Ana SayfaKitap"Mantıksal Atomculuk Felsefesi" Russell'ın Gerçekçiliği

“Mantıksal Atomculuk Felsefesi” Russell’ın Gerçekçiliği

Mantıksal Atomculuk, 20.yy’da ortaya çıkmış modern mantık ve dil felsefesinin önemli bir uzantısıdır. Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein gibi filozoflar tarafından geliştirilen bu felsefi yaklaşım, mantık ve dilin temel yapılarını atomik (bölünemez-yalın) parçalara indirgemeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla “Mantıksal Atomculuk” okulunun felsefenin analitik şubesine büyük katkı sağlamış olduğu ve dilin mantıksal (gerçeklik) yapısını anlamak için derinlemesine bir inceleme içinde olduğu fark edilecektir.

Mantıksal Atomculuk, dil atomculuğu anlayışından beslenen bilimsel bir yapı olduğu iddiasındadır. Bu anlayışa göre, dildeki her ifade, daha basit ve anlam açısından daha temel parçalara bölünebilir. Bu temel parçalar, mantıksal atomlar olarak adlandırılır ve en küçük birimler olarak kabul edilir. Bu atomlar, düşünce ve dilin yapı taşlarıdır ve anlamı açıklamak için ayrı ayrı analiz edilebilirler. Bu cümleler Bertrand Russell’ın felsefi tavrının altını çizmektedir. Mantıksal Atomculuk’un girizgâhından sonra Russell’ın üstlendiği misyonu şöyle özetleyebiliriz: Russell selefi Husserl[1] gibi yalın [dolayımsız]ın peşindeydi. Bahsi geçen “yalınlık” arayışı Antik Yunan’daki arketipçi[2] okuldan çok farklıdır zira Russell’ın amacı bir “ilk neden” bulmak değildir. Russell’ın çalışmaları fenomenal dünyada beliren şeylerin yalınlaştırılması, daha sade bir ifadeyle ‘dolayımsız bir gerçekliğin’ mümkün olabileceği üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda Russell’ı klasik bir fenomenolog olarak değerlendirmek mümkündür.

Mantıksal Atomculuk ile ilgili kısa tarihçeden sonra amacımızı belirtmekte fayda var. Bu makalede Russell’ın 1917-1918 yıllarında vermiş olduğu bir ders serisinin kitaplaşmış versiyonunu dolaylı olarak ele alacağız: “Mantıksal Atomculuk Felsefesi”[3]. 1918 yılında yayımlanan bu metin, Russell’ın mantık ve dil felsefesi perspektifinde gerçekleştirmeyi amaçladığı projesinin izleğini okuyucuya yansıtmayı amaçlıyor. Bu bağlamda makalede Russell’ın genel felsefe anlayışıyla birlikte Mantıksal Atomculuk derslerinde ayrıntılarını verdiği kavramlara da yer verilecek Russell’ın felsefe dizgesinin açımlanması esas alınacaktır.[4]

Kitabın Ana Hatları

“Mantıksal Atomculuk” bir ders kitabı mahiyetinde ancak Russell’ın eşsiz öğretmenliğiyle kocaman bir felsefe tarihini de gözden geçirmenize olanak tanıyor. Kitap, ‘Mantıksal Atomculuk’ başlığı altında 8 farklı alt başlık içeriyor. Ayrıca David Pears’ın[5] 1985 baskısı için yazdığı Giriş yazısından bahsetmemiz gerek. “Giriş”, Russell’ın dersleriyle ilintili olarak güçlü alıntılarla refere edilmiş metodik uyarılar yapan oldukça ayrıntılı bir yazı. Pears’a göre Russell’ın [felsefi] restorasyonu oldukça geniş bir alan üzerinden neşet etmektedir. Pears, Russell’ın beslendiği kaynakları, felsefi dönüşümleri hakkında yararlı bilgiler veriyor. Bu ayrıntılı ve uyarılarla dolu giriş yazısı, derslerin tarihsel arka planını işaret ederken Russell’ın kullandığı yöntemler hakkında da bilgi vermektedir. Pears’ın maharetli kalemi sayesinde tüm derslerin kısa bir özetini bu giriş yazısında gözlemlemek mümkün. Dizin dâhil 192 sayfadan oluşan kitapta dersler esnasında yaşanan tartışma (soru-cevap)lara da yer verilmiştir.

Russell ve Wittgenstein

Wittgenstein[6], Russell’ın hem meslektaşı hem de öğrencisi olarak filozofun hayatında çok önemli bir yeri teşkil etmektedir. Russell, Wittgenstein’dan çok etkilenmiş ve felsefe kariyeri boyunca onun yazdıklarından beslenmeye devam etmiştir. Russell’ın Wittgenstein ile ilişkisi oldukça önemlidir. Wittgenstein, Russell’ın düşüncelerini derinden etkilemiştir. İkisi arasındaki ilişki, öğretmen-öğrenci ilişkisinin ötesine geçmiş ve zamanla karşılıklı bir felsefi etkileşim haline gelmiştir. Her iki filozof arasında ayrımlar ve aynılıklar dikkat çekmektedir. Özellikle Wittgenstein’ın ilk eseri “Tractatus Logico-Philosophicus”u Russell’a sunması aralarındaki hoca-öğrenci ilişkisinin bozulmasına ve bazı tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tartışma ve ayrılıklara rağmen Russell ve Wittgenstein’ın ilişkisi daima saygı çerçevesinde sürmüştür.[7]

Russel’ın Biricik Yöntemi: Şüphecilik

Russell’ın çalışmalarının ve özel hayatının ardında tek bir motivasyon kaynağı dikkat çekmektedir: Şüphe. Russell şüpheciliği hayatın her alanında geçerli bir prensip olarak görmektedir. Dünyayı ve şeyleri şüphecilik merceği altında inceleyen Russell şeyleri en yalın haliyle görmeyi arzuluyordu. Bu arzusu uğruna sonuna kadar gitmeye razıydı. Russell, şüpheciliği farklı bağlam ve konularla ilişkilendirerek ele almış aslında Akılcılık ve Deneycilik arasında bir denge kurmayı denemiştir. Özellikle dilin gerçeklikle uyuşması, dış dünyanın varlığının ispatı ve matematik önemelerin doğruluğu gibi konularda şüpheciliğin tüm imkânlarını sonuna kadar kullanmıştır.[8] Russell tipik bir şüphecidir ve bu bağlamda dünyaya ve şeylere ilişkin fikirlerini değiştirmeye (her daim) hazırdır. Kendisi 1952 yılında verdiği bir röportajda şunları söylemiştir: “Dünyada olanlar hususunda inançlarımı değiştirmeye hazırım…”[9]

Bahsetmemiz gereken bir diğer önemli konu ise Russell’ın şüpheciliğinin fenomenolojik boyutudur. Russell’ın doğrudan fenomenolojiden etkilenmesi uzak bir ihtimal gibi görünebilir ancak aralarında ortaklıklar da görülmektedir. Özellikle Husserl’in bilincin deneyimlerine ve yaşantının fenomenal analizleri Russell’ın tecrübi felsefeye verdiği özel önemle bağdaştırılabilir. Aynı zamanda Russell’ın “yalın olana dönme” arzusu dolaylı da olsa fenomenolojinin “şeylerin kendisine dönelim” prensibi ile örtüşmektedir.[10]

Dil ve Gerçekllik

Russell dilin öneminin farkında olan bir filozoftur bu yüzden Wittgenstein ile çalışma kararı alıp onu hayatına dâhil etmiştir. Dil gerçeklikle temas halinde olan bir araç olarak çok önemli bir yerde durmaktadır. Wittgenstein da bu önemin farkındaydı. Hocasının çalışmalarını ilerleterek doğruluk ve gerçeklik merkezinde bir dil daha doğrusu bir anlam teorisi geliştirdi. Russell’dan ayrıldığı noktalardan biride budur, Wittgenstein anlamın dilin kullanımına(yer-zamana) göre değiştiğini[11], Russell ise gerçekliğin ancak dilin -atomik boyuttaki- araştırılmasıyla tecrübe edilebileceğini söylemiştir. Russell dilin içinde yer edinen mantıksal önermelerin -gerçeklikle uyuşmadığı gerekçesiyle- en küçük parçalarına kadar araştırılması gerektiğiyle ilgilenmektedir. Ortak kaygıları aynı olmakla birlikte bu iki filozof araştırmalarının belli safhalarında küçük farklarla ayrılmaktadır. İki filozofun çalışmaları “dil ve gerçeklik” etrafında toplaşmaktadır.

Yaşantımızda dil ve gerçeklik ikilisi çok önemlidir çünkü dil, varlığın (şeylerin) anlam kazanması ve iletişim olanaklarının şekillendiği alana işaret etmektedir. Bunun yanı sıra dil, epistemolojik kaygıların ve bilginin güvenirliğiyle de yakından alakalı bir alandır. Russell dilin öneminin farkındaydı öğrencisi Wittgenstein’dan aldığı miras ile dil hassasiyetini önermeler ve semboller üzerinden geliştirmiştir.[12]

Ara Not

Filozofun zihni kendini arar durur, tıpkı Russell’da olduğu gibi: çeşitlenmeler, vazgeçişler yaşar. Akabinde bu sallantılı zihin yaşamı yaşantıya ve dünyaya sirayet eder. Dalgalanmalar ve şüphenin eşlik ettiği sorgulamalar, bazen tanrı temelli konularda, bazen basit bir felsefi teoride bazen de yaşantımızın içinde yer edinmiş olgu ve olaylara kadar uzanmaktadır. Russell şüphecilik hastalığının pençesinde aklına güvenmek isteyen biridir. Bu istikrarlı ortam arayışında filozof dış dünyaya bakmak zorundadır. Sürekli kendi içinde devinen yaşantılar dünyası ve ona eşlik etmekte zorlanan bilinç filozofa rehberlik eder. Russell bu çalkantılı dünyada önce matematiğe, sonra onun temeli olan mantığa ve son olarak da felsefenin kendisine sığınmıştır (ve hiçbirinde güven ortamını bulamamıştır). Russell şüpheciliğiyle hiçbir yerde tutamak bulamaz, belki de bulmak ta istemez. Bu tutumu 1952 tarihli röportajında da görülmektedir. Örneğin savaş hakkında düşündükleri zamanla değişmiştir, bazen bir demokrat oluverir, bazense ‘2. Dünya savaşı iyi ki oldu’ söyleminde karar kılar. Savaşın her türlüsüne karşı olması gereken bir aydın olarak büyük dünya savaşları hakkında oldukça ikircikli beyanatlar vermiştir.

Russell ve Felsefe

Russell iyi bir felsefeci olmasının yanı sıra iyi de bir felsefe tarihçisidir. “Batı Felsefe Tarihi”[13] adlı eseri günümüzde hala önemini korumaktadır. Russell analitik felsefeye olağanüstü katkılar sağlamıştır. Etkilendiği filozoflar ise Leibniz, Frege, Hume, Wittgenstein, Locke, Spinoza, Descartes, Kant ve Whitehead gibi filozoflardır.[14] Bu sayılan filozofların arasında Husserl’i de görmek isterim çünkü Russell’ın şüpheciliğinin uzandığı sonsuzluk, fenomenolojinin özsel arayış ufkuyla büyük oranda örtüşmektedir.

Russell hemen hemen her filozofta olduğu gibi bir kesinlik arayışındaydı.  Evrenin anlamlandırılmasını matematikte aramış bulamamıştı, son kertede felsefeye uğramış ama onun da dilin kötü kullanımı sebebiyle amacından saptığını fark etmişti. Russell hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyada sürekli değişiyor, hakikati sürekli elinden kaçırıyordu. Russell böylesi bir dünyada umutlarına sarılan “umutlarının asla değişmeyeceğini” dile getiren naif bir filozoftu dolayısıyla Felsefi çizgisi de oldukça ince, estetik ve soylu bir tavırda oluşmuştur.

Russell’ın felsefeyle olan irtibatının diğer itici gücü “din” ve tanrının akli temellerini araştırmakla ilgilidir. Russell teistik inançlara karşı ateistik ve agnostik bir tavır sergilemiştir. Bu tavrında yine şüpheciliğinin payı büyüktür. 15 yaşında özgür irade, 16 yaşında ölümsüzlük inancını yitiren Russell, 18 yaşında Tanrı’nın varlığına inanmamaya başlamıştır.[15] Anlaşılacağı üzere Russell hayatının her alanında rasyonel bir açıklama beklentisi içine girmiş ve aklın rasyonel şekilde açıklayamadığı her şeye gözünü kapamıştır.

Russell’ın felsefesi şeylerin analiziyle başlıyordu. Analiz etmek yalına[16] ulaşana değin sürdürülmeliydi. Felsefeyi de böyle tanımlıyordu. Betimlemeler ve analiz yeteneğinden yoksun bir felsefe anlayışı Russell’ın ilgisini çekmemiştir. Bilimin yanıtlayamadığı sorular için felsefeyi mesul tutan Russell felsefenin evren ve varoluş hakkında cevaplar üretmesi gerektiğinin altını çizmiştir.

“Mantıksal Atomculuk” Neden Okunmalı?

Russell, sade bir felsefenin ve dolayısıyla karmaşık olmayanın peşinde olan bir filozoftur. Okuyucu Russell’ın derslerini bu yönde okursa oldukça faydalı olacaktır. ‘Bu kitap neden okunmalı’ sorusunun cevabını kitabın “Giriş” yazısındaki (Pears’ın) Phaedrus atfı -Platon’a referansla- siz okuyuculara neden bu kitabı okumanız gerektiği ile ilgili ipuçlarını fazlasıyla verecektir: Şayet gerçeklik, aslında bizim onu düşüncemizde ve konuşmamızda parçalarına ayırdığımız biçimde parçalara ayrılmıyorsa, onun hakkında düşündüğümüz ve konuştuğumuz her şey kökten yanlış demektir.[17]

Can Murat Demir

[1] Husserl’in meşhur mottosu: “şeylerin kendine” dönelim.
[2] Leukippos ve Demokritos.
[3] Bertrand RUSSELL, Mantıksal Atomculuk Felsefesi, İstanbul, Alfa, 2015.
[4] Burada salt bir kitap tanıtımı anlaşılmamalıdır. Amacım Russell’ın düşünce yapısının uğraklarını tüm yönleriyle okuyucuya yansıtmaktır.
[5] David Francis PEARS, Ludwig Wittgenstein üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan İngiliz filozof.
[6] Ludwig Josef Johann WITTGENSTEIN, Avusturyalı filozof, matematikçi. Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla meşhurdur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılır.
[7] Bu tarz hoca-öğrenci ayrılığı felsefe tarihinde çokça yaşanmıştır. Bunlardan biri de Heidegger ve Husserl arasındaki ilişkidir. Heidegger hocası Husserl’e başyapıtı “Varlık ve Zaman”ı sunduğunda (fenomenolojik okuldan ayrıldığı için) sert bir tepkiyle karşılaşmıştı.
[8] Onun şüphecilik anlayışı, sağlam temellere inmeyi arzulayan eleştirel bir bilim adamının kaygılarını taşır.
[9] Bkz.1952 tarihinde Romney Wheeler ile yaptığı röportaj.
[10] Bu saptama -kanaatimce birçok kişinin aklına yatan bir saptamadır, en azından fenomenoloji okuluna az çok aşina olan biri bu örtüşmeyi fark edebilir. Husserll’in dolayımsızlık vurgusu Russell’ın yalınlık arayışıyla aynı felsefi kaygıdan beslenmektedir.
[11] Bkz. Wittgenstein, “Dil Oyunları”.
[12] Russell matematikte ve mantıkta çelişkiler olduğunu ileri sürüyordu.
[13] Bertrand RUSSELL, Batı Felsefesi Tarihi 1-2-3, İstanbul, Alfa, 2016.
[14] Russell’ın felsefi dizgesinde Platon’un “idealar” kuramının etkisi de büyüktür.
[15] Maksut Ali ATAMER, Russell Felsefesinde Tanrı Ve Kötülük Problemi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2017; s.7.
[16] […] “Karmaşık olanların yalınlardan oluşması (Leibniz’ e geldiği gibi) bana açık gelmektedir.” s.175.
[17] Pears “Giriş”yazısı s.8. de okuyucuyu Plato, Phaedrus 265E’ye yönlendirir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak