Felsefe, sarsıntılı bir dil-üslup arzuluyor. Bu efektif devinimler, fikirler dünyasının kayganlığının hayatiliğini de önceler. Zira bu metafizik süreç bir komediye dönüşebilir. Bu rezalet ancak ve ancak filozofun ölümcül dikkatiyle dağılabilir. O, her şeyi kendinde yeniden yaratmalıdır. Felsefe her şeyi ve herkesi infaz etmek zorundadır. Bu infaz kendi içinde bir saflık arayışı ile ilgilidir.
Aşırılığın acımasız dili… her şeyden çok daha ayartıcı ve ezicidir. Yok ettiği her şeyi kendine benzetmeye çalışan uslanmaz bir canavar o. Şiirsel bir acının dili ve rengi yoktur zira O sadece özgürlüğü arzular.
Varlığın hezeyanı metafizik bir sinsilikten kaynak bulur. Biri olmadan diğeri yadsınamaz.
Plansız öfke patlaması.
Varlığın savsaklanması -üstünlük kurma içgüdüsünün vasat bir hezeyan ile size baskı kurmasıdır. – Bir metafizik tuzak: Gücün elden bırakılması sürüngen ve alçak bir tesellidir.
Bir ince tınıdır ruh. İçinde türlü işkencelerin türlü saldırıların izlerini taşır. Bir etten engebe ya da aşılması gereken bir arzu. İnsan bu iç döküntülerini savuşturmayı bilmeli. Zira çılgınlık denilen sınırsız müptelalık sizi kuşatır ve zihninizi esir alır.
Ruhun içten içe yanması aşk değildir. Bu isimsiz bir çılgınlığın aşırılığıdır sadece. O sesini duyurmak isteyen kaçkın bir kahramandır. Kendi kendini yemeye ve kendi içine boşalmaya meyillidir.
Bir iç patlamanın ardında umarsızca çırpınır çılgınlık. Engel tanımaz bir düşman gibi gurursuzca saldırır bilinçaltına. Ve meçhul soru bir gök gürültüsü gibi çatırdar: Ne kadar istiyorsun bu hayattan? Ne kadar vazgeçtin? Cevap: Hiç.
Kötülük nedir?
Diğerini içsel ve dışsal olarak yani niteliksel olarak sevmemek ve bu kötücül içgüdüyü beslemeye devam etmek. Kötülük fikri süreklilik arz etmezse sindirilmiş bir iyilikten başkası değildir.
Umutsuz topraklarda umut edenler işkence içindedir. Kendilerine ihanet ederek güç istençlerini bir diğerine devrederler. Bu müptelalık durumuna fedakârlık diyoruz. Yeni bir icat yeni bir yozlaşmışlık tarihi böyle yazılır.
Yazma eylemi içsel bir coşkudur. Kendinle kalabildiğin nadir anlardan biridir.
Doğum.. Bir patlama. Bir çöküşün tezahürü. Bir felaket tellalı. Ölümü içselleştiren her hastalıklı birey çürümenin önüne geçemediği için kendisini ölüme yatırır. Bu kabullenme talihsiz bir dua gibidir.
Coşkunun kibri ya da esareti olamaz. Coşku bir kendinden geçişin dış dünyaya patlamasıdır. Bu bir gök gürültüsü gibi ani ve plansız gerçekleşir. Hem dışsal hem de içsel tüm güçlerin hiçe sayılmasıdır. Bir mit bir gelenek ya da bir dogmanın ters yüz edilmesini andırır.
Metafizik olmadan felsefiyat olmaz. Lanet felsefe her yerden saldırıyor iradeye!
Doğayla zıt içgüdülere sahip olana İNSAN diyoruz. Bu yüzden acıyla kıvranırız. İnsan varoluş sızıntısıdır. Kaçkını olduğu tek şey kendisidir. Çünkü modern insan bir çöküntü alanıdır. Her şeyi kendi gibi nesneleştirmeye meyillidir. Zira Ruhu alçak olanın hakikati de alçak olur. Nesne olmak köleliktir. Şey değil yaratıcı olmak vazifemiz. İnsan, bir çöküşün habercisidir. Kendine kıyan ve kendine yüz çeviren bir yokluk peygamberidir o.
Dünya güzellemesi ölümün başladığı yerde filizlenir. Ölüm olmasaydı dünyanın hiç bir anlamı kalmazdı. Ölüm dünya ve yaşamın yoldaşıdır. Ölüm olmadan her ikisi de birbirini hiçler. İnsan olmamış bir hamlıktır. Serüveni ölümle anlam bulan ve mecbur olan tek varlık alanıdır. Ruhu yoktur ama yine de varmış gibi davranarak kendisini aşağılar ve yaşıyormuş gibi yapar. İşte bu hezeyana gerçeğin ortaya atılması ya da ölüm diyoruz.
İnsan, aptallığın zarafeti, aklın sefaletinin tek delilidir. O hiç yaşamamıştır. Yaşamayı hak etmeyene insan denir. Bu nerden bakılırsa bakılsın kutsal bir ironidir. Bu içe çöküş insanın hayata bağlandığı göbek bağıdır. Her bağlılık yozlaşmanın imlenmesidir.
Yılan sürünür. Her şeyi yutar ama aldığı tat toz ve topraktan başkası değildir. En iyi av bile toz toprak tadından öteye geçemez.
Sevgiyle bağlıysan felaketler bir hiçtir.
Her arzu bir Ülkedir keşfedilmeyi bekleyen.
Modernite bir hayalettir. Hep aynı yerde sağlanıp kalan bir anın sürekli tekrarlanmasıdır. Tekrara düşen ise insandır. İnsan-lık kendisini tekrara ve yozlaşmaya mahkûm etmiş tek varlık alanıdır. Kapitalizm ise, insan yozlaşmasının beslendiği biricik kaynaktır. Önce insanı sonra da toplumu hasta eder. İlişkilerle oynarken maddi bir kaygıyı insanın içine işler ve beraberinde getirdiği ikinci musibet ise yalnızlıktır. Kapitalizm son aşamada insanın yalnız kalmasına gebedir.
Ego şeytani bir icattır.
Etinin dışına çık. Onu mezara çek.
Korktuğu ve kullanmaktan çekindiği tek kelime var İnsan’ın: “ÖLÜM”. Felsefe, ölümü anlamlandırma gayretidir.
Bilim hiçbir şey söylemez İnsan varoluşuna dair. Bilim için insan bir söylencedir. Ölümün fiziği uykunun fiziğine benzer.
“Varoluş” araftır, o, aklı ve kalbi arasında med cezirler yaşayan insanının vatanıdır… Cennet cehennemin cehennem de cennetin içindedir.
İnsan bir dönüşüm mabedidir. Bu gerekçeyle yaratılmıştır.
Tek bir gerçeğin ağzından dile geliyor dünya.
Beden bir hapishanedir.
Hayvan gecedir, insan ise gündüz. Tam tersinin olması için çabalıyoruz.
Tüm peygamberler “şüphecidir” ve şüpheciliklerinin türevi olarak da çağlarına göre “devrimcidirler.” Her peygamber sorgulayan ve merak edendir. Bir peygamber asla reformist olamaz.
Sonsuz İyi’den türevlenen hiç bir şey sonlu olamaz. Ölüm sadece bir hal değişikliğidir. O bir çözülmedir. Tesirlerin ve titreşimlerin zayıflamasıdır. Sonsuz olandan sonlu bir şey türeyemez.
Varlık, kaos alanıdır. Kaos ise kendinden çıkıp tekrar kendine döndüğünde kendini bulamamandır.
Etin kokmasını tuz önler. Ve tuz ete lezzet verir.
Medeniyet: Konuşan hayvanın tımar edilmesidir.
Ölüm ve ötesini hala bilmediğimiz için tedirginiz. Cezalandırma (cehennem) fikrini de bu eksikliğimizden türetiyoruz.
Sonuç
Her bilgi eksikliği bir cezayı ve beraberinde korkuyu getirir.
Tek ve mutlak bir gerçeğin gölgeleriyiz.
Felsefe de her şey gibi tanrısallığın bir yan ürünüdür.
Tüm izm’ler içinde çöküntü barındırır. Çünkü tatbikatta hüsrana gebedir. Çünkü insan salt kendisine çalışır ve yontar. Burada da hilkat kanunları geçerlidir. Yani böyle olmak zorundadır.
Bir şeyin hayali varsa kendisi de vardır.
Karanlık içinden geçebileceğin bir şey değildir. O’nu sadece deneyimleyebilirsin. Hem de ölümüne ve tek başına.
“Bela” dediğimiz mefhum aslı itibariyle bir kutsamadır.
İnsan, tarih boyunca içi boşaltılan, güçten düşürülen, çarpıtılan, tecavüz edilen, manipülasyona maruz kalan, yozlaştırılan, soysuzlaştırılan… Tek şeydir. O, dünyevi arzular uğruna kendinden vazgeçirilen tek öznedir; işte bu sebeple, artık bir özne değil sadece bir nesnedir. Kendi kendisinin ilacı olan tek hastalıklıdır “İnsan”
Can Murat Demir
–Twitter derlemesi-