“Eşeysiz” Biricik

Stirner, BvM’nde etik olgusunu sorgularken, etik kapsamında var edilen cinselliği dönemin hoşgörülü liberalleri bile provoke edecek kadar rahatca eleştirir. Törenin cinsellik üzerindeki baskısını eleştiren o dönemin liberallerini de hedefleyerek gerçek cinsellik kapsamına giren monogaminin kutsallaştırılmasını ve örneğin çok ilişkili bir cinselliği sürdürenlerin cezalandırılmasını sabit düşünceye bağlar.

Stirner’e göre kodlanan cinsellik sabitleşmeyi öngörüyor. Cinsel baskının köklerini kadın-erkek ilişkisini simgeleyen heteroseksüalist mantığında gören ancak bununla yetinmeyen Stirner, dolayısıyla toplum-birey ilişkisini heteroseksüalist mantığından yola çıkarak incelemez. Genel olarak üremeye bağlanan bu ilişki Stirner’in Biricik terimine ters düşüyor. Stirner’e göre üreme zaten var, dolayısıyla üremenin cinsel ilişkiyi belirlemesi, onu kodlandırması, yönlendirmesi, insanın insanla ilişkisinin kadın-erkek ilişkisine indirgenmesi düşüncenin sabit fikirliliğinden kaynaklanıyor. Oysa Tek, diğer Tek’lerle ilişkisinde kendine özgü cinsel hazlarını kendisi yaratabilir ve bunları gerçek saplantısı gibi usun daha bir dizi düşünce tuzaklarına düşmeden yaşayabilir. Üremeyse insanın cinselliğinde bir ilke değil, sadece diğer biyolojik ve antropolojik olgulardan biridir. Stirner’in ‘eşeysiz’ düşüncelerine daha sonra bir hayli sinirlenen kimi düşünürler Stirner’i alelacele yanıtlayacaklardı. Bunlardan ikisi Marx ve Engels’dir.

Marx / Engels’in Alman İdeolojisi adlı eserleri Türkçe okurlarınca bilinen hatta bir zamanlar solcu Türkçe okurlarca ezberlenen kendi çapında eşsiz polemik dolu bir üründür. Bu ürün solcuların kendi deyimiyle, kendileri gibi olmayanlara karşı kullanılan ve karşıtın çürütülmesi gereken bir silahtı.

Ludwig Feuerbach, Bruno Bauer ve Stirner’e karşı kaleme alınmış olan bu çalışmanın neden ve nasıl ortaya çıkışı çok ilginç olmasına rağmen, burada onu tartışmayacağız. Stirner’i çürütmek için Stirner’in eserini sözcüğü sözcüğüne inceleyen bu düşünürler, kitabın başından sonuna kadar kişisel saldırılarla ve tipik proleter bir düşünürün kıskançlık belirtilerini ve bastırılmış cinselliği yansıtan bir lümpen edebiyatla Stirner’in eşeysiz Biricik’iyle, Stirner’in erkek olmadığı ya da cinselliğinde bir şeylerin eksik olduğu şüphesinden yola çıkarak bir hayli dalga geçerler. Marx/Engels’e göre Stirner, Biricik’in cinsellik içermediği ve üreme olgusunu tanımadığı için insanların cinsel ilişki olmadan, ancak bir mucizeyle üreme işlevini sürdürebilmiş olmalarını düşünmüş olması gerekiyordu. Bunları iddia edecek kadar komikleşen Marx/Engels, Biricik’in “tür” olgusuna yaklaşımını anlayacak determinist ötesi bir düşünceye sahip değillerdi; onlara göre insan denen varlık Biricik olamazdı, çünkü insan denen varlık sınıfsal bir canlıydı. Sınıf ise Biricik ve Biricikleri değil, sınıfsal sabitliği içerir. İnsan ekonomik koşulların zorladığı sınıflı bir insan olmaya mahkumdu. Sınıflı olan aynı zamanda iki cinsiyetten oluşmaktaydı – buna da mahkumdu: Kadın ve Erkek. Stirner’in ben kendimi Hiç’ten yaratırım cümlesindeki tür olarak zaten var olan insanın sabitlerden arınması istemine heteroseksist bir açıdan bakılırsa, Marx/Engels’in vardıkları sonuç elbette çok doğal ve komik olacaktı. Dolayısıyla Stirner’in ben insanım ama insandan daha da fazlayım, erkeğim ama erkekten daha da fazlayım anlayışını anlayamayacak ve eşeysizlikle suçlayacaklardı. Cinsellik ve cinsel kimlik olgularını birbirinden ayırt etmekten uzak olan bu düşünürler, kadın ve erkek olarak yaşamaya mahkum edilmiş insan türünü aynı zamanda kadınca ve erkekçe yaşamaya mahkum varlıklar olarak görebiliyorlardı. Bu bağlamda bu düşünürlere göre erkek ve kadının belli başlı hazları vardır: erkek kadını, kadın da erkeği ister, çünkü bu istek üreme isteminden / mahkumiyetinden doğar. Marx/Engels, hazzı ya da gereksinimi değişmez bir sabit olarak görürler. Stirner’in şu çok berrak ve basit cümlesi bu düşünürleri saçını başını yolacak kadar sinirlendirmiştir: Açgözlü biri sahip olan değil, köledir (Rezensenten Stirners, s. 238). Açgözlünün haz duyduğu maddeyle ilişkisi bir saplantı (sabitlik) üzerine kuruludur; “doğal” haz ve gereksinimini gidermek varken, açgözlü sahiplenmek ister. (Cinsel) hazzı sadece kadın-erkek ilişkisi olarak gören bu iki düşünür cinsel kimlik sorununu üremeye bağlamaktalar. İnsanın salt bu ilişkide cinsel varlık olduğunu düşünürler. Oysa erkek olarak doğmak ile “erkekçe” yaşamak arasında hayli bir fark var. Biri cinsellik iken diğeri cinsel kimlik olgusudur. İngilizce’de adına sex and gender deyip birbirlerinden ayırdıkları cinsiyet ve cinsel kimlik (biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet) olgusuna dolayısıyla Stirner felsefi zemin hazırlamış oluyordu. Bu zemini Stirner-Feuerbach tartışmalarından daha yakından izleyebiliriz. Ludwig Feuerbach, Stirner’e sorularını şöyle yöneltir (özetleyerek tercüme ediyorum).

Feuerbach: Biricik bir dişiyi sevecek olan Biricik bir erkek kimdir: bir insan mı yoksa bir hayvan mı, hayvanların hangisi? Sen bir erkek misin, erkekliği tinden ayırabilir misin, senin düşüncelerin, duyguların erkeksi değil mi, nedir senin Biricik dediğin, cinsiyetsiz mi? Senin duygu ve düşüncelerin erkeksi değil mi? Senin beynin, şu kutsal iç organın erkeksi değil mi? Sözcüklerle ifade edilmeyen bu Biricik yoksa doğaüstü bir Hristiyanlık düşüncesi midir? Seni (erkek) bir birey olarak kabul etmem için, senin kadınını da birey olarak kabul etmem gerekecek. Bireyin kabul edilmesi için, iki birey gereklidir. Bu iki birey erkek ve kadındır. Ve neticede ikiyi üç takip eder, üçü dört, dördü beş vb.

Feuerbach, son cümlesiyle esasen Marx/Engels gibi üreme olgusunu ilke alıyor ve buradan yola çıkarak da kadın-erkek ilişkisinden doğan çoğalmayı yani aileyi ön plana çıkarıyor. Cinsel sevgiyi Feuerbach bu ikili ilişkide görüyor. Tartışmaya başka yönüyle kulak verelim. Feuerbach’ın yukarıdaki sorularını Stirner şöyle yanıtlıyor (yine özetleyerek tercüme ediyorum).

Stirner: Birey, kadın, erkek ve diğer sözcükleri kullanıyorsam da kendimi ifade etmeye çalışmamdan kaynaklanıyor. Sözcükler beni ifade edemez aslında. İnsanım, çünkü insandan daha fazlayım, erkeğim, çünkü erkekten daha fazlayım. İnsan olmak ve erkek olmak ya da gerçek insan ve gerçek erkek olmak gibi ileri sürülen terimler beni ifade edemeyeceklerinden anlamsız buluyorum. Feuerbach hayvansal bir erkek değil, insansal bir erkektir ama Feurbach eserini yazarken sadece bir erkek miydi? Başka bir Fuerbach, örneğin Friedrich – üstelik bu da erkek – bu eseri yazabilir miydi? Feuerbach biriciktir. Ve biricik olduğu için aynı zamanda zaten bir erkek ve zaten bir insandır. Bu sıfatlar ancak onun biricikliğinin bir neticesi olarak reel olabiliyorlar: Feuerbach biricik bir erkek ve biricik bir insandır. Eşi olmayandır. Erkekten daha fazla olan Feuerbach peki cinsiyetsiz midir? Feuerbach’ın beyni, şu kutsal iç organı, hiç şüphesiz erkek organıdır, eril olandır. İşte tüm bunlar Fuerbach’ın biricik olmasından kaynaklanıyor, dünyada binlerce beyin, binlerce iç organ ve binlerce insan olsa da Feuerbach biriciktir. Peki doğaüstü hıristiyanlık düşüncesi bunun neresinde?

Feuerbach: Türü gerçekleştirmek demek bir yazgıyı, doğanın verdiği bir kabiliyeti hatta insan doğasını gerçekleştirmek demektir.

Stirner: Tür daha çok var olan bu kabiliyetle zaten gerçekleşmiş oluyor; mesele senin bu kabiliyetten ne yapacağındır. Örneğin senin elin tür açısından zaten bütünsel olarak geçekleşmiş eldir, el olmasaydı, o zaman el demeyecektik, örneğin pençe derdik. Ama eğer elini geliştirirsen, bununla türsel bir şey gerçekleştirmiyorsun, elin zaten gerçekleşmis; elini geliştirmekle onu istediğin hale getirmiş oluyorsun; istem ve gücünü eline yüklüyorsun. Türsel olan elini biricik, özgün ve sana özgü bir hale getiriyorsun.

Toparlayalım.

Feuerbach, erkeğin zorunlu olarak bir başka bireyle – ki bu birey sadece kadındır – ilintili olduğunu ifade etmekle Marx/Engels gibi tür ve üreme kategorilerini terk etmemekte hatta terk etmek istemiyor. Ona göre Biricik yoktur, olsa olsa Eflatun’un masası kadar reeldir, daha fazla değil. Cinsel sevgiyi ise erkek-kadın ilişkisinde görür. Eşdeyişle: cinsel sevgi erkek-kadın ilişkisinde var olandır, ötesi yoktur. Hiristiyan dininin öne sürdüğü “cinsel sevginin (hazzın) varlık anlamı onun çoğalmasıdır” dogmasını Feuerbach, Marx/Engels gibi, tür/üreme kategorileriyle benimser ve kadın-erkek ilintisini bu kategoriler bağlamında cinsel hazzın merkezi olarak algılar. Diyalogtan anlaşılacağı gibi Stirner, tür/üreme olgusunu sadece antropolojik bir olgu olarak alır ve bu olguyu kendi biricikliğine göre geliştirir, yaşatır, biçimlendirir, dahası antropolojik faktörleri kendi yaşamına entegre eder. Saçlarımın dalgalı olması benim ancak bir “yazgım” olabilir ama bana dalgalı saç ödevi ya da görevi vermiyor. İnsan türünden olmak insanlık görevi gerektirmiyor. Üretken olmak üretme ödevi ya da görevini vermiyor, böyle bir “yazgım” yok benim. İnsan olmak bir görevse en azından insan olmamak da bir görevdir. Dolayısıyla Stirner’in “insan olduğum kadar da insan değilim” cümlesi bu bağlamda mantıksaldır. Hıristiyanlığın tür/üreme dogmasını devralan ve bunun sonucu olarak da erkek-kadın ilişkisini cinsel hazzın merkezi olarak gören, sevgiyi sınıflı ve yüce insanın sıradan bir işi düzeyine indirgeyen Marx/Engels ve Feuerbach’a Stirner, Tek’in Biricik olgusuyla karşılık verir: Görevim insanı ya da insanlığı değil, kendimi gerçekleştirmektir; Biricik olarak hiçbir ödevim ve “yazgım” yoktur: Varlık, Tek’in var olan ve var edilecek olanaklar çerçevesinde var olabilendir.

H. İbrahim Türkdoğan

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak