunu dediği aracı koşulsuz aldım. Araç dışarıdan bakıldığında yıpranmış gibi görünse de arkadaşımın motor/şanzıman on numara, değişen yok, araç orijinal, iki parça boyası var sadece, o kadar da olur demesiyle yüreğime su serpildi. Aracı aldım. Yaklaşık sekiz aylık bir zulüm bitmişti artık. Nihayet beni şehir içinde gezdirebilecek bir arabanın sahibi olmuştum. Şehirlerarası yolculuk fikrinin bana ne kadar uzak olduğunu anlatsam dahi anlayamazsınız pek saygıdeğer heyet!
Bir ay geçti yeni arabamı almamın üzerinden. Arabam teklemeye başladı. Sorunun şanzımanda olduğunu anladım. Kolay değil binlerce lira harcayarak kandırılmak; artık arızaların ne anlama geldiğini anlar olmuştum. Motor ustası arkadaşımı aradım, yanıtı hallederiz oldu. Birkaç bin liraya halletti sağ olsun. Sonra devam etti teklemeleri, yeni bir tamir süreciyle araç normale döndü. Artık yorulmuştum, kandırılmaktan ve harcadığım paraların yarattığı stresten. Aracı satıp bayiden sıfır bir araç almak istiyordum. İlana koydum ve ilk müşteri geldi, aracıma baktılar; aracımın komple boyalı olduğu ve üç parçasının da değiştiği ortaya çıktı. Şaşırdım, kabullenemedim. Motor ustası arkadaşımı aradım, yanıtı hallederiz oldu.
Eve döndüm, bunca zaman bir insanın taşıyamayacağı kadar ağır yükle nasıl yaşayabildiğime şaşırdım kaldım. Bünyem bu hakaretleri telafi etmenin bir yolunu bulmuştu; paranoya ve öfke nöbetleriyle geçiyordu günlerim. Bunalmıştım. Bir şeyler yapmam gerektiğine olan inancım giderek artıyordu.
Evimde beslediğim kedimin gece yarısı ben uyurken şah damarımı dişleyeceğinden endişe ediyordum. Ya da odamdaki küçük fanusta yaşayan renkli balıklarımın yanlışlıkla fanustan çıkıp seke seke ağzımdan içeri gireceğini ve beni boğacağı korkusuyla uykularım bölünüyordu. Balıkları ve kediyi uyumadan önce başka bir odaya kilitlemeye başladım önce. Arabamı oldukça makul bir fiyatla (bildiğim tüm hatalı yönlerini ilana ekleyerek) satmayı denedim. Zordu. Son bir yıldır bu aşağılık suç örgütünün (onların destekçileri sanayi eşrafını da unutmamak gerekli) eline düştüğümden beri ilk kez köşeye sıkışmış gibi hissediyordum. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını/olmayacağını anlamaya başlamıştım.
Binlerce liralık zararımın tek sorumlusu benim sağduyulu ve hümanist yaklaşımımdan kaynaklandığını biliyordum. Evrimsel sürecin henüz hümanizmayı kutsadığı çağa gelmediğini anlamak büyük bir şok etkisi yarattı bana. Onlar ilkeldi. Onların kutsal saydığı değerlere yeminler etmesi de başka türden bir ilkellikti. Akşam sabah, işyerlerine astıkları duaların gölgesinde yaşarken bile yalan söylemekten ya da bir insanı iliklerine kadar sömürmekten korkmuyorlardı. Deneyim sahibiydi her birisi; duvarlarında asılı duran duaların onlara bu dünyada zarar veremeyeceğini biliyorlardı. Bense büyük bir güvensizlik hissiyle bükülür olmuştum. Artık herhangi bir şeye ya da herhangi bir kimseye güvenemezdim.
Bir kurtuluş yolu bulmalıydım acıyla kıvranan ruhuma. Günler geceleri ya da tam tersi geceler günleri kovaladı durdu. Bir sabah uyandım ve kararımı verdim. Ortada bir suç örgütü vardı, suçunu kanıtlamakta zorlanacağınız türdün bir suç örgütü… Onların dilinde her şey kitabına uygun yapılmıştı. Ben de öyle yapacaktım, evrimsel sürecin hangi aşamada olduğunu anlamıştım artık. Ayrı ayrı dava açıp binlerce liramı bir kez daha harcamak istemiyordum. Üstelik suç örgütü mensupları bu konuda hazırlıklıydılar, onlar her gün benim gibi onlarcasını bu yöntemle eziyorlardı. Her an her şeye söyleyecek bir lafları vardı. Düzenbazdı onların ruhu. Kirli ve arınması mümkün olmayanlardandı.
Doğruyu, yalnızca doğruyu yapacağıma bir kez daha yemin ederek çıktım evimden. İlk iki gün, yukarıda anlattığım kimselerin ev ve işyerleri önünde tek tek gezindim. Bu güne kadar sayısız kimsenin canını yakmış olmalarına rağmen, sapasağlam ayaktaydılar hepsi de. Çünkü kanunlarımız henüz onların ahlaksız ruhlarını anlayacak ölçüde gelişmiş değildi.
Çocuklu kadından başladım, çocuğuna dair yeminler etti, yalvardı, ama nafile. Affetmeyecektim. Önce onu sonra kocasını öldürdüm. Çocukları için üzülmüyorum, onları devlet korumasında çok daha iyi bir geleceğin beklediğinden eminim. Rahatlamıştım, en başından yapmam gerekeni yapmış olmamın huzuruyla ıssız bir yere gidip üç tamirciyi arabamın bozulduğu gerekçesiyle yarım saat arayla çağırdım. Hiç zaman kaybetmeden buldular beni, onlardan da kurtuldum. Üçünün de pisliğe batmış ruhlarını özgür bıraktım. Kesik parmağı en sona bırakmıştım. Tütüncüyü gece geç saatlerde iş yerinde buldum, diğerlerinden farklı olarak onun dilini kestikten sonra tütünle boğdum onu. Yaklaşık yarım kilo tütünü -zor da olsa- ağzından içeri soktum. Yanında bulunan üç işbirlikçisini de acımadan öldürdüm. Sabahın erken saatlerinde kesik parmağı aradım; acil paraya ihtiyacım olduğunu söyleyip benden duymak istediğini düşündüğüm bir aracı tarif ettim. Arabamı çok ucuz bir fiyata satın alıp para ödeyecekti. Böylelikle birden fazla kez kâra geçecekti. Bu acil çağrıma hemen yanıt verdi ve koşarak geldi iş yerine. Bir kez daha ezecekti beni yalanlarıyla. Hazırlıklıydım. Tıpkı diğerlerine yaptığım gibi önce dilini kestim, daha fazla yalana tahammülüm kalmamıştı artık. Ağzından kanlar boşalırken boynuna ipi geçirdim, ayak uçları yere değecek kadar kaldırdım bedenini yukarıya. Bir filmde gördüğüm sahnenin ona çok yakışacağını düşünerek karnına güçlü bir bıçak darbesiyle vurdum. İç organları hızla boşalırken izledim onu. Sanırım pişman olmuştu (bana ve benim gibilere yaptıkları için) ama artık çok geçti. Biliyordum ki ölüm korkusuydu yaşadığı pişmanlığın sebebi. Aksi halde benim için üzülmeyecek kadar kötü bir kalp taşıyordu. Teslim olmak üzere ilgilileri aradıktan sonra kesik parmağın yanında çalışan iki kişi daha girdi işyerine, sahneyi beğenmemiş olacaklar ki panik yaptılar, bana saldırmaya cür’et edemediler ancak ben onların öylece çıkıp gitmelerine izin verecek değildim. Onlar da en az kesik parmak kadar suçluydular. Her ikisini de paramparça yapana kadar durmadım. Görevliler geldiğinde, yirmi dört saat bile geçmeden, on iki kişiyi öldürmüş biriydim artık.
Sonrasını biliyorsunuz zaten. Defalarca kez aldınız ifademi. Pişman değilim. Az bile yaptım. Elimden gelse daha fazlasını da yaparım.
Organize Suç Örgütü üyesi bu lağım ağızlı kimselerin birer birer aynı sonu yaşamalarını dilemekten başka söyleyeceğim bir şeyim yok!
Not: Bu kurgu öykü ile (sıkça yaşanan) böylesi bir problemi farklı bir dille anlatmak istedim. Bu işle geçimini sağlamakta olan dürüst kimseleri adı geçen örgütün dışında tutuyorum.
Varlık E.
Dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=2daNlvtS_bo&feature=youtu.be