Yaşamın amacını anlayabilmek için, giriş – çıkış kapıları belirlenmiş zaman çizgisinde gerçek uyanışı tatmamız gerekmektedir. Her anın kendi içinde yükselişi, mertebeleri ve doğurganlıkları mevcuttur. Tüm bunların bilgisi dâhilinde doğru aklın yansımalarıyla hareket etmemiz, insan-ı kâmil dediğimiz noktaya ulaşmamızı sağlayacaktır.
Türlü şekillerde seçimsizlikler veya tercihler dile gelse de, hayat çizgisinden herhangi bir formun biçimsel duruşuyla geçişimizin sağlanacağı aşikârdır. Yaşam amacına dair bilgiler, durumlar içerisinde doğru ölçülerle her zaman varlıklarını korumaktadır. Kum tanesini bizden ayıran özellik, yalnızca öyle düşüyor olmamızdır! Türlü mertebelerden geçerken belki de, bir kum tanesinin bizden önce ulaştığı anlam kapıları için çabalıyoruzdur. Kulak verdiğimizde, verebildiğimizde, hayatımıza ve yaşam amacına dair bizden çok sözü olduğu sükûnetinde açıkça gizlenmiştir.
Uyanış, hayatın gerçek kimliğidir!
Sunulan yaşamın ölçülü, ayrıca beklentili oluşu farkındalıkları duraksız besler. Hayatın bizden tek beklentisi; onun ritmini hissederek ve hissettirerek yaşamımızı sürdürmemizdir.
Varlıklar âlemi içinde kendi görüntüsüne hayran başka ihtimaller sıralamak zordur. Bilinçten uzak olduğuna inandığımız, hayvan diye nitelendirdiğimiz varlıkların bilgi dağarcıkları dahası raflarında tuttukları ilkeler hayata dair oldukça net görüntüler sunmaktadır. Duygusal aktarımlar, gelişmiş içgüdüler, bunların sonucu olarak hayatın benzersiz çizgisini belirgin hale getiren usullere dönüşmektedir.
Hayat ilk andan itibaren tüm bilgileri ruhumuza kodlayarak sunmuştur. Ne yazık ki, durumlar ve şekiller geçişinde birçoğu fark edilemez hale gelmiştir. Hissedilmiş olsa bile, anlamlandıracak bilgi taşınmadığı için garipseme ve duygu akışını uzaklaştırma hali yaşanır olmuştur. Farklı olanı ötekileştirmek, uzak tutmak toplumun ciddi anlamda büyük bir davranış bozukluğudur. Özünde ise; birbirlerini anlamak için zaman ayırmayan insanların keskinleşen yıkıcı fikirleri yatmaktadır. Kişi, yaşamının bir bölümünde bu duruma kesinlikle maruz kalır ve öcünü başkalarından alarak zincirin halkalarını bozmamış olur.
Hayat akışında aydınlanmanın, durumlar ve olaylar ölçüsünde doğru hareket edebilmenin, idrak edilmesi gereken noktaları, noktaların belirlenmiş dozları vardır. Madde âleminde parlaklığını yitirmemiş bedenler, uyanış denizine henüz yansımamışlardır. Uyanış denizine adım atabilmek için; kişi kibrinden, egosundan, nefsinden uzaklaşmalı dahası önemsiz olduğuna inanarak ‘hiçlik’ bilincine doğru yürümelidir. Hiçlik mertebesine yaklaşıldıkça gerçek ışığın huzurunda uyanışımız da belirecektir. Bu uyanış, hayatın gerçek kimliğidir. Işığın önünde beliren benlikler, hayatın hassasiyetlerini taşıyarak diğer benliklere bunu doğru bir şekilde aktarırlar. Bu aktarım karşılaşılan her durumda kendisini muhafaza eder ve artarak yineler.
Ölümün geçiş noktası BÜTÜNLEŞMEDİR
Benlik uyanışı sırasında yaşanılan aydınlanmayı, mana âleminde yaşamın amacını hissederek bütünler. Asıl bütünleşme ölüm eşiği geçildikten sonra olacaktır.
Gerçekte “yok” olduğuna inanan insanoğlu, süregelen yaşantısında bilinç mertebesine ulaşır. Bilinç mertebesi her mananın özünü oluşturmaktadır. Diğer mertebelerin anlaşılabilmesi için var olması gerekmektedir. Yaşarken ölmeyi başarabilenler, sonsuzluk âlemine açılan kapıda ölümü gerçekten hak etmiş olurlar.
Ölmeden önce, hayatımızın tüm akışında ölümü hak etmenin bilincinde olarak yaşamalıyız. Ölmenin bile mertebesi varken, yaşamımıza hak ettiği değeri ve özeni sonuna kadar istisnasız bir şekilde göstermemiz gerektiğini unutmamalıyız.
Bir öğreticinin dediği gibi; “görüntünün özü ışıktır.”
Gerçek mana da görünebilmek için, ışığa teslim olmak gerekmektedir. Ölümün geçiş noktası kavuşma anı değil, başlı başına bütünleşmedir.
Serdar Bayraktar