Parlak bir ölümün eşiğindeyim. Her yanımı sarmış ölüler…
Yürüyorum mezarıma zoraki adımlarla. Aklımda sadece sen ve küllerle kaplı mezar taşım…
Gece yaratıklarının melodileri eşliğinde ağlamaktan vazgeçiyorum bir an. Anlıyorum ki zamanım gelmiş, anlıyorum ki bu hayat fazla artık bana. Yürüyorum… Yağmurdan çamurlaşmış toprak üstünde… Her yanımda sonsuzluğun hayaletleri fısıldaşıyor… Ama ne dediklerini anlayamıyorum. Sanki aklım çoktan ölmüş ve kulaklarım duymuyor. Tek duyduğum şey senin sesin, çığlıkların…
Kara sevgilime doğru yürüyorum… Yaklaşıyorum. Farkediyorum ki yalnızım. İblislerin ıslıklarını takip ederek arınma odama doğru yürümeye devam ediyorum. Farkediyorum ki yalnızım, farkediyorum ki ölmek istemiyorum. Ama korkmak faydasız. Ölüme yürümek zorundayım… Ölümüme… Mermerden yapılmış ağaçlar arasında… Ölüler ayakta bekleşiyor… Duasız ölüler refakat ediyor benliğime. Benimse, toprağın nemli kollarına sadece bir kaç adımım kaldı. Öleceğimi biliyorum, toprak emecek bütün ruhumu, hücrelerimi.. Göz çukurlarım kan havuzuna döndüğünde, solucanlar dans edecek iç organlarımla. Bunlar olacak biliyorum. Çünkü ölmeden ölümü tadan tek beden benimkisi..
Ben ölüme yürüyorum sadece… Kara gelinin gri koynuna giriyorum usulca. Sırf tanrı gülümsesin diye bunu yapmak zorundayım. Zihnimde kıymık gibi bir düşünce… Ölüm… Sana mı aşık olmalıyım?
Hayır sadece yürümeliyim!
Çünkü bu hayatta sadece yürüyerek ölünebileceğine inanan tek adamım!
Can Murat Demir
öyküyle tezat olsa da, aklımı çelmeyi başardı…