Bazı yazarların kendine has karanlığı ve buna uygun yazım şekilleri vardır. Bu yazarlar kendi küçük dünyalarında yaşar ve yazarlar; onları anlayabilmeniz ve yazdıklarından tat alabilmeniz için onların geçtiği yollardan geçip onların çektikleri acıları yakından tanımanız gerekmektedir. Gizem, melankoli ve yalnızlıkla örülen dünyaları düşünüldüğünde bu yazarlar okurları açısından oldukça ilginç bir yerde durur. Edgar Allan Poe bu yazarlardan sadece biri: Ölümü, yaşantısı ve yazdıklarıyla bir muamma. Poe’nun ölümü hakkında 20 farklı teori bulunması bunun bir kanıtı: Onun hakkında yazılan çizilen ve söylenen her şey sonsuz bir gizemin ve karanlığın parçası olmuştur.
Poe yazarlığından öte profesyonel bir yalnız, eşsiz bir melankolik, ümitsiz bir kumarbazdı. Bu tedavisiz hastalıklarla boğuşan yazar hayatını devam ettirebilmesi için tek bir şeye sarılabilirdi: Hayal gücüne.
Bu makalede Poe’yu deha-şair olarak değerlendireceğim, referans kaynağım ise: İthaki Yayınlarından çıkan “Edgar Alan Poe Bütün Şiirleri”[1] olacak. Bu kitapta yer alan birkaç şey üzerinde yoğunlaşacağım:
- Bir dehaya ait hayal gücü,
- Doğaya olan sonsuz aşk,
- Antik dünyaya olan özlem.
Kuzgunların Efendisi Poe Bir Romantik midir?
Bu soruyu kendimce şöyle cevaplıyorum: -Evet efendim. Şahsi okumalarımdan yola çıkarak diyebilirim ki Poe, romantizme batmış onu yeniden evirip çevirmiş bir yazardı. Batmış dediğime bakmayın, bu kelimeyi olumsuz bir anlamda değil aksine yazarı övmek için söylüyorum: Romantikler edebiyatın en iyileridir, hayal güçleri ve doğaya âşık ruhları büyüleyicidir. Okuru hayal gücünün doruklarında gezdirmeyi severler. Okur bu bir zevk ve tercih meselesidir. Kimi Shakespeare sever, kimisi Goethe. Kimi Schiller hayranıdır, kimi Cervantes. Bu sayılan usta yazarların birbirinden farklı edebi tadı ve üslupları vardır, her biri aynı edebi akım içinde değerlendirilse de her biri kendine özgü bir mecrayı işgal eder. Bu bağlamda Poe’nun hangi edebi akım içinde değerlendirildiğini önemsemiyorum, zira bir yazarın size ne hissettirdiği sizi nerelere götürdüğü önemlidir, hangi okula hangi edebi görüşe ait olduğu değil. Poe her ne kadar sembolizm akımının içinde değerlendirilse de aslında romantik bir yazar, hatta kişisel tespitim onun “tipik” bir romantik olduğu yönünde.
Kuzgunun Gerçeği Haykırışı: Bir Daha Asla
Kuzgun adlı şiirinde Poe bir Kuzgun’dan öğrenmek ister gerçeği. Sorduğu her soruya sürekli aynı yanıtı alır: “Bir Daha Asla” Bu yanıt onu durdurmaz, konuşma devam eder: Ölüm, aşk, cennet, cehennem ve ruhun ölümsüzlüğüne kadar daha birçok konuda telkinler içeren bu sohbet hep yanıtla sonsuzluğa odaklanır: “Bir Daha Asla!” Kuzgun aslında şairin ümitsizliğinin bir karşılığıdır. Poe aşka ve hayata karşı yenilgisinin ya da kendi içsel çıkmazlarının bir çaresini aramaktadır. Ama nafile, Kuzgun inatçıdır, hep aynı yanıtla karşılık verir. Bu ağır aksak sohbet boyunca ümitsiz şair melankolinin damarlarında gezinir, acısını dindirecek bir cevap arar ama yanıt hep aynıdır. Küçük bir empati yaparak Poe’nun hayal kırıklıklarına ışık tutabiliriz, neler olabilir bunlar:
-Bir daha âşık olabilir miyim?
-Bir daha cehennemi yaşar mıyım?
-Bir daha ruhum cehennemi tadar mı?
-Bir daha acı çeker miyim?
-Bir daha… Bir daha…
Acı çekmekten bıkmış bir şairden söz ediyoruz, hazin bir kaderin farkındalığıyla cebelleşen Poe için teselli aramak ölümden beterdir.
Bir Dehaya Ait Hayal Gücü
Poe’nun melankoliye olan meyili ve patolojik karanlığı yazılarının ve şiirlerinin mihenk taşı gibidir. Karanlıktan korkmayan onu kendince şekillere sokan hatta dilediği gibi konuşturan Poe, rüyaların(belki de sanrıların) sonsuz dehlizlerinde karanlık ama bir o kadar da duygusal bir dünya kurmayı başarmıştır. Sürekli nükseden melankoli nöbetleriyle ancak bu sayede başa çıkabilirdi. Yazdıkça kalabalıklardan uzaklaşıp inzivaya çekiliyor kendi düşlerinde yolculuk etme imkânı buluyordu. Hayallerin doruk noktası diyebileceğimiz “Kuzgun” adlı şiirinde Poe, bir kuzgunun ağzından kronikleşen karamsarlığını okuyucuyla paylaşır. Ümitsizliğin içinde çırpınan şair tam uykuya dalacakken odasında bulunan Pallas büstüne konan kuzgun ona şu cümleyi savurur: -Bir daha asla! Bu kısa ve eksiltili cümle Poe’nun içsel durumunu ele veriyor. Bir Kuzgun ve Pallas büstü teması özellikle incelenmeye değer. Peki, şair neden özellikle Pallas büstünü bir kuşla bir araya getirip sunuyor, bakalım:
Açıverince kepengi, eski devirden kalma
Azametli bir kuzgun,
Kanat çırpıp sallanarak adım attı
İçeriye;
Ne bir selam verdi ne bir an durdu ya da
Oturdu;
Ama bir Lady’nin ya da Lord’un edasıyla
Tünedi kapımın üstüne,
Oda kapımın üstünde bir Pallas büstüne kondu,
Konup oturdu, hepsi bu.[2]
Poe hemen hemen her şiirinde antik dünyanın güçlerine, mitlerine ve güzel tanrıçalarına vurgular yapar. Bu anlatılarda çeşitli antik karakterlere atıflarda bulunur. Bu karakterlerden biri de Pallas’tır. Peki, hayal gücüne iten şey nedir, bir şair neden dünyevi ihtiraslardan tiksinir? “Gerçek hayattan kaçış” ya da “aşkın bir sevgi arayışı” dünyevi hayata olan inancın zayıflığına ya da insanın güvenilmez “ikiyüzlü” bir varlık oluşuna bağlanır. Bu Poe’nun şiirinin büyükçe bir bölümüne meşgul eder ve haliyle şairin sadece hayallere ve Antik hikâyelere sarılmasının önünü açar. Ayrıca Poe’nun hayal dünyası okuyucuya yeterince ümit vadetmez, dolayısıyla Yunan mitlerindeki iyi-kötü savaşımı onun için biçilmiş kaftandır zira bu öykülerde gerçek aşk ve âşık kötü sonla ölür ya da cezalandırılır. Poe tedavi edilemez bir karamsarlığın pençesinde yoğurur yeteneğini. Hayal gücü ise tek sermayesidir. Hayal gücü tek yeteneğidir. Bu çok tabii bir durumdur. Bir yazar için özellikle kurgu yazarları için hayal gücü bir hazine değerindedir tıpkı Poe’da olduğu gibi.
Doğaya Olan Sonsuz Aşk
Poe bir doğa aşığıydı, tıpkı diğer romantikler gibi. Doğanın kendi içindeki ahengi ve insan varlığına karşı vurdumduymazlığı, özgürlüğü onu cezbetmiş olabilir. Şiirleri doğa ve doğa olaylarına atıflarla doludur:
(…)
Ve senin hatıran bu yüzden
Büyülü bir adacık gibidir benim için,
Çırpıntılı bir denizdeki;
Uzak ve özgür bir okyanus
Fırtınalarla çırpınan ama
Aynı zamanda, en huzurlu gökler gülümser
aralıksız, bu parlak adanın, tam yukarısında.[3]
Görüldüğü üzere doğaya olan aşk ve özlem Poe şiirlerinin baskın temasını oluşturmaktadır. İnsanlardan uzak kalma isteği bu dizelerde göze çarpmaktadır. Hemen hemen her şiirinde olduğu gibi Poe bu dizelerde de doğaya hayranlığını gizlememektedir.
Bir zamanlar sessiz bir vadicik gülümsemişti.
İnsanların yerleşmediği,
Savaşlara gitmişlerdi, onlar,
Yumuşak bakışlı yıldızlara güvenip, geceleyin,
Koyu mavi kulelerinden gözetleyen
Kızıl gün ışığının, gün boyu,
Buğuları arasında tembelce yattığı çiçekleri.[4]
Bu dizelerde Poe doğaya hayranlığını başka bir boyuta taşıyarak ona insan duygulanımlarını aktarmış; bu sayede ona içini açıp onunla dertleşme yoluna gitmiştir. Poe yalnızdır ve dertleşebileceği hiç kimsesi yoktur, doğa onun gözünde karşılıksız seven bir sevgilidir. Öyle ki bu sevgili hiçbir zaman onu terk etmeyecek, Poe onu hep yüreğinde hissedecekti.
Antik Dünyaya Olan Özlem
Erdem, Dürüstlük ve Bilgelik gibi kadim mefhumlar Poe’nun satır aralarında gizlidir. Poe, şiirlerini üretirken bu temalardan olabildiğince faydalanmıştır. Bir şövalye edasıyla kadim kültürün unutulan değerlerini göğüslemiş, işlemiştir. Antik değerlere olan eğiliminin altında yatan neden ise şu: “İyi-kötü savaşımı”. Antik Yunan hikâyelerinde (titanların ve tanrılar arasındaki mücadelelerde) iki farklı değerin karşılaşması betimlenir sürekli: Işık ve Karanlık ya da bir diğer ifadeyle İyilik ve Kötülük. Poe kendi içindeki savaşımı belki de bu antik zamanın hengâmesinde bulmuş ve onaylamış olabilir. Poe’nun hayal gücünün temeli bu mitsel öykülere dayanmaktadır.
Yazar ilahi olanla ilişkisini de bu kadim bilgelikten alıyor. Şiirlerinde göze çarpan göksel varlıklar (melek ve iblisler) dile gelir ve bir insan gibi dünyevi olaylara müdahil olurlar, şairin tanrılara yakarışı, onlara dert yanması bundandır, Poe şiir yazarken aslında ilahi bir tecelliyi (sevgiyi) dünyevi müdahaleden kurtarıp onu tekrar asıl sahibine “göksel aşka” teslim ediyor diyebiliriz. Poe’nun tüm kaygısı ve şiir yazma gayretinin ana teması budur: İnsandan yana ümidini yitirmesinin de altında bu kaygı yatar.
Poe’nun yazdıklarıyla hayatı arasında bağlantı var mıdır? Bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Akabinde bu sorgulamalar ve gizem Poe’nun edebi dehasının değerini düşünmeyecektir. Poe bir dâhidir ve kendine has gizemiyle okurun dikkatini çekmeye devam edecektir. Bu kesin. Ayrıca şunu da eklemeliyim, kendisinin sıra dışı bir hayal gücü var bunu şiire ve yazıya kanalize etme şekli eşsiz. Bu anlamda Poe’yu edebiyat dünyasında özel bir yerde muhafaza etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar hastalıklı ve yalnız bir adam olsa da yazdıkları oldukça güçlü ve yaşama tutunmak isteyen bir adamın güç arayışına kapı aralıyor. Son söz olarak şunu söyleyebiliriz: Düşlerin gerçek olduğuna inanan bir yazar ancak ve ancak hayal kurduğunda nefes alabildiğini hisseder ve tüm yaşamı bu hayal gücünün etrafında dönmeye başlar. Bana göre Poe ve eserlerinin gizemini ancak bu ayrıntılarda deşifre edebiliriz.
İlahi aşkın ürünü kutsal ışığa özlemle… Hakikati arayan şair Poe, iyi ki doğdun, iyi ki yazdın!
Can Murat Demir
[1] İthaki Yayınları, Çeviri: Oğuz Cebeci 11. Baskı 2019
[2] Kuzgun, a.g.e. syf.37
[3] F…..’ye, a.g.e. syf.93
[4] Tedirginlik Vadisi, a.g.e. syf.45