İnsanlar beni çok aldattı komutanım. Onlara hep kandım. Bu da yetmezmiş gibi onlara inandım biliyor musun? Küçük ama tehlikeli oyunlarını hiçbir zaman göremedim. Körmüşüm. Meğer hepsinin küçük hesapları varmış. Seninle konuşurken başka şeyler düşünen insanlardan bahsediyorum. Tabi hepsini aynı anda aynı suçtan yargılamak istemiyorum ama tanıdığım ve tanıma fırsatı bulduğum insanlarda bu sahteliği hissettim. Çok yalnızmışım komutanım, biraz geçte olsa kendime çeki düzen verme vakti geldi. Biliyorum geciktim ama ne yapmalıyım böyle yaratılmışım. Hep iyiyi düşündüm onlar hakkında, sonra güzel temennilerde bulundum oysa kendi kuyumu kazmışım: geç fark ettim. Lanet olsun. Kızma ne olur. Beni en iyi sen tanıyorsun. Neden bu haldeyim? Ümitsizlik yakamı bırakmıyor komutan. Aldanmak kötüymüş. İnsanları tanıyamamak daha da kötü. Sürekli aynı hataya düşmek daha daha kötü. Ne olur bana yardım et. Onları benim için doğru yola sevk et! Ya da beni bir daha sakın yalnız bırakma. Kapına gelmemin nedeni bu, bana hızlı bir insan tanıma kursu ver. Onları en ince ayrıntısına kadar analiz edebilmem için neler lazım: kalem, kâğıt, fotoğraf makinesi, su, çay, masa, sandalye… Ne lazımsa söyle: vakit kaybedemem, hayat yerinde durmuyor insanlar olmadan da… Boş ümitlere terk etme beni. Ben böyleyim ne yapayım deyip işin içinden sıyrılmaktan çekiniyorum, onların gözlerinin içine bakıp ne kadar bayağı olduklarını şıp diye çözmemin vakti geldi de geçiyor. Yüzlerine bakıp ne kadar sahtekâr ve düzenbaz olduklarını sayfalarca yazıp posta kutularına bırakmak istiyorum. Ne dersin bu sert mi kaçar? Gülme. Sözden anlamayanı yazıyla hizaya getirmemiz gerekmez mi; bu eylem planı akıllıca, evet evet –he he böyle yapalım, bilirsin kalemim zehirlidir: bir zamanlar adını unuttuğum bir yerel gazetede köşem bile vardı: Garibin Güncesi… Sarf edeceğim lafları duyunca oracıkta ölürler, ama hemen ölmesinler, hayır hayır, bu hızlı bir kurtuluş olur, Çin işkencesi çeksinler, ya da elektrik verelim yalan söyleyen organlarına, domuz bağı yapalım ikiyüzlü kalplerine, en son çare olarak da falaka iyidir. Söz ve yazıdan anlamayanın hakkı kötektir generalim. Boşuna dememişler. (Gün geçtikçe atalarımızın söylediklerinin yüzde doksanının doğru olduğu kanısına varıyorum sanki) Bence atalarımız bizzat yaşayarak tecrübe edenlerden, bizim gibi önyargılı değiller.
Yine de kırgın değilim onlara, sence aptallık bende mi? Söyle söyle çekinme: biliyorum bu bakışları: tamam bu kez kabul ediyorum, birazcık olsun bu oyunlarda benim de payım var. Onlara izin verdim, hep inandım. Ne dedin? Hepsini ben mi besledim? Yok canım daha neler: ben onlara dokunmadım bile: muhabbet kuşumu ki nasıl besleyeyim onları? Haaa anladım, sen diyorsun ki onlara yüz verdin, evet aslına bakarsan haklısın, yüz onlara fazlaydı, fazla geldi, sıfır bile vermemem gerekirdi: Örneğin; her gün yemeklerini hazırlamamalı, gözlerinin yaşına bakmamalıydım. Ben sert olamıyorum komutan. Beceremiyorum. Yeteneklerim arasında yok. Senin gibi Anadolu delikanlısı değilim ki oğlum, ben şehirli bir ailenin sonlama oğluyum. Ne yapayım mayamızda var nezaket, bize böyle öğretildi. Yerli malı haftalarında bile Avrupa işi kurabiyelerle karnımızı doyururduk. Anne baba memur olunca haliyle zengindik, sahi siz fakirdiniz değil mi? Pardon, kusura bakma. (Haha açık sözlü olmam lazım, az önce öyle anlaştık, bu yüzden ilk provamı senin üzerinde yapıyorum). Bana bir keresinde biz çok fakirdik, o kadar ki, açlığımızı unutmak için roman okurduk demiştin, şimdi düşünüyorum da biz romanları ısınmak için sobaya atardık. Ne o kızdın mı? Kızma kızma şaka yaptım, sen benim tek arkadaşımsın, fakirliğinle gururlan, insanları kategorilere ayırmanda çok yardımı olmuştur. Ben araştırdım fakir insanlar daha az üzülürmüş, çünkü kaybedecekleri bir şeyleri yok. Bu tez henüz ispatlanmadı ama seni çok iyi anlatıyor. Neyse konuyu dağıtmayalım: Ben Allah’ına kadar inandım bu yaratıklara, ilacımı reçete et, doktor, doktor, doktor! Uyudun mu? Çok ayıp: zenginler konuşurken uyunmaz. Dikkatli olmalıyız, dinliyor olabilirler, kapı mı gıcırdadı, neydi o ses… Onlarında ajanları ve bilgi servisleri var. Devlette adamları, hükümette bakanları, sporcuları, belediyecileri, daire başkanları falan filan… Senden bir şey rica edebilir miyim paşam: beni fakirleştirsene, elimde ne var ne yok hepsini al, bağışlıyorum, bir vakıf aç, her şeyimi oraya transfer etmek istiyorum: bakma öyle yüzüme, tüm bildiklerimi unutmak ve gariban olmak istiyorum diyorum. Bunun nesi garip anlamadım. Herkes, para ve saçma sapan eşyalar için hayatı boyunca didinir çalışır durur, ben onlardan olmak istemiyorum artık.
Merhaba asker, rutin eğitime hoş geldiniz: bugünkü konumuz yalnızlıkla mücadele, terörle mücadeleye kıyasla zor bir konu. Emir subayım Salim gel buraya, roma valisine haber sal tez gelsin elçiler, bugün kabul günümüz. Sahanda yumurta, keklik eti, ızgara dolma, bağırsak pilaki: aman komutanım ne diyorsunuz, böyle menü mü olur, maazallah midesi bozulur askerin. Olsun sen haber sal, ambulans kapıda bekliyor. Her türlü tedbiri aldık daha ne yapalım. Tugaydan emir geldi, üst yazı yolda:
Sayın Erbaşlardan mesul generalim: ruhumuzu düşmana satmaya karar verdik, bu düşman herkesçe malum olan biricik insanlığımız. Kendisinden ne zamandır haber alınamamıştır, jandarma kuvvet komutanlarından alınan istihbarat raporlarına göre bazı erler arasında isyan belirtileri gözlemlenmiş, yemek yemeyen bazı erat yemeklerde salyangoz biçiminde yalnızlığa rastladıklarını belirtmişler. Gereğinin yapılması… İmza: Üst-rütbeli İstihkâmcı Emekli General Hüsnü Paşa.
Askerle kışlayla ne alakası var demeyin komutanım: En yüce yalnız tanrıdır. Tüm tanrısal işler bu düzende ilerler bu prensibe göre ceza veya mükâfatlar dağıtılır. Salim’in kendisini derin ve çaresiz bir yalnızlık içinde hissetmesi normal olsa gerek, yaratıcı bile yalnızken biz nasıl eşyayla mutlu olabiliriz? Bunları düşündüğünde henüz ölmemişti ve hala kalabalığın içinde yapayalnızdı. Yalnızlık dinine geri dönelim: Salim tanrıyla anlaşmış: kimsesizlere, dürüstlere, tutunamayanlara, yalan söyleyemeyenlere, fedakârlara, itilmişlere, kakılmışlara, saflara başkan yapılmasını rica etmiştir. Ataması 11 Eylül bilmem kaç tarihinde gerçekleşen Salim’in elinde masrafları (yol+yemek+sigara-tahsisat) düştüğünde tek bir şey kalıyordu: İnsanlığı. Kavga etmeden ve dirliği, birliği ve askeri nizamı bozmadan anlaşmaya varılmış: yapması gerekenler basit görünüyor, tanrı katından torpilli olan bu uyanık genç, nereden bakılırsa bakılsın, kendisini bu kışlaya zorla kabul ettirdi. Israr etme konusunda bayağı yetenekli.
Gelir ve giderler Yalnızlar Tekkesine ait olmak üzere, tüm müritlere aşağıdaki tarife uygulanacaktır, yolundan dönüp bizi ve kimsesizliğini inkâr edenler bizden değildirler. Tekrar ediyoruz: Tekke tüm yalnızlara 24 saat hizmet vermektedir, bu tarifeye uymak zorunludur, aksi takdirde cehennem tekrardan hizmete alınacaktır:
…5 vakit namaz: 5 gün uykuda yalnız kalmak: 30 gün oruç: bir yalnıza sadaka vermek (maaş üzerinden yüzde 10 kesinti) Haç vazifesi: bir yalnızı doyurmak (en iyi lokantada seçkin bir menü) Kelime-i şehadet: bir yalnızın cenazesine katılıp helva dağıttırmak Kurban kesmek: bir yalnızla bir ay tatile çıkmak.
Düğüm düğüm olmuş insanlar bizden medet umuyorlar. İç geçirdi Salim. Bu sorumlulukla hareket etmeliyiz. Biz yalnızlara çok görev düşüyor: onlara umut olmalıyız. Yepyeni bir dünyanın kapılarını aralayarak var gücümüzle yalnızlaşmalıyız, ne kadar yalnızsak o kadar iyi diyordu bir şarkıcı adı neydi unuttum, Kayalardan Ahmet miydi. Herkese varolma hakkını tanıyacağız, isteyen herkes istediği gibi yok olma ce hayat mücadelesini verebilmeli. Varolmanın ucuzladığı piyasalarda namımız yürüsün. Bıktık anlıyor musunuz? Bizim gibi olanlara yer açın artık. Biz geliyoruz. Sıkı durun, ya da bir yerlere tutunun, seçim sizin.
Yalnızlık vergiden muaf tutulmalı dostlar,
icabında üste para vermeli devlet.
Her kim ki yalnız kendisine aitse
işte o zaman vardır bu işte bir hikmet.
Yalnızlık en büyük suç yeryüzünde. Sıradan insanların mimikleri, konuşmaları, el hareketleri, dudaklarını bükmeleri, oluşturdukları kurumları, çıkarları, hesapları, işleri, güçleri, çocukları, kavgaları, hürriyet ve ahlak anlayışları, bilimsel çalışmaları, korkuları, yolları, tünelleri, partileri, kaygıları, meslekleri, maaşları, bizler gibi olanları yalnızlık denilen musibete mecbur bırakıyor. Bir yerde iyi: tüm yaratıcılar yalnızlıktan beslenir. Yaratıcı olamayanların ise tek bir kaçışı var: teselli, kutsal teselli! Zor. Becerebilene kolay. Ben zoru sevmem ki diyebilirsin ama yine de yalnızlığa teslim olursun.
Tanrım iyi ki varsın: iyi ki yalnızsın, iyi ki yalnızız, iyi ki yalnızlar, sayende yalnızlığımız hep daimi olacak, şükürle olsun bilirim ki yalnızlık senden gelir, bu dine mensup olanları bağışla yarabbi, sen ki bizi bu dünyaya attın ve sabredenleri cennetle müjdeledin, sen bizi yalnızlığa mecbur kılansın, kıldığımız namaz, tuttuğumuz orucun anlamını bilmemizi sen öğütledin: sizler yalnız bırakılanlar ettiğiniz tüm ibadetler diğer yalnızların daha da yalnızlaşması içindir, bizi doğru olandan ve yalnızlığın şefkatli kucağından ayırma, amen!
Duayı günde bin kere tekrar et. Tespih çek. Namaz kıl, dervişleri ziyaret et. Sus. Islık çal. Oruç tut ama yemek ye. Karınla seviş. Duş al. Kuş gibi öt, imana gel. Uzan kanepeye. Yatağa uzan, kendine gel. Kendinden çık ve O’na yönel, yalan söyleme, kafanı dik tut, cimri olma, terbiyeli ol, dürüstlükte sınır tanıma. Yaz, okuma ama. Sus. Acıktığında değil uyuduğunda konuş. Aç tavuk kendini peygamber sanırmış. Doktor bir tıbbiyeli ama dürüst bir adam. Ona inan. Çarmıha geril ama ölme. Ölenler unutulmaz çünkü. Yalnızlık gibi. Allah’ın yalnızı seni. Oku bakalım. Uyu. Hastaneye git. Taburcu olmadan bekle. Havarilerle konuş, ayetleri tekrar et, sokağa çık ama evden uzaklaşma. Uzaklaşanlar sevilmez. Unut. Gelmiş mi kapıya bak. Ayak seslerine takılma, onlar yanıltır. Susturur. Sus. Konuşma. İtaat et. Gecekonduyu aklına getir. Doktorun nasıl korktuğunu hatırla, Salim’in yıkılmaz kalesiydi: ne oldu peki: belediye yıktı gitti. Devlet en büyüktür, bunu da atalarımız söylemiş; sen ise küçüksün, küçücük. Saçlarını tara. Fazla uzatma cümlelerini. Kısa tut. Namuslu ol. Ücretsiz çalış. Komünizme değil adalete güven: Allah’ın adaletine. Allah’ın ahlaksızı seni. Ne sandın. Hemen bitecek mi? Daha dur bu senin iyi günlerin. Aşağılık insan daha ne kadar alçalman gerekli. Sor bakalım ne yiyormuş: etli kuru fasulye-pilav-hoşaf-tek dal sarma sigara. Bugünlük açız sanırım. Hiçbir zaman doymadık ki: isyan mı ediyorsun lokantacıya, onun adı lokantacı değil bir kere, insanların isimlerini keyfine göre kısaltamazsın tamam mı: ona yemekhaneci Doktor Salim diyeceksin. Bu bir emirdir. Emredersiniz komutanım. Kalkış sıfır beş iki nokta üst üste sıfır sıfır. Asker uyaaaaan. Doğrul. Duanı ettin mi bugün. Hayır. Hemen söylediklerimi talim et. Tekrar olmasın o. Talim dedim. Talim: Tanrımıza hamdolsun milletimiz var olsun, hala yalnızız emredin komutanım. Aferin, bunu yemeklerden önce bir iki kere al, soğuk algınlığına iyi gelir. Demek hala yalnızsın ha demek hala akıllanmadın. Sus geri laf verme üstüne. Burası mahalle arası değil. Ceza: yirmi beş şınav. Ruhun anca yerine gelir. Sen Salim’in taburundan mısın? Evet teğmenim. Hımm o zaman başka severim Salim’i. Selam söyle. Unutma ama. Benim adım Teğmen Doktor Yemekhaneci Kerhaneci İlke miydi neydi işte ondan. Not al. Unutma ama. Yakarım alayınızı. Berbere söyle bana uğrasın, bir adres vereceğim 2 kilo et alıp gelsin. Kuru fasulye etsiz bir şeye benzemez. Al şu parayı toz ol: unutma adres etin üstünde. Salim’e de yüksek sesle küfrettiğimi söyle o anlar, eski arkadaşız ne de olsa. Kasaba gittiğinde de bölük binbaşısına da haber ver lokantacıyı dövsün. İçtima saat beş iki nokta üst üste 8’de. Unutma, Salim iyi bir askerdir. Kediye selam, karına selam söyle fasulyeyi ocakta unutmasın, ben parasını verdim. Dikkatli ol. Unutma. Sivildeyken karşıma çıkmasın. Doktora iyiliklerimi sunar maviş gözlerinden öperim. Emredersiniz. Bir şey soracağım teğmenim siz gerçek misiniz? Sus lan felaketimi görmüyor musun, acı çekiyorum, tabur nerede yahu! Soru sorma ikinci bir emre kadar yasak. Karımla sevişmeye gidiyorum ben. Sağ olun komutanım. Asker rahat: Rastgele
İnsanlığıma geri dönmem bu kadar zor mu komutanım? Ne olur beni yoksul kıl, hangi tanrıya dua etmemiz gerekiyor, emir ver adaklar adayıp gerekeni yapalım. Asker bayram etsin. Yeter ki kendime dönmeme izin verilsin. Ben yapamıyorum, yoruldum. Nöbetçi çavuşun egosundan, lokalci Sait’in dedikodularından, hastane müdürünün yakınmalarından, askerlerin memleket özlemlerinden, levazım Aydan’ın iç çekişlerinden, asistanların kaprislerinden… Bıktım… Anlıyor musun bıktım, kendimden bıktım. Bu ne demektir bilir misin, benim için hiç umut yok bu saatten sonra komutan: offfff anam offff. Yine aklıma geldi: VAROLMAYI DAHİ BECEREMEYEN bu insanlardan zerre kadar haz almıyorum, beni onlardan, buz gibi koğuşlardan esirge tanrım, hayır hayır esirgememek yetmeyebilir, mümkünse beni görünmez kıl, onlara kafama göre küfretmek; beni göremedikleri için: “Bu Samim değil mi, onun sesi…” diyerek acze düşmelerini izlemek istiyorum. Beni görünmez yap ey tanrım, üzerimdeki insanlık denilen müsveddeyi yırtıp at! Ben fakirleşmek daha doğrusu özgürleşmek istiyorum. Özgürlüğün, dürüstlükten ve doğruluktan nasibini almamış insanlardan uzak durmakla alakalı olduğunu geç te olsa öğrendim, şimdi huzurundayım, bir tıbbiyeli olarak değil, ZENGİN BİR AİLENİN OĞLU OLARAK HİÇ DEĞİL; ÇIRILÇIPLAK BİR İNSAN RUHU OLARAK KARŞINDAYIM, SANA YALVARIYORUM KOMUTAN: BENİ ÖZGÜRLEŞTİR!
Can Murat Demir