Ana SayfaÖyküHayat Dediğin Nedir ki be Salim: Ruhuna El-Fatiha De Gitsin!

Hayat Dediğin Nedir ki be Salim: Ruhuna El-Fatiha De Gitsin!

Birileri konuşuyordu. Sürekli bir ses makinesi. Sessizlik iyiydi oysa. Tabii Salim’e göre. Çığlıklar büyüyor sanki fırtına öncesi sessizlik gibi tehlikeli bir sürprizi besliyordu: tanrı bile sessiz. Salim kendisine biçilen rolü beğenmiyor isyan ediyordu. Sesler giderek çığırından çıkıyor. Peki, çocuklar, canım onlarda az konuşuversin, küçük efendiler size söylüyorum. Susunuz, su-su-nuz. Heeeey! Ben burada hizmetkârım. Duydunuz mu yiğitler: Bu ev köşk benden sorulur. Evin hanımı da (platonik) sevgilim olur. Dikkat edin sözlerinize. Yine birileri konuşuyor, of Allah’ım sen benim aklımı koru: akıl dağıtılırken neredeydiniz, bilmem buralardaydım. Ah Salim ah. Yine hangi hataları yüzümüze vurmayı planlıyorsun! Yine birileri konuşuyor, gerçekten bıktım peşinizi toplamaktan, ben çöpçü müyüm, bu evin uşağıyım. Ödesin şu borcunu artık. Öde kurtul. Kelimeleri ezmeden, cümlelere işkence etmeden yap ama. Benim mi, benim bir can borcum var o da nereye bilmiyorum ama yakında isterler benden. Öyle ümit ediyorum. Ne yapacaksa bu kadar parayı? Hala beddua biriktiriyor hissettirmeden, kelimeleri ezmeden konuşmasını bir türlü öğrenemedi gitti şu çocuk. Belki çocuklara bağışlar hocam, kimsesizlere, konuşamayanlara falan filan… Borç ödemekle bitmez efendiler, önemli olan insanlığa borcunu ödeyebilmektir, biz bunun için savaşıyoruz. Biz bu davanın savcısı avukatıyız. Yoksa bir kâğıt parçasıyla alakamız yok. Bir yerlerde okumuştum: devlet borçlulara maaş bağlayacakmış doğru mu? (hepsi güler) Bu kadar kelimeyi bir araya getir ama bir anlamı olmasın, yazık, Salim sustur şu herifi. Maaşmış yok bilmem neymiş, kimsiniz siz kardeşim, nereden uyduruyorsunuz bunları, yalan efendim inanmayınız. (sinsi sinsi bıyık altından süzmeler) Ayaktakiler oturur, film izleme düzenine geçilir, biletler kesilir, patlamış mısırlar torba torba sipariş edilir. Şimdi seyre dalma vakti, perişan olma günümüz geldi sayın izleyiciler. Perde kalkar oyuncular belirir, çığırından çıkma tabiri burası için söylenmiş sanırım: artık insanlık bir saatin zembereğine sarılı pamuk gibidir. Korkulan olur oyun başlar.

Harfler işkenceyi daha da uzatır dedi Salim. Her defasında üzerine basa basa söylemenize gerek yok. (O sırada içlerinden biri sevgilisine dokunur) Bir çığlık kopar: hocam yetiş; yaralı var. İlk dokunuş bu, normaldir: galiba eli titredi, bacaklarına dokunmayı unuttu adamcağız. İlk dokunacağın yeri iyi bilmeli. Kalkıyor bak rahatsız oldu kadın. Neden? Çünkü kadına dokunmasını bilmeyenler var bu toplumda. O’na yaklaşmasını bilmeyen deliler var. Deli evet, aklını yitirmişlere ben deli diyorum Salim. Tanımlamalarla aram iyidir bilirsin. Sen sakın kadınlara bu şekilde hayvanca davranma oğlum. Belli ki korkuyor çocuk, ilk heyecanı bu. Neyse bakmayalım, utanıyor galiba, kıpkırmızı oldu, sorumluluk almayalım giderayak: Salim teselli için yanına git. Gitti. Çocuk kırmızının her tonunu bedeninde barındırıyordu, Amasya elmasına benziyor,  sık sık nefes alıyor, burnundan kıvılcımlar: fossss… halıya bir kıvılcım… az kalsın yanıyorduk. Genç adam terlemiş, kokuyordu, teninin ifrazata tahammülü kalmamıştı, içten içe söyleniyor, kelimeleri dilinin altında ıslatmaya, onları kendince terbiye etmeye çalışıyor, olmadı, cümleler kelimelerden yaşça büyüktü ve bu köşkte saygısızlığa asla tahammül gösterilmezdi. Salim, iyi olup olmadığını sordu: cevap kupkuruydu: İyiyim… sadece ummadığım yerimden vurdu kaltak. Ben ona gösteririm. Bir kadeh şarap alabilir miyim? Tabi ki dilini ve ruhunu ıslatman için güzel bir içecek. Al bakalım hızlı adam (gülerler): Rahmetli ananem her gece bir kadeh içerdi. Kan yapıyormuş, doktoru söyledi. (oradaki herkes ayağa kalkıp alkış tutar) Bravo şaraptan bir tanrı yaratan mucizeye, bravo Salim, bravo sevgilisini ilk kez elleyen tanınmaz adam, bravo sana köy imamı, bravo anane, bravo izleyiciler, bravo serveti finuncular… Ne dedin sen, hiç sevmem onları, bir daha duymayayım, aramıza duvarlar ören, kendilerini nimetten sayan küstahlar, hiç kimse anlayamasın da biz de kendimizi bir şey sanalımcılar, işte bu adamlar edebiyattan insanı soğuturlar, edebiyat sanki elit bir uğraşmış gibi okuyucuya kültür erozyonu yaşattılar. Salim pişman. Korkuyor. Ağzı yandı bir kere. Suskunluk odayı kapladı. Kendini ifade etmenin en zor halini yaşayan katılımcılar şaşkın. İyi de bu adamlar hiç mi güzel şeyler vermedi bu gariban topluma, hiç mi düşünmeye sevk etmediler bu uyuşuk insanları… Yapacak bir şey yok, onlarda bu memleketin çocukları değil mi? Gerginlik Salim’in iki şakağına yapıştı, bırakmıyor. Oflayıp puflayanların nefeslerinden odaya yayılan rutubet tüm izleyicileri derin bir çaresizliğe gömdü: Cesur olanlar sigara yaktı: Servet-i Finuncular onuncular bununcular tekrardan yenildiler. Şiirin şairin, edebiyatın zafer nidaları tüm sokakları doldurdu! Olan olmuştu. Finun servetine konanlar mezarlarında bir ohhh çekti, şükür şükürler olsun tanrım bizi de anlayan birileri var artık!

Peki, cümlelerin namusu? Salim bu soruya cevap verebilecek mi? Kendince felsefe yapmaya karar verip: Hocam bu adamların namusu var mı ki cümlelerinin olsun? Sınıfta ders anlatır gibi görünmeye çalıştı, hayır hayır ben buna inanmıyorum. Ben üniversitelere de inanmıyorum, bu memlekette hiçbir okul eğitim veremiyor, vermiyor, ben sizler gibi başkalarına suçu atmak istemiyorum, bir ilkokul mezunu gecekondu sakini olarak son sözü alıp kendime bir itirafta bulunmak istiyorum: beni eğiten bu saydığım okullar değil, insanlardır, ben onların bana reva gördüğü acıya inanıyorum. Bu acıyla pişirdiim kalbimi, bu acıyla adam oldum, çocuk doğurdum ve bir aile kurdum. “Umarım kendimi iyi ifade edebilmişimdir.” Bana soğuk olan her şey bu memlekette çocuklara “sıcak” diye öğretiliyor, hâlbuki “buz” denilen soğuk kütle, nereden bakarsanız bakın tartışmaya kapalı bir mefhumdur, tersinden yazıldığında ise “aşk” diye okunur, kelimelerin bize kastı var beyler, istediğimiz anlamları yüklememize izin vermiyorlar, hamallığı bize yaptırıyorlar, onları biz şımarttık ama, bu yüzden işkence uzuyor ve hepimizi bir soğukluk (pardon aşk) kaplıyor, organlarımız bile duruma kayıtsız kalıp asgari görevlerini zar zor yerine getiriyorlar. Kelimeler bu yüzden soğuk, dünya bu yüzden küçük bir buzdolabı, insan ise çikolatalı bir dondurma külahı… Benim üniversitelerim hep buz çölüdür. Morali bozuluyor, sayın katılımcılar, bu bir mahkeme ise tutanaklara geçsin, hepinizi şahit tutuyorum: yaz kızım; eğitim sistemimiz çökmüştür, herkes ceketlerini alıp çıkabilir, komünist Rusya bile bu haldeyken bizim elimizden hiçbir şey gelmez. Soğuk savaş olsa gerek. (Alkışı duyan müessese müdürü gürültüyü duyar ama gelmez, çünkü o da bir soğuk eylemci)

Salim, ellerini ve kollarını yukarıları işaret ederek sağa sola sallıyor, seyircileri etki altında bırakabilmek için ses tonuyla oynuyor: mesela biri sizi terk etti, bu durumda doktora değil gerçek öğretmenlere yani edebiyatçılara başvurmalısınız. Reçete budur. Edebiler toplum doktorlarıdır. Öğretmenleri hatırlayın, tarihin tozlu sayfalarından bir canavar gibi bize bakıyorlar, onlar bizim gerçeklerle temasımızı olabildiğince yumuşatarak göğüslediler ama bunu yaparken bir şeyi unuttular: hayatı. Hayatın tanımına, ders kitaplarında rastlayanlarınız var mı? Sessizlik ve köhnemişlik kokuyor sanki. (hizmetçi kız naftalin getirir, biraz olsun rahatlarlar) Alkışsız sonrasında sessizlik. Hiç böyle olmamıştı. Salim, hatipliğini daha da ilerleterek yüceltti. Gerçeğin hayatla alakalı olmasını gerektiğini vurgularken yorgun düştü. Haklı. O da hayata yenilenlerden. (Alkış yok). Oda da bulunanlar kendince yaşadıkları hayatlarını sorgulamaya başlıyor, bu kötü mü, evet, Salim’in amacı bu değildi. Yine anlaşılamadı, mesaj gerekli yerlere iletilemedi. (gönderi, hanede kimse bulunamayınca göndericiye tekrar geri yollandı.)

(…Sokaktan geçen talebelere gözü takıldı, hepsini tek tek ismiyle çağırdı: hey gençler söyleyin bakalım, hayatı göreniniz oldu mu? Güldüler ama kendi aralarında. Hayat dediğin sözcüklerle anlatılmaz hocam, siz düşünmeyin bunları, bize bırakın, biz niye varız?)

Bir defter al kendine, biraz edepli olmak lazım, kelimeler şakaya gelmez, iyice araştır, düşün, sorgula, yık, ez, geç: soğuk savaş sürüyor. Offf anlamıyorum. Nasıl anlamıyorsun? Bu işin eğitimi böyle olur. Cümlelerini gayri-resmi usulde yaz, sürtünmeye kulak asma. Öğrenciler her daim öğrencinin müfettişidir unutma. Tüm organlara nüfuz etmelisin, aman kalbe dikkat, kalbi olanlar okumasın, onlara göre bir eğitim değil bu, askeri bir eğitim sayılabilir, biz öğrencileri mahvetmenin yollarını arıyoruz Salim, hastalığın kökenine iniyoruz. Peki, neden böyle yapıyoruz? Eylemlerimizin ardında, hakikate olan inancımız yatıyor. Öğretmenin ilk sorusu, ben kim oluyorum da sana hayatı anlatıyorum olmamalıdır. Hayat şakaya gelmez, kelimelerle oynamamızın nedeni bu. Sokaklardan topladığı kelimeleri ağzında çiğnedi, işkence yapma sırası onda: tükürdü. “Kelimeleri tükürmek zor” dedi ve ekledi: ilk tüküren bizdendir. Son çiğneyenler hemen sıraya girsin, hepsini hakikatin kızlarıyla tanıştıracağız. Sonrası malum; hakikatle ağzını çalkala. İlk eğitim bitti, lütfen sıralarınıza geçiniz. Yerimiz dar, milli eğitim henüz yer göstermedi, bu yüzden köşkün bodrumunda bu eylemlerimizi diğerlerinden saklıyoruz. Diğerleri henüz hazır değil. Diğerleri henüz yaşamıyor, doğurganlıkları devletin kontrolünde. Şimdilik.

Kendine bir defter daha al, çizgisiz. Kelimelerin altını çiz, onlara haddini bildir, görevleri dışında orada burada sürtmesinler, insanların fahişesi olmalarına izin verme! İçindeki iyi niyeti tut ve bırak, nefes alır verir gibi. Organlar hala çalışıyorken sindirime geçmeyelim, önceliğimiz hazımsamak olsun (haz ile karıştırılmamalı). (Hazmetmekten hazım (bir ses kaybımız var), yapım eki olan –sa ve mastar eki –mak: hazım) Yoruldum Salim, artık insanlara bir şeyler öğretmekten, onlardan bir şey öğrenememekten yoruldum; hayatımı istediğim gibi yaşamama izin vermeyen töreler, geleneklerden, adetlerden nasibimi alamadım, peki bu ne demektir: ben kimliğimle ve ruhumla buralara ait değilim, affınıza sığınarak tüm sınıfı edebiyat dersinden bırakıyorum, bıraktım. Kendimi eşzamanlı bir çaresizliğe bırakıyorum. Sıra tatbikatta.

Hz. İnsan kendisine yalan söyleme hastalığına ne zaman tutuldu biliyor musun? Bıyığını kurcaladı, hiç farkın da değilmiş gibi kafasını iki elinin arasına aldı okşadı, “kurban etmede üstümüze yoktur.” Ortalık biraz karışsın, iyidir: bana bir az şekerli, köpüğü bol olmasın malum midem terör estiriyor bugünlerde, köye haber sal, kurban kessinler, ihtiyar heyeti gençlere sevişme dersleri versin, tüm cerrahlar toplansın, basın açıklaması yapacağım. Midem neden bu halde? Kahvenin köpüğünü bile benden esirgeyen hayatla derdim var: üzerime karabasan gibi çöken eşyayla ve varlığıyla beni boğan insanlıkla hesabım var. Burada duruyorum: üzerime gelmeyin, kendimi yakarım, kendimi yakmakla kalmam kendimi yok ederim, ne zamandır kendimden kurtulmayı planlıyorum. Ben ölümsevici değilim, dünyadan kurtulma planlarımın altında yatanlar sizin bilmedikleriniz… Beni deli ediyorlar hocam. Hayallerim işkenceye karışıyor, işkenceler büyüyor, tüm şehri kan revan içinde izliyorum. “Aptal öleceksin de ne olacak ha söyle, ölmüşlüğünle kalacaksın, öldüğün de geridekilere bir mesaj bırakmak daha akıllıca olmaz mı, bu dünyada bir zamanlar bir Salim vardı, çok iyi adamdı” demeleri önemli değil mi? Onlardan bir beklentim yok, Salim bir sigara yaktı. Diğer tarafı, ölümün diğer ucunda bulunan yaşamını düşündü, tünelin sonundaki ışığı, ilk ürpertiyi, bedenini terk etmeyi, Bram Stoker’ın ölüler hızlı seyahat eder sözünü hatırladı. Garipliği tespit edilen Salim öleyazıyordu. Yaşarken dışlandı dövüldü ve sonra öldü diyecekler arkamdan. Gariplerden Salim, hayatı, ölümden sonra da öğretmeye devam edecek. O sizden biri. Sağlam garip.

Cenazede tam on ve iki kişi hazır bulundu. Mezarlık müdürlüğü helva ve ucuz şarap dağıttı. Salim tabutun içinde rahattı, bir sigara daha yaktı, karanlık aydınlandı, ceviz değil kayın olmalı, kokusundan ve reçinesinden belli. Ahşap kapak ısındıkça genleşmeye başladı, toprak sesleri ve kürek iniltileri birbirine karıştı. Nedense çocukluğunu hatırladı, köy mezarlığındaki ilk öpüşmeyi, ilk heyecanı… (toprak kokusu bastırıyor) Gariplerden ölü Salim, sağ salim tabuttaydı. Gaiplerden Salim onlardan biri değildi artık. (garibul mahlûkat) Yukarıdan bir kitap indi içindekileri okumaya tanrının bile gücü yetmedi, zordu, analizi imkânsızdı, diyanet romanlarından ilmihal ansiklopedisi: aklında kaldığı kadarıyla (sayfa bilmemkaç) şöyle bildirilmişti:  İşte şahitliğiniz köylüler, işte insanlık ve günahlarınızın tartıldığı kefen beyazlığında ilahi adalet, biz ki sizi uyarmıştık, lakin insan günahla doğar ve günahsız ölür, bu apaçıktır, o nicedir kendisinden bihaberdir, bu yüzden onlara dedik ki: sizler yani ölüler sadece Allah’a inanın ve güvenin!

Köyü yaktığında da böyle davranmıştı, henüz 13 yaşındaydı, akıllı ve sevecen bir çocuk olmasına rağmen ta o zamanlarda bile insanlığa karşı büyük bir öfke besliyordu. Tedavi edilmeyi her zaman reddetti. Haydi, çocuklar bu günah yuvasını yakalım, kibriti samanlığa savurdu, ahmaklar sizi, Salim kimmiş öğrenin bakalım: 1.2.34.5.17.20.1.25.69.47 dünya küle doymalı! Gözleri şeffaf bir çelik gibi parladı, Salim tabutta engel tanımıyordu, ölme hali vuku bulmuyordu kefen ipinden kendisine mancınık yapmıştı, hazırdı, cenazeye katılanlar hep birlikte gülmeye başladılar, suskunlar ağlıyor Onlar ise kahkahayı parayla satıyorlardı, ilk köy yangınlarından bu yana böyle bir saçmalık görülmemişti, köylülerin geç farkına varması bundan olsa gerek… Ruhuna el Salim. Ahh Salim, garip insanlık sen ne yaptın! Salim ölürken bile ders veriyordu: Hayat zor dostlar!

Can Murat Demir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak