Kapatmalısın gözlerini ve karanlığın perdesi olmalı gördüğün. Karanlığı görebilmelisin ey çocuk! Önce Karanlığı keşfetmeli, onunla görebilmelisin gerçeği, kendi gerçeğini…
Yarın kadar büyüdün, yarınlar için anlamalısın. Evren, tüm varlıklarıyla sıraya girer yenilenmek, tazelenmek için… Basmaktan korktuğun karıncalar, koparamadığın çiçekler, bakışlarına sığamadığın hayvan suretinde bedenler…
Önce gün uyur, sonra gece… Biz çaresiz katılırız bu dansa, içimizdedir bütünlüğü. Nefeslerimiz nasıl karıştırmıyorsa sırasını, göz açıp kapamak beklenen zaman dışında bedensel bir hareketin kendi düzeniyse, birlikte anlamalıyız bu döngüyü…
Çaresi olamayacak fikirlere sesler ararken yoruluyoruz. Seninle öğreniriz, seninle anlarız… Gülüşündeki berraklıkla biriktirdiğin yaşam sevincini böleriz; aydınlığa, geceye, günlere… Ve birlikte sorarız “neden gece oldu” diye. Fark etmeye başlamışsan gecenin gelişini, geceyle etrafımızda beliren renksizliğin duygularını, aydınlığa yakınsın aslında. Yürüdükçe aydınlığa, daha çok merak edeceksin gecenin neden geldiğini. Yorulmadan sormalıyız bu soruyu, yorulmadan beklemeliyiz gelişini. Çünkü o yorulmadan gelecek, her gün yeniden…
Adına gece denilen bu karanlık neyin parçası? Her gelişi neyin sesleri, nedir anlatmaya çalıştığı, hatırlatmak istediği ne? O soğuk buğuyu ayırabilsek gecenin içinden, yüzleşeceklerimiz görülmüş müdür daha önce? Var olmuş ya da olmaya çalışan her şey bir isimle anılmak zorunda mı? Gece dediğimiz, öyle söylenildiği için inandığımız bu yayılım daha aydınlık isimlerin sahibiyse, bilmeden aynı isimle sesleniyor oluşumuz haksızlık değil midir?
Karanlığın içine çekilen gizlenme hayali sığınabileceğimizden öte bir yerlere saklansa da, onu perdeleyen ışık sarmalları uzun kollarını hep daha sonraya taşır. Karanlığın gücü, ışıkların netleşmesine, belirginleşmesine sebeptir. Karanlık yalnızca kendisi için var olsaydı, ışıkların hakimiyetiyle ilgilenmezdi. Karanlığın ürpertici gücü ışıklara ilham verir. Böylesine bir ilhamın yayılımında, ışıltılar ve renkler net dahası bir o kadar güçlü olmak zorundadır.
Gecenin gelişi karanlığın seslerindendir. Işığın, ışıkların ardına varabildiğimizde göreceksin ki karanlığın kendisi karşılayacak bizi. Anlamını ve anlamsızlığını tek yüzde taşıdığını göreceksin. İfadesi bu kadar açıkken, ışıktan geçen yollarla karanlığın fikrinin anlaşıldığını göreceksin.
Aldığımız her nefeste hayatın merkezi bizleriz. Merkezin, merkeziyse bizim dışımızda kalan her şeydir. Her şeyi kendi ifadesiyle anlayabilmek, bilincin doğru noktaya ulaşma safhasıdır. Bu noktaya ulaşan bilincin yaşam döngüsünde alıp-verdiği her şey gerçek bilgilerin özenle dokunmasıdır.
Gece olmadı aslında, gün hiç bir zaman aydınlıkla buluşmadı. Ne çocuktuk ne de gerçekten büyüdük… Ne gördük ne de gerçekten göründük. Anlamak için anlatmaya, anlatmak için seslenmeye, seslenmek için duymaya ihtiyaç vardı. İlk önce duymak lazımdı… Gecenin sesleri duyulmadan, doğru bir şekilde varlığını anlatmak olanaksızdı. Ve insanoğlu önce kendi seslerine yenildi. Doğru şekilde aktaramayıp, elde olanları da yok etti. Kendisinden kaçarak yaşamayı öğrendi. Öğrendiği şeyi bilinçsiz bir inanışla yapmaya devam etti. Yaşam dansında kendini anlamamış ya da bulamamış varlıklar olarak gecenin neden geldiği ve gittiği fikrini anlamlandırmak yorar bizi.
Ey çocuk! Birlikte beklemeliyiz gelecek olan geceyi. Daha önce uğurladıklarımızın yerlerini, yurtlarını bilmeliyiz. Dünleri bilmeden yarını kucaklayamayız.
Ne yana dönsek gözlerimiz karanlığın seslerinde geceye boğuluyorsa, her şey yeniden başlıyor demektir. Ve gece karanlığın yoludur aslında, ışığa ulaşmak için çıkılan yolculukta…
Serdar Bayraktar