Daha 1980’lerin başında Türkçede sadece bir-iki anarşist kitap bulunurken, bugün bu konuda neredeyse sayısız eser bulmak mümkün. En azından bir çevirmen olarak doğrudan katıldığım bu süreci kısaca gözden geçirirken Aydınlanmış Anarşi’nin (AA) diğer anarşizmlerden farklı olduğunu baştan kaydetmek gerekiyor.
Aydınlanmış Anarşi, demokratik ve sosyal liberalizmin gelişmiş bir biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Bu yanıyla ilk anda Bireyci Anarşizmi, özellikle de Anarko-Kapitalizmi çağrıştırıyorsa da, kendisini bir somut ütopya olarak gören AA, »liberal, sosyal sorumluluk taşıyan ve demokratik anayasal devlet kurallarını dikkate« almasıyla genel anarşizm sınırlarını aşar. (S.16) Bu açıdan bakan AA »dışsal zor« yerine »içsel zoru« öneriyor. »Erdemli, yardımsever ve iyi insan tipini anarşizmin hedefi« olarak algılıyor. Ona göre »insan insanın kurdudur« »gerçeği« neticede bir türlü eğitilmeli ve belirli bir ahlâksal varlığa dönüştürülmelidir. Bu yönüyle AA Avrupa Aydınlanmasının bir takipçisidir ve devletin yıkımını değil, onun yeniden şekillenişini, »insanileştirilmesini«, ilerideki zamanlarda »küçülmesini« amaçlar.
Toplam beş bölümden oluşan Aydınlanmış Anarşi, esas olarak zor’u tartışır. Zor’un özgürlükle ve ahlâkla ilintilerini irdeler. Bunu yaparken şiddet, cemaat, birey, doğal hak, hukuksal hak, meşruiyet gibi siyasal felsefenin genel kavramlarını tartışır. AA anarşizm türlerine bir »yenisi« olarak girerken, şimdiye kadar varolan anarşizmlere ters düştüğünü söylemek yanlış olmaz. Klasik anarşizmle birlikte şimdiye kadar anarşizm adıyla ortaya çıkan bütün anarşizmler zor’un karşıtı ve reddi olarak betimlenebilir. Yani: Anarşizm genel olarak tahakküm içermeyen bir dünya görüşü olup zor’u kökten reddeder. Bu bağlamda AA diğer anarşizmlerin karşısında yer alır. AA çıkış noktası olarak »eşitlikçi liberalizm«’i alır, ona göre insanlar arasında tamamen zordan arınmış bir birliktelik beklenemez. »Bu nedenle zor en azından karşılıklı olmalı ve birey mümkün olan bütün olanaklar kullanılarak koruma altına alınmalıdır.« (S. 15) »Aydınlanmış Anarşi«’nin yazarı Matthias Kaufmann, anarşistlerin zoru tartışmadan anarşizmi kuramayacaklarını iddia ediyor: »Anarşist bir teori tam da zor sorunu ile […] yani aydınlanmanın politik felsefesinin temel bir konusu ile öncelikle ilgilenmek zorundadır.« (S. 33) Bunu tartışmak, bu soruya yanıt aramak Aydınlanmış Anarşi’nin ana temasıdır. Aydınlanmış Anarşi’nin okuyucusu bu kitapta anarşizmin belli başlı kuramcılarına pek rastlayamaz; Proudhon, Bakunin ve diğerleri kitabın ana temasını oluşturmamaktadır şüphesiz. Kaufmann, detaylarıyla tartıştığı zor sorununu daha çok Aristoteles, Hobbes, Locke, Kant, Rousseau gibi düşünürlerden yararlanarak aydınlatmaya çalışır. İnsan hakları, ahlâk, devlet kuramı, vergi gibi konularda bu düşünürlere dayanarak Aydınlanmış Anarşi’yi ifade etmeye çalışır. Sosyalizm ve Anarşizm liberalizmden doğan iki ayrı düşünce olup kendi temellerini oluştururken, Aydınlanmış Anarşi liberalizmin »eşitlikçi«, devletin aza indirgenmiş biçimidir. Bu bağlamda hem sosyalizmden hem de anarşizmden izler de taşımaktadır. »Siyasi yapısını […] değiştirmek isteyen, çağdaş liberal demokrasi anlayışının gereklerini« kendi »gelenekleriyle birleştirmeye çalışan ve heterojen kültürel yapıları arasında köprü« (s. 11) konumundaki Türkiye’de Aydınlanmış Anarşi’nin nasıl karşılanacağını zaman gösterecektir.
Son olarak, kitabında Stirner’den yer yer söz eden yazarın Max Stiner’e yaklaşımından kısaca söz etmek istiyorum. Kaufmann’ın Stirner’i anarşizm kapsamında gördüğü birkaç cümlesinden anlaşılıyorsa da kitapta Stirner’in herhangi bir »anarşizminden« söz edilmiyor. Kaufmann, anarşist vizyonunu irdelerken, insanın tekil bir varlık değil, sosyal bir varlık olduğunu vurguluyor. Ve »başkalarıyla bir cemaat içinde […] devletçe korunan bireylerin […] özgürlüğünden başka bir şey olan, mutlak özgürlük varolabilir« diyor. »Ancak Max Stirner’in sadece kendine yeten özgürlüğü de bireyi yalnızlığa, varolmamaya, yokluğa mahkum eder. Özgürlük, sadece eşitlik ve dayanışmayla birlikteyse gerçek özgürlüktür.« (S. 119)
1. Stirner’in yalnızlığı benimsediği ve felsefesinin yalnızlığı içerdiği görüşüne katılmıyorum. Stirner toplumu topluluktan (cemaatten) ayırır, ilkinde özgürlüğünün kısıtlandığını, ikincisinde yaşanıldığını ifade eder. İlkinde kısıtlanan özgürlük dayatmalı bir dayanışmayı içerir, ikincisindeyse tekin kendi kararına bağlı olarak bir dayanışma öne çıkıyor. Stirner’in resmini çizdiği »egoistlerin birlikteliği« dayanışmadan yoksun değil, tersine onunla varolabilendir. »Egoistlerin birlikteliği«’nin dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma dışında bir anlamı yok zaten. Ancak Stirner, dayanışma beğenisini ifade ederken »gerçek« ya da mutlak özgürlük« kavramını metafizik bir taslak olarak algılar; yani özgürlüğün gerçeği ve sahtesi yoktur, özgürlük ya var ya da yoktur: özgürlük sadece somut olandır. Ayrıca özgürlük kavramı Stirner’de ikincildir, birincil olan Eigenheit’tir [1]: Eigner özgürdür, özgürlük Eigenheit’in içindedir. Stirner’in deyimiyle: özgürlük kendinizden arınmanızı öğretiyor, Eigenheit ise kendinize gelmenizi, kendiniz olmanızı. Kendi olan, erki doğrultusunda özgür olabilir. Erk sendeyse, özgürsün. (Ayrıca eğer tekin sosyal bir varlık olduğunu kabul ediyorsak, bu ilkeyi gerçekten onaylıyorsak, o zaman insanın eğitilmesine ve ahlâklaşmasına gerek kalmaz, çünkü o zaten sosyaldir. Eğitilmesi, ahlâklaştırılması onun a-sosyalleştirilmesidir. Ancak burada ezelden beri sürmekte olan köklü bir yanlış anlama var. [2])
2. Eşitlik totaliter bir rejimin eşitsizliği kadar çekilmez ve dayanılmazdır Stirner’e göre. Oysa doğadaki »eşitsizlik« Eigenheit kapsamında ve egoistlerin birlikteliği yönünde tekin biricikliğini yansıtır. Bu biricikliktir ki, teki tekten ayırır ve tekin tekle dayanışmalı bir yaşamda olmasını sağlar ve öngörür. Ayrıca unutmamak gerekir: Stirner politik bir düşünür değil, siyasal felsefi yanı olan bir filozoftur. Stirner’le siyasal bir düzen kurulmaz ama böyle bir düzen için ondan yararlanılabilir.
Dipnotlar
[1] Eigenheit: özellik, özgünlük (orijinalite), ayrılık (farklılık), kendi olmak. Eigner: sahip olan, kendi olan, kendine sahip (ait) olan, kendi özelliklerini taşıyan. Bu sözcükler Türkçeye tercüme edildiğinde içerik yokluğuna uğrayacaklarından Almanca aslını kullanmayı doğru buluyorum.
[2] Stirner »eğitim« kavramını »öğrenme« kavramından ayırır: eğitim zor’a dayalı, öğrenme ise direktif ve buyruklardan bağımsız olarak işler. Stirner’le birlikte şöyle diyebiliriz: bir çocuğa yemek yemesi için »yemezsen aç kalırsın« dersek ahlâksal (pedagojik) bir etkide bulunmuyoruz. Ama »yemekten önce dua etmelisin« dersek doğrudan ahlâkçı ve pedagojik davranmış oluruz. Bu konuda ayrıntılı tartışma için bk: benim makalem: Stirner und die Antipädagogik. Yayınlandığı yer: Der Einzige. Vierteljahresschrift des Max-Stirner-Archivs Leipzig. Nr. 1/2000.
Bu yazının ilk kez yayımlandığı yer: VARLIK, Kitap eki, Mart 2004: “Matthias Kaufmann: Aydınlanmış Anarşi”
H. İbrahim Türkdoğan