Nedir görünmeyen? Bir fikir, bir ruh, bir hayal? Hangisi? Soruyu değiştirerek yeniden soralım: Bu saydıklarımızın hangisi daha şeffaf ve amacına uygun hareket etmektedir? Biz bu dünyada ne ile meşgulüz? Gerçek-lik nerede? İnsan-lık neden ruhunu kaybetti?
Bütün bu soruların kaynağını düşündüğümde aklıma gelen ilk cümle şu: Bence asıl görünmeyen insandır, adeta çürümeye yüz tutmuş bir meyve gibi ağacından düşen insan… Ne ağacı ne de toprağı özlemektedir o. Soysuz bir maceraya evet diyerek kendi talihini elleriyle parçalamış olan bu yaratık şimdilerde sadece maddenin nimetlerini özler olmuştur. İşte asıl meselemiz budur, insanın kendini maddeye bağlaması ve bunu bir amaçmış gibi her yerde haykırmasıdır. İnsanlık tarihi, amaçlar ve araçların yer değiştirmesinden başka bir şey değildir. Hazin ama gerçek olan budur. Bu yazı, saptırılmış olan asıl amaçların yerli yerine oturtulmasıyla ilgili bir iç çekiştir. Kaynağa inmeyi ve felsefenin asıl amacını müjdelemektedir.
Fenomenlerin felsefesini yapma vakti çoktan geldi de geçiyor. Fenomen olgusuna eğilmekten korkan filozof artık gözünü semaya, hayaletlere ve ruhlar dünyasındaki vakalara çevirmelidir. Düşün insanı yani filozof, terkettiği misyonunu tekrardan üstlenerek yeniden tanrılar katına yükselmenin yollarını aramalı ve yüklendiği sanal mirası sırtından atmalıdır. Çünkü gerçek-ler ruhsal olanın ve ona ait gizemin içinde yuvalanır, maddenin içinde değil. Bu saptama modern dünyann görmezden geldiği biricik handikaptır.
Evet, dünya dışı (fizikdışı) varoluşların tezahürüne meyil etmek, varoluşun amacı ve dünyanın metafiziksel kökenine ilgi duymaktır. Maddenin ruhsal kaynaklarına ve tekamülün olanaklarını mümkün kılmaktır. Madde ancak ve ancak ruha hizmet için vardır. Ona kaynaklık etmek için değil. İşte varoluşumuzun yegane sorunsalı da budur ve varlık alanının amaçlarını da hiçlemektedir. Bknz: Damarlı Mermer
Uzay boşluğunun ve dünya dışı bağlantılarının felsefesi yapılabilir. Bu uğraş alanı tüm kökenleriyle felsefenin konusu olmalı. Evet, felsefenin matematiğini yapmamız gerektiğini düşünüyorum. En azından felsefeyi insan ve meta fetişizminden kısaca maddenin ve varlığın sıradanlığından kurtarmalıyız. Çünkü asıl bilgi bu dünya da değil görünmeyen âlemlerde saklı. Bunu nereden mi biliyoruz? İnsan varlığının köhnemiş varlığından… İnsan yavandır, sıradandır ve hayat hakkında bize verecek hiçbir şeyi kalmamıştır. İnsan mahvolmanın tarihidir. Varlıklar planında sadece bir yansıtıcıdır. Bknz: Kendini Terketmek
Filozof bir yönüyle uhrevi olmak zorundadır. O aslında bir ruh kılavuzudur. Gücünü sezgi ve bilgisinden alan bir rehberdir. Ve bu bilgisi sadece görünen dünya da değildir. Buradan bakıldığında filozofun metafiziğini ve yöntemlerini yeniden tanımlaması şarttır ki filozofun aynı zamanda bir simyacı olduğunu da eklemeliyiz.
Babadan oğula geçen bir zanaat gibi işlenen ruhani yeteneği böylece filozofun en kutsal nimeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Filozofluk mesleğinin yeniden tanımlanması bu yüzden bir zorunluluktur.
Felsefe kutsanmış bir tanrı oyuncağıdır. Tanrısal bilginin özü ise yeryüzünde bulunamaz. Bunu not etmeliyiz. Bu çok önemli bir felsefi tavırdır ve devrim niteliğindedir. Felsefe ve filozof ikilisi büyük bir sorumlulukla dünya ve türevi olan maddenin müptelalığından kurtulmalı ve insanlığa ölümün bilgiye açılan bir kapı olduğunu metafiziğin ve ruhani dünyanın gerçek olduğunu haykırmalıdırlar. Bknz: İnsanlığın Sonunu İzliyorum!
Örneğin; Roswell Vak’ası. Paranormal içgüdülerin materyalize olmuş en iyi ispatıdır. Gerçekliğin boyut değiştirmesi ya da üzerinde oynanmasına fırsat verilmesi ancak bu sayede mümkün olmuştur. Bu vaka Amerikan tarihine bir fenomen olarak damgasını vurmuş, daha sonra insan varoluşunun fakirliğini gözler önüne seren bir gösterge halini almıştır.
Kozmik ziyaretçiler her zaman olmuştur. Bu bilgi yeni bir bilgi değildir. Bu fenomenler ve oluşlar, spiritüalistler, şamanlar, bazı eski kavim uzantıları (Kızılderililer vs.) ve bir kısım Kabalacı Yahudiler tarafında da bilinmektedir. Paranormal aktiviteler ve dünya dışı (galaksilerarası) deneyimler dünyanın her yerinde bir salgın gibi kendisini gösterirken felsefenin bu kanala girmemesi acizliktir, korkaklıktır hatta bu konuda modern filozofların çok geç kaldığını da eklemeliyiz. Bu aymazlık bir hayalperestin rüyasından çok daha fazlasını temsil etmektedir. Nuh’un gemisine inanan insanoğlu kozmik fenomenolojiyi yok sayarak sadece kendisini aldatmaktadır. Kendi sefaletini görmeyerek dünyanın tek sahibi olduğunu iddia etmektedir. Bu insanın klişe acizliğidir.
Sonuç: Amerikan rüyası kesintiye uğrayarak tüm dünyaya şunu fısıldamıştır:
Yalnız değiliz!
Filozoflar modern yüzyılda hatta antik çağlarda bile genelde varlığın ve gözle görülebilen nesnelerin felsefesini yaptılar şimdi ise sıra görünmeyenlerin felsefesinde. -Bu meyanda manifestomuza göz atabilirsiniz- Evet, yalnız değiliz! Bunu her yerde görmek mümkün. Havada, suda, semada, ölümde ve hayatın her dalında hatta sanatta, sinemada, şiirde ve edebiyatta. Yalnızlık sonsuzluğu doğuran varlığa emanettir, yani O’na…
Gerçek acıdır ve görünmeyenlerin dünyasına aittir, bunu artık idrak edip sezebiliyoruz. Biz felsefeciler hep dünyevi acılara eğilerek önümüze bir nimet gibi servis edilen bu hayatın değer yargılarına göre bir şeyleri sorguladık. Ama yanıldık! Bu yanılgı bize pahalıya mal oldu ve tüm tanrısal sezgilerimizi yitirdik. Tanrısal olanın değil maddenin bezirganlığına soyunduk. Bu yüzden felsefe yüzyıllardır kürsülerde sadece akademik zırvalarla ve kavram kargaşasına boğulup gitti. Şimdi onu ayağa kaldırma vakti. Şimdi insanın varlığının aslında ne olması gerektiğinin adını koyma vakti.
Filozofun içinde yatan bilgi ve bilme aşkını körükleyen “merak” duygusu artık tek bir şeye kanalize olmalı: Ruhani acıya.
Peki, felsefe neden bu denli duyarsız kaldı? Neden filozoflar salt olarak materyalist bakışı benimsedi? Bu sorunun cevabı, bir yandan dünyanın ve bedensel hazların önemini, bir yandan da insan varoluşunun amacını izah ediyordu. Kısacası bu soruların cevabı bizim yaradılışımızdaki tanrısal dokunuşu simgeliyordu ve klasik felsefeye göre bu bir gizdi, sadece teolojinin konusu olmalıydı. Peki neden? Felsefe dinden ve yaradandan nefret mi ediyordu? Böyle olsaydı ortaçağda felsefe olmazdı, kaldı ki bu çağın en önemli filozofları azizlerdi. Öyleyse bu kaçışın sebebi neydi? Filozof olma durumu sekülerlikle neden yoldaş oldu? Reform hareketlerinin, Fransız Devrimi’nin, ulusalcı – komünist anarşinin veya Rönesans dalgasının asıl amacı tanrıdan ve ruhsal olandan kaçış mıydı? Ne yazık ki evet! Siyasal tarihe bakıldığında fikirsel devinimler tek bir töze hizmet ediyordu: MADDE’ye…
Bu soruya evet cevabını vermemiz kaçınılmaz. Çünkü bu kargaşaların sonucundaki felsefi tartışmaların kaynağı yine idealizm altında yutturulan materyalist tavırdı. Bu fikir kavgaları ve hareketlenmenin sonucunda maddenin hem meta (üretimsel) hem de zihin olarak türevlerini önceleyen bir sürü siyasal ve ekonomik akım doğdu. Liberalizm, Sosyalizm, Faşizm, Komünizm, Feminizm, Milliyetçilik, Demokrasi vs. Hepsi yalana teslimdi, insandan uzak bir prototip öngörüyorlardı. Bknz: İçgüdüler: Terkettiklerimiz
Bu tespitler acımasızca gelebilir fakat gerçektir. Görünen o ki çıkarların raks ettiği günümüz dünyasında maddeye müptela insan modeli ile artık felsefe yapılamamaktadır. Kürsü (akademik) ve züppe felsefesi sadece çöplüktür. İçi boşaltılmış ve kurcalanmış kavramların yatağıdır. Devinimden yoksun, yavan, yüzeysel, asıl cevherden uzak bir kaçışı simgelemekteydi.
Ne yazıktır ki bu gerilemenin ve saçmalığın içinde felsefe gibi bir nimet sefalete sürüklendi. Ruhunu ve aşkını kaybetti. Yaşanan felaketleri, ekonomik krizleri ve bunların uzantısı olan fikirsel tartışmaları, küresel kapitalin gölgesinde, modern devlet hegemonyasında damıtıp durdu. Bu yanlıştı. Sonuç hüsrandı. -Bu yoksunluk kendini tanımaktan korkan bir ucubeyi yarattı. Yani modern insanı. Felsefe ve bilimle diriltmeye çalıştığımız, gölgesinden bile korkan bu “insan”, din yobazlarının, tüccarların, politik sömürünün ve güdümlü bir felsefenin başaktörü oldu.
Yanıldık.
Felsefeyi, mutluluğu ve hayatın gayesini çıkarlarımızın buyurganlığında aradık.
Yanıldık.
Can Murat Demir
Dünyada esen rüzgar, evrende yok olmayan enerji. Hareketin kaynağı hareket, yani ilerlemek. Yoğun olarak ateşten seyrek olan havadan. Maddenin önemi madde oluşumuyla güneş dünya uydu ilerlemese insanoğlu da evrenin toplam potansiyeliyle toparlanıp yürüyemezdi. İnsan oğlunun güneşi de filozoflar olmuştur. Her mesleğin uzmanı olduğu gibi her şeyin filozofu da olabilir. Din adamlarından bilim adamlarına bir ilerlemede. Filozofluğun kaynağı okumak ve düşünmektir.
Felsefe ve görünmeyenler, bir yürüdüğümüzü biliriz ama tam göremeyiz. Ruhun derinliklerine düşünce yolculuğu bir hareket ettiğimizin kaynağınadır. Bir zihinle bir ruhumuza varmaktır. Etkileyici bir yazıyla bir etkileşim güzel oldu. Bende teşekkür ederim.
Etkileyici bir yazı olmuş. Elinize sağlık. Ben insanlığın, ruhun derinliklerine doğru yolculuk etmeye başladığını ve ruhu bilimle beraber açıklamaya başlayacağına inanıyorum. Yanıldığımızı anlamamız yakındır. Anladığımızda doğru yola girmemiz kaçınılmazdır.
Ruhsallığı iyi incelemek lazım. Çünkü konuşan ruhtur aslında, düşünen de… Tekamül eden de… Her şeyi ruhsallıkla açıklamak mümkün.
Sanırım aynı şeyleri düşünüyoruz. Teşekkürler ziyaretiniz için.