Ana SayfaKitap“Fenomenoloji: İlk Temeller”

“Fenomenoloji: İlk Temeller”

“Fenomenoloji: İlk Temeller” bir giriş kitabı gibi görünse de içerik olarak oldukça tatmin edici bir metin. Fenomenolojinin temel kavramlarını ekolün önemli filozoflarıyla tartışarak fenomenolojinin psikoloji ve sosyolojinin radarına takılan akademik pratiklerine de yer veren rehber bir metin olma özelliği taşımaktadır. Kitap 3 bölümden oluşmaktadır, Birinci bölümde fenomenolojinin ilgi alanlarına, tarihine, felsefe kavrayışına, birinci şahıs özne perspektifine ve fenomenolojinin önemli kavramlarından biri olan “yaşam dünyası” kavramı açımlanarak okuyucunun ilgisine sunulmuştur. İkinci bölümde bir diğer önemli iki kavram mekânsalık ve bedensellik kavramları ile özneler-arasılık kavramlarına değinilmiştir. Üçüncü bölümde fenomenolojinin sosyoloji ve psikoloji alanlarında ele alınış şekilleri izah edilmiştir.

Fenomenoloji: İlk Temeller, Ayrıntı Yayınları

Bu makale fenomenoljinin rastgele seçilmiş kavramları üzerine yoğunlaşmıştır. Bu aşamada FİT’in[1] ilerleyiş sırası dikkate alınmamıştır. Fenomenolojik bir ilerleyişi hâkim kılmak için makale rastgele başlıkların birbirlerine sürekli gönderimlerde bulunduğu bir çerçevede sunulmuştur. Her bir başlık diğerine referans olarak fenomenolojinin dar sokaklarına tekrar dönmemizi sağlayacak ve yavaş yavaş ilerlememizi mümkün kılacaktır.[2] İlerleyen bölümlerinde fenomenoloji hakkında genel bilgi verilip, konunun önemli kavramları FİT ve birincil kaynaklardan referansla ele alınacaktır.

Fenomenoloji ve İlgi Alanı

Felsefe, mantık, epistemoloji metafizik ya da ontoloji ve etik olmak üzere geleneksel olarak dört alana ayrılmıştır. Husserl’in kalemiyle şekillenen fenomenoloji felsefenin beşinci alanını oluşturur.[3] Peki nedir bu fenomenoloji? ‘Fenomenoloji nedir’ sorusunun yanıtı oldukça geniş alana yayılan insan deneyiminin bilinç tarafındaki neliğinden ziyade nasıllığıyla ilgilidir: fenomenoloji nesnelerin kendini gösterme ya da gözler önüne serme biçimiyle, yani onun nasıl göründüğü ile ilgilenir. Daha genel konuşursak gördüğümüz hiçbir şey, hiçbir zaman soyutlanmış olarak verilmez, ancak gördüğümüz şeyin anlamını etkileyen bir ufukla çepeçevre sarılır ve o ufukta konumlanır.[4]

Fenomenoloji, fenomenin yani görünüme gelenin özneye yani Ben’e nasıl verildiğiyle bu farklı veriliş türlerinin felsefi bir analiziyle ilgilenir.[5] Husserl nesnenin bu hazır verilişinin ardında bedenin ve perspektifin önemine değinmektedir. Nesne her yönden bedenin türlü konumlarına ve bakış açımıza göre tekrar tekrar incelenmelidir. Zahavi bu konuda “Çalar Saat” örneğini verir. Çalar saate farklı yönlerden baktığımızda yani bedenimizin yönünü değiştirdiğimizde onda farklı şeyler bulur ve yakalarız. Burada beden ve bilinç eşliği önem arz etmektedir. Nesne bizi her zaman daha fazla araştırmaya itmektedir.[6] Nesne görünen dünyada konumlanmıştır ve gerçekliğin dünyası bu görünen dünyadan ötesi değildir. Fenomenoloji, görünen dünyanın ardında gerçek bir dünyanın yattığına inanmaz, tam aksine fenomenologlar salt olarak görünen [fenomen] dünyasını araştırırlar. Husserl’in asistanı ve öğrencisi Martin Heidegger fenomenolojiyi fenomenin kendisine bağlar, “Varlık ve Zaman” adlı ünlü eserinde[7] özetle şu çıkarımda bulunur: Fenomenin dışında herhangi bir gerçeklik aranmamalıdır, çünkü fenomenin verdiği şey tam olarak kendinde bu şeydir.[8] O halde fenomenolojinin biricik inceleme alanı olan fenomeni Heidegger’in de yardımıyla şöyle tespit edebiliriz: kendini-kendinde- gösteren, apaçık olan.[9] Heidegger içeriksel olarak fenomenolojiyi “varolanın bilimi” olarak tanımlamaktadır. Bu bahsi Husserl ile noktalayalım: Tomris Mengüşoğulu’nun önsözüyle Türkçe’ye çevrilen Husserl’in meşhur risalesi “Kesin Bilim Olarak Felsefe”[10] fenomenolojiyi şöyle tanımlar: “Fenomenoloji bir apriori betimlemeler yapan öz-bilimidir.”

Yönelimsellik

Bilinç bir şeyin bilincidir, bu bakışım fenomenolojide Yönelimsellik olarak tanımlanır. Bilincin doğası gereği kendini aşma eğilimi kendisiyle meşgul olmasının da engelidir. Bilinç bu sebeple kendisiyle ilgilen(e)mez, hep bir şeye yönelir haldedir. Aşkınlık ile koyutlanan yöneliş hali “yönelimsellik” olarak betimlenir. Bilinç yönelimsellik prensibi gereği hep bir şeyin bilincidir. Bilinç asla boşta değildir, şeylerin kendisine yönelme ile kendisini belirleme durumundadır. Nesne ise bu yönelimsellik prensibinin tek odağıdır. Nesne özneye daima belli şekilde sunulur.[11] Peki bu nesne bize hangi koşullarda verilir? Nesne bize her zaman belirli şekillerde sunulur. Nesne, algı, psikolojik durum, yargı, hatıra, hayal vs. eşliğinde bana gelmektedir. Kısaca nesne kendine özgü şekilde kendini göstermektedir. Bir nesneye baktığımızda o nesne bize henüz görünmeyen cihetleriyle görünmektedir. Burada fenomenolojik yönelmsellik, dünyayla irtibat kuramayan, onu her aşamada elinden kaçıran öznenin kendisine bu doğrultuda bir şans verme eylemidir. Dünyanın kendisiyle yani nesnesiyle karşı karşıya gelemeyen bilincin nesne sayesinde bu deneyimin belli bir bölümüne erişme isteği olarak karşımıza çıkmaktadır. Yönelimsellik, Dünyanın kaçkın oluşunun bilinçteki bir yansımasıdır. Zahavi, yönelimsellik başlığı altında ilerleyen sayfalarda şunları söyler: Bilincin yönelimsel açıklığı onun varlığının ayrılmaz bir parçasıdır.[12] Heidegger “Varlık ve Zaman”da yönelimselliği Dasein üzerinden okur: Kendini […] ve bir şeyi kavramaya yönelterek Dasein […] bazılarıyla birlikte halihazırda hep “dışında”dır. Zahavi, hemen peşi sıra bir diğer fenomenolog Marleau Ponty’e başvurur: Dünya bütünüyle içeridedir ve ben de bütünüyle kendimin dışındayım.[13]

Sonuç olarak, fenomenoloji zihinle dünya arasındaki ara-kesite odaklanır, onların ikisi de birbirinden ayrı olarak anlaşılamaz.[14]Görüldüğü üzere fenomenoloji tüm araçlarıyla insanın dünyayı nasıl karşıladığı ve onunla nasıl ilişki kurduğu ile ilgilenmektedir. Bu ilişki türleri o denli önemlidir ki bizi biz yapan, olduğumuz şey kılan şeydir. Dünya bilinç muhtaçlığına gönderme yapan bu pasajlar insan varlığının dünya ile nasıl ilişkide olduğunu ve birbirine ne denli bağımlı olduğunu da gözler önüne sermektedir.

Epokhe

“Şeylerin kendilerine gitmeliyiz”[15] diyor Husserl. Bu geriye dönüş sürecinde Epoché[16] hayati önem taşımaktadır. Husserl bu kavramı “fenomenolojik indirgeme”[17] olarak adlandırmıştır. Bu metot ayrıca “paranteze alma”, “askıya alma” ve “ayraca alma” gibi kavramlarla da anılmaktadır. Zahavi şu soruyu sorar: Peki paranteze ya da askıya almamız gereken nedir? Husserl (Ideen I, S.89) mealen şunları söyler:

Bir ağacı gördüğümde ona algısal olarak şunları yüklenmiş halde bulurum: “çiçek açmış” “maddi şey” “ağaç”, “bitki” gibi. Bu varolma kiplerini ağacın özüne ait olarak buluruz. Ancak kaba haliyle ağaç yanıp kül olabilir, bileşenlerine ayrılabilir, vs. Ancak anlam [Sinn] -bu algının anlamı, zorunlu olarak onun özüne ait olan bir şey- yanıp kül olamaz; bileşenleri, gücü, gerçek özellikleri yoktur.”

“Dolayısıyla Husserl fenomenolojik düşünüm sayesinde deneyimimde bulduğum şeyin fiziksel ağaç değil “bu çiçek açan Japon eriği ağacı”nın anlamı olduğunu söyler: Yani fiziksel ağacın kendisinin aksine ağacın algılanma biçimini taşıyan deneyimin içeriği.”[18]

Buradan anlaşılacağı üzere epokhe[19] ya da fenomenolojik düşünüm dikkatleri nesnenin kendisine değil deneyimde kümelenen anlama çekmektedir. Husserl[20] bir anlamda gerçekliğin anlamına onu deneyimlerken edindiğimiz anlama odaklanmaktadır. Bu bağlamda Epokhe, dünyayı deneyimleyen ve bu süreçte dolayımsızlığı arayan öznenin önüne açılan gerçekliğin hazırlanması için bir hazırlık aşamasını simgelemektedir. Zahavi de bu hazırlık aşamasını destekler ona göre epokhe dogmatik bir tavrın askıya alınmasını içeren bir şeydir.[21] Kitabın ilerleyen bölümlerinde M. Ponty’den referans alan Zahavi öznenin dışarıya açılımlarının, deneyimlerinin bedensel ilintileri ve Öteki ile olan bağlamlarını tartışmaya açmaktadır. Bu aşamada Ponty’nin başyapıtı “Algının Fenomenolojisi”[22] adlı eserine de sık sık başvurulmaktadır. Bu sayfalarda Ponty’nin Husserl’in fenomenolojik çalışmalarını onaylama çabaları dikkat çekmektedir.

Beden

Beden, fenomenolojinin çalışma alanlarından biridir. Beden, algıla-n-manın merkezini temsil ve teşkil eder. Beden neden önemlidir?[23] Ponty’e göre beden bizi şeylere yanaştıran, bitiştiren şeydir. Beden, algının tesisinde başat rol oynar. Beden hem nesnenin hem de başkasının dünyasına bizi dahil eder. Beden bakış açımızı ve çıkış noktamızı oluşturur (Sartre, 2023: 350).[24] Dünyaya gelmek bedenlenmek bir bedene sahip olmakla aynı şeylerdir. Sartre’a göre dünyada olmak, dünyaya doğmak bedenleşmekten başka bir şey değildir, eğer bir dünya varsa ‘bedenim var yani ben varım’ demektir. Sartre devam eder: “Onu algılamıyorum, ben oyum.”[25]

FİT Neden Okunmalı?

Türkiye’de çok geç çalışılmış[26] bir alan olması hasebiyle fenomenoloji oldukça genç ve henüz tam anlamıyla çalışılmamış bir alanı işaret etmektedir. Fenomenoloji tam anlamıyla hala anlaşılmış değil. Onun bir felsefe yapma tarzı olduğunu söyleyenlerin yanında daha kategorize edip sadece bir yöntem olduğunu dile getirenler var. Husserl felsefenin kesin bir bilim olmasını istiyordu ve fenomenolojiyi bu yüzden çalıştı. Husserl gibi diğer fenomenologlar da Dünyanın nesne ve özne tabanlı kurulumuna dair apaçık bir alan arzuluyorlardı. Fenomenoloji gerçekten oldukça zor ve geniş bir alana yayılan bir sistem. Bu açıdan çalışılması meşakkatli bir alan. FİT bu bağlamda yardımınıza koşan bir kitap olabilir. Sade ve anlaşılır diliyle özenli bir tercüme. Husserl’den Heidegger’e, Ponty’den Stine’a kadar yelpazeyi geniş tutan bir okuma referansına sahip. Ayrıca felsefenin pratik bir alanına işaret ediyor. Fenomenolojinin uygulamalarına değinen FİT bu cihetiyle felsefenin gündelik hayattaki yansımalarına dikkat çekiyor. Özellikle sosyoloji ve psikoloji disiplinleri tarafındaki pratikler ilgililerinin dikkatini çekebilir. Kitap, felsefe ve toplumsal ilişkilerin bağıntısını fenemonolojik düşünümle tekrardan kurarak ön plana çekmektedir. FİT bu anlamda havada uçuşan birtakım felsefi çıkarımlara değil kanlı-canlı karşımıza dikilen Biz ve Ben’in tesis edilmesinin önünü açmaktadır. Empati gibi iletişimsel kavramlara da eğilen Dahavi, felsefeye birazcık olsun ilgi duyan kişilere yönelik üstüne düşen misyonu fazlasıyla yerine getirmiş diyebiliriz.

Son söz-ek

Husserl’e göre fenomenoloji (salt özcülük) tüm bilimlerin merkezinde yer almaktadır. Hatta felsefenin kesin bir bilim olarak konumlandırılmasında öncü rol oynamaktadır. Dolayısıyla bilimlerin nazariyesi ve perspektifi fenomenolojik süreçlerle kendisini belirler yapıdadır. Hediegeryan tabirle kendi üzerine kapanan Varlık [dünya] tarihi dikkate alındığında fenomenoloji gündelik olanla öznenin tekrardan apaçıklık içinde karşılaşmasını, dolayıma girmesini müjdelemektedir. Dan Zahavi’nin “Fenomenoloji: İlk Temeller” kitabı bu cihette fenomenolojiyi tekrardan bize sunarak olgusal dünyanın aslında henüz tam olarak saf bir içeriğe oturmadığını ispatlar nitelikte bir çalışmadır. “Fenomenoloji: İlk Temeller” her ne kadar bir giriş kitabı mahiyeti taşısa da aslında fenomenolojinin tekrardan diriltilmesinin de önemli bir temsilcisi sayılabilir.

Can Murat Demir

[1] “Fenomenoloji: İlk Temeller”
[2] Bilindiği üzere fenomenoloji sürekli betimlemeyi öngören ve totolojilerle beslenen bir süreçtir.
[3] David Woodruff Smith, “Husserl” (İstanbul: Alfa, 2019; 71).
[4] Dan Zahavi, “Fenomenoloji: İlk Temeller” (İstanbul: Ayrıntı, 2020; 19-21).
[5] a.g.e., s. 20.
[6] a.g.e., s. 22.
[7] Heidegger “Varlık ve Zaman”da şunları söyler: “Fenomenoloji başlığı o halde şu şekilde formüle edilebilecek bir düstura sahiptir: ‘Şeylerin kendisine!’ -her türlü mesnetsiz kurgulamaların, tesadüfi bulguların, sözüm ona tanıtlanmış kavramların devralınmasının, nesiller boyunca birer ‘sorunsal’ sanılarak yayılan sözde soruların karşısında olarak” (Martin Heidegger, “Varlık ve Zaman” İstanbul: Alfa, 2020; 55-56).
[8] D. W. Smith, “Husserl” (İstanbul: Alfa, 2019; 24).
[9] Heidegger, Varlık ve Zaman’da fenomenin karşıt anlamını “örtüklük” olarak belirler.
[10] E. Husserl, “Kesin Bilim Olarak Felsefe”
[11] D. W. Smith, “Husserl” (İstanbul: Alfa, 2019; 27).
[12] FİT., s.34.
[13] FİT., s.35.
[14] FİT., s.42.
[15] Bu meşhur motto, sadece psikolojizmin ya da kisşisel yargıların değil, bilimsel tavrın da yani bilimciliğin de askıya alınmasını ima etmektedir. Husserl açık bir dünya görüşünü arzulamaktadır. Bu görüşün önündeki her engeli “yok saymadan” aşmak, “paranteze almak” gereklidir.
[16] Yunanca “kaçınmak” anlamına gelmektedir: Yunan kuşkucularının kullandığı kavramlardandır.
[17] D. W. Smith, “Husserl” (İstanbul: Alfa, 2019; 304).
[18] a.g.e., s.307.
[19] Epokhe, şeylerin şey olmaklıklarının, oldukları gibi varlığa çekilmelerinin önünü açar.
[20] Radikal bir Descartesçılık.
[21] FİT., s.47.
[22] Zahavi’ye göre “Algının Fenomenolojisi”nin Önsözü ‘fenomenoloji nedir’ sorusunun ayrıntılı cevabını içermektedir FİT., s.78.
[23] “…hem Husserl hem de Fransız fenomenologları bedene özel bir statü yükler, çünkü bedenin dünyayla, başkalarıyla ve kendimizle ilişkimizde derinlemesine içerildiği düşünülür.” FİT, s.100.
[24] Akt. Zahavi.
[25] Akt. Zahavi.
[26] Türkiye’deki fenomenoloji çalışmaları için bkz. Takiyeddin Mengüşoğlu, Nermi Uygur, Önay Sözer ve Ahmet İnam.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak