Felsefe ve aşkın çocuğu: Tanrı
Felsefe ve aşk aynı şeylerdir aslında, her ikisi de yer bitirir insanı. Tenin ve ruhun yenilenmesi aşamasında hem felsefe hem de aşk birlikte rol oynar, biri tenini güzelleştirir, diğeri ise ruhunu. Her ikisi de acımasızdır bu konuda! Sağlam yoldaştırlar.
Aşk felsefeyi yaratmıştır ya da tam tersi… Çünkü felsefe yapmak, aşkı gerektirir, ya da aşkın metafiziği çokça felsefe barındırır. Şeytana kulak verirsem, aşk ve felsefe sevişiyordur, çocukları da bizleriz, bu olabilir mi! Bence makul. Seksüel anlamda değerlendirme yaparsak, aşk felsefeyi her zaman becerir diyebiliriz. İnanıp inanmamak size kalmış.
Aşk ta felsefe de birbirinden doğmuştur, en büyük filozof Sokrates değil Mecnun’dur. Mecnun felsefesi de Nietzsche gibi balyozu nesneye vurmaktan hoşlanır, yok etmeye meyillidir. Biri düşünce de büyük bir delik açarken, diğeri kayalık araziyi seçer. Nietzsche ve Mecnun ilk kez bu yazıda bu denli benzeştirildi değil mi? Çok komik ama yine de bundan korkmalıyız çünkü hem fantastik hem de trajik benzerlik.
Gel gelelim…
Bu yazıda sonuç yok, sadece sebepler var ve unutmayın, her sebep aşkın içine sallandırılmış bir sarkaçtır. Tuhaf olan felsefenin aşk karşısındaki acizliğidir. Ve buradan hareketle bizzat öğrendiğim üzere aşk daha yıkıcı ve uhrevi. İşte sebep bu yüzden sonucu eziyor ve ondan bir çocuk peydahlıyor! Çocuğun adı ise: Tanrı.
Sonunda sırrı çözdüm, hepimiz akrabayız ve buna nazaran diyorum ki; Tanrı, aşktan doğan felsefenin gayri meşru çocuğudur!
Can Murat Demir