İslam felsefesinde klasik(kurucu) metinlerin yeri muazzamdır zira bu metinler İslam temeddün hareketinin de miheng taşını oluştururlar. Bu eserlerin kimisi tahkik ehlinin elinden çıkan şarih zihniyetinin ürünüdür, kimisi tahkir eden dönemin önde gelen akımlarını eleştiren oldukça nüktedan ve cüretkar metinlerdir.
El-Munkız Mine’d Dalal yukarıda bahsettiğim tahkir ve tahkik yönü ağır basan metinlerden biri. Orta çağ filozofları ve dönemin ileri gelenleri, Gazzali’yi feylosof olarak değerlendirmek isteseler de El-Munkız Mine’d Dalal bana göre tipik bir epistemolojik çerçeve çiziyor ve mutlak gerçeğin “hakikatin” yolunda ter dökenlerin yoluna kendine has üslubuyla ışık tutuyor. Bu anlamda rehber, uyarıcı ve hassasiyetle işlenmiş bir metin diyebilirim. Gazzali bir müderris, bir medrese hocası, haliyle tüm tecrübesini hakikat yolcusunun önüne sermekten çekinmiyor, korkmuyor, evet bu anlamda cesur bir adam Gazzali, zira yazdıklarını tasvip etmeyecek bir çok tarikat ve ekol da mevcut. Örneğin İhvan-ı Sefa Hareketi (Batıni ya da İsmaili) grup bunların başında geliyor. [1]
Gazzali’nin Metodu
Gazzali, döneminin en ünlü hocalarından biri, bunun yanında siyasi otoritenin desteği de arkasında. Bu bağlamda korkmadan yazabiliyor, tedris ediyordu. Ama bunların yanında Gazzali’nin her isteği gerçekleşiyordu ama tek bir şeyden yoksundu: Hakikat. Gazzali’nin “yoksunluğu” onun uyanışının da başlangıcıydı. Gerçek bir entelektüel kriz yaşıyor hakikate karşı büyük bir arzu duyuyordu.
Gazzali krizinin kökeninde “neye inanmalıyım” sorusunun büyük önemi vardır. Bu bağlamda akli bilginin sınırlılığı ve yanıltıcılığı Gazzali’nin dikkatinden kaçmıyor. Ona göre fikri anlamda itidal ancak ve ancak tahkik yoluyla öğrenilebilir. İslam düşüncesinin içine düştüğü bidat (Hıristiyan Orta çağ mistisizmi ve Antik Yunan Paganlığı) bataklığı ancak ve ancak Nübüvvet yolundan geçerek aşılabilirdi.
Gazzali bu krizi aşmak ve fikri anlamda rahatlamak için devrin en önemli eserlerini okuyor, bilimler tasnifini geliştiriyor, ayrıca meşhur ekolleri eleştiriye tutup ciddi bir tahkik çalışması yürütüyor. Öncelikle Hakikat ehli olan ya da bu alanda iddia sahibi olan grupları tespit etti. Bunlar sırasıyla,
- Kelamcılar,
- Batıniler,
- Filozoflar,
- Sufiler’di.
Kelamcılara Yönelik Eleştiriler
Gazzali yaşadığı buhranı aşmak için önce Kelamcıları ele aldı. Biliyordu ki bir ilim çevresini ya da ekolünü eleştirmek için o çevreye ait tüm eserleri çalışmak ve öğrenmek gerekliydi. Gazzali’nin bilmeye ve bilgiye bakış açısı takdire şayan çünkü Gazzali epistemolojik çerçevesini eleştireceği ilmi tamamen tüketme (ilimde uzmanlaşma) yoluyla çiziyor. Kendisinin de bir mütekellim olmasına rağmen Gazzali Kelamcıları neden eleştirdi? Daha doğrusu eleştiri yağmuruna tuttuğu tüm ekollerin ortak bir yanlışı vardı. Gazzali’nin El-Munkız Mine’d Dalal’i yazmasının tek nedeni de buydu aslında onun tüm hakikat paydaşlarına yönelttiği ölümcül tek bir eleştirisi var: Nübüvetin Önemi. Ona göre Filozofların, Kelamcıların ve Batınilerin es geçtiği ya da yeterince önemsemediği tek bir müessese var: Sünnet. Gazzali hakikate ulaşırken Peygamberin önemini vurgulayarak, Hakikat tecrübesinin doruk noktası olan Peygambere dikkat çekiyor ve Peygamberin yaşayışını ya da uygulamalarının öncü sayılmasını salık veriyor. Gazzali’nin tek derdi bu, o Hakikat-i Muhammediye‘nin peşinden gidilmesi gerektiğinin altını çiziyor ve “sünnet” dışında yer alan İslam temeddün hareketini bidatçi ve Hakikatten uzak olduğunu ilan ediyor. Özellikle Kelamcıların haddini aştığını şu cümleler ile açıkça bildiriyor: …Kelamcılar , işlerinin hakikatini araştırmak suretiyle Sünneti savunmanın ötesine geçtiler; cevher, araz ve bunlarla ilgili hükümleri incelemeye koyuldular.[2] Bu şu demek; Kelamcılar işlerini terkedip felsefe yapmaya koyuldular ve amaçlarını aştılar, dolayısıyla onlar artık feylesoftur (bilim adamı) ve mesailerini gereksiz şeylerle Hakikatten uzaklaşarak doldurmanın derdindedirler. Gazzali Kelamcıları kitabına dahil etmiştir ancak onlara çok az bir yer ayırmıştır, bu da dikkat çekici bir diğer noktadır.
Felsefeye Yönelik Eleştiriler
Gazzali ilimlerle iştigal ederken eleştiri oklarını bu kez felsefeye yöneltir. Ona göre hakikat değil küfür ehlidir feylesof. Bu ekolü de kendi içinde Yaratıcı kavramını hiçe sayan Materyalistleri, Deist bir Tanrı varlığını ileri süren ancak Ahiret inancını dıştalayan Tabiatçıları ve daha birçok ilim dalını bidat ve küfür içinde olduğunu söyler. Bu ilim adamları içinde İbn-i Sina ve Farabi’de payına düşeni alır.Gazzali felsefeyi topa tuttuğu bölümde(syf 13-27) sadece Aristoteles için olumlu kanaatini dile getirir ve hakkını teslim ederek dönemin Aristo şarihlerinin yanlış aktarımlarının Aristoteles’e mal edilmemesi gerektiğinden bahseder. Bu bölümde ayrıca İhvanu’s safa[3] hareketinden bahseden Gazzali bu Batıni neşriyatı şiddetle tekzip eder.
Gazzali feylosofların ölümcül bir hatasından bahseder: Tanrının fail değil edilgen bir yapıda olması. Felsefenin kendi içinde hataya düştüğü tek yer burasıdır, felsefe deizmin savunuculuğunu yapmaktadır.
Batınilere Yönelik Eleştiriler
Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi olayını başlangıcına yerleştirebileceğimiz Batıniyye diğer adıyla Talimiyye ekolü Gazzali’nin epey mesaisini almışa benziyor. Bilindiği üzere Batıniyye ekolünün siyasal ve dini düşünce tarafındaki önderi Hz. Ali’dir. Çünkü nübüvvetin yürümesi bu ailenin devamıyla ilintilidir. Nübüvvet(kozmolojik aile) soyu özel bir alakayı hak eder. Hz. Ali bu doğrultuda hem siyasi hem de dini bir liderdir. Masum İmam öğretisi de buradan gelir. Sonuç olarak Batıniler şunu savunmaktaydı: İmam öldürüldü ve nübüvvet terkedildi; bu hezeyan dönemin Şia yorumuydu. Peki neredeydi bu “gerçek masum imam?” Gazzali mealen bu soruyu sorarak bölüme başlıyor. Bu sorunun altında yatan kaygısı ise şu: Peygamber öldü ve nübüvvet kesintiye uğradı diyen Talimiyye neden Peygamberin tebliğini ve sünnetini hiçe sayıyor? Vahy hala bizimle. Bu arayışın altında yatan nedir? Ayrıca syf. 31’de bu görüşüne bir de ayeti kanıt olarak sunuyor: Bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinize nimetimi tamamladım.[4]
Gazzali bu bölümde İhvanu’s safa hareketine tekrar değinir. Felsefe bildiklerini ileri süren bu gurubun fikri dayanağını salt olarak Pisagor’a bağlar ona göre Aristoteles’in Pisagor’u reddetmesi ve dikkate almaması yeterlidir. Gazzali’nin bu bölümde tek bir amacı vardır, o da “masum imama” olan ihtiyacın gerçek olmadığını göstermek.
Sufilere Yönelik Düşünceler
Gazzali bu bölümde biraz daha rahatlamış ve huzura ermiş görünüyor. Kendisinin cehennemlik olduğunu idrak ettiği bir dönemdir bu. O artık başka bir meşrebe intikal etmiş eski Gazzali’nin kötülüğünü tüm çıplaklığıyla görmüştür. Öğrencilerini ve derslerini terketmiş, makam ve şöhretin dünya ehlinin işleri olduğunun farkına varmıştır. O artık arınma yolunda ilerlemektedir. Bunun için ne gerekiyorsa yapacaktır.
Gazzali dalaletten kurtuluşu Sufizm ekolünde bulur. Zira Hakikat Ehli keşf yoluyla idrak edenlerdir. Yani bu şu demekti: Sufiler sadece teorik anlamda bilgi ile meşgul değillerdi, onlar aynı zamanda bu bilginin “görme” tarafını Keşf yoluyla edinenlerdi. Bilindiği üzere Yahudi Mistisizmi olarak anılan Kabala öğretisinde de aynı kaygılardan söz edilir. Kabala’da “Görmek” “Bilmek” demektir. Sufiler teorik bilginin kurtuluşu veya ahlakı değiştirmede yetersiz olduğunu savunuyorlardı, Gazzali’nin krizi keşif yoluyla son bulabilirdi. Zira tasavvufla tanışmasının hemen ardından halvete girerek nübüvvet[5] ve ahlakı ile onulandırıldığını belirtmiştir. Gazzali bu sayede eski ben’ini terk etmiş bambaşka bir Gazzali olmuştu. Meşreb değişikliğini öngören tasavvuf ehlinin gerektirdiği gibi yaşamaya başlayan Gazzali derslerini ve makamını ve şanını şöhretini terketmiş, bu etiketlerin dünya ehlinin mesaisi olduğunu dile getirmiştir. El Munkız bu yönüyle bir entelektüelin krizden çıkışını ve ilahi arınma sürecine nasıl dahil olduğunun da bir ispatı niteliğindedir.
Gazzali’nin Biricik Gayesi
Gazzali bir krizin içinde debelenip duruyordu. Bu krizden ancak dönemin bilgi katmanlarını tasnif ederek kurtulabilirdi. O da öyle yaptı, öncelikle tasnif işine girişti daha sonra tahkike başladı. Bunu yaparken kendisi de dahil birçok ilim ehlini eleştiriye tabi tutar. Dönemin ünlü şarihlerini ve kurucu eserleri okumaya gayret gösterir. Adım adım ilerler Gazzali; onun hakikate yönelişi hiyerarşik bir sisteme tekabül eder. Bu anlamda Gazzali aslında bir epistemolojik çalışma yürütür. “Neye” “nasıl” inanmamız gerektiği üzerinde durur. Dini düşüncenin karşısına dikilen putlaştırılmış “aklı” sufilerin Nübüvvet yardımıyla çürütmeye çalışır. Gazzali tüm bunları yaparken bize cesur bir ilim adamı portresi de çizer çünkü dönemin çalkantılı siyasi çizgisi onu da tehdit etmektedir. Bu yönüyle modern entelektüel sınıfa örnek olabilecek bir yaşantısı vardır Gazzali’nin. Suikastlerden korkmamış, parayı pulu, şöhretini hakikat uğruna terketmiştir.
Gazzali’nin yakaladığı bir başka nokta ise insanların taklit yoluyla siyasi otoriteye tapınmasıdır. Bu ne dini görüşün ne de ilahi düzenin(nübüvvetin) amacı değildir. Bu başlıbaşına bir dalalettir oysa. Müellif el-Munkız’da taklidin nasıl bir hastalık olduğunu okuyucunun gözleri önüne sererken bunu yapmasının tek bir nedeni var: Bireysel olarak Hakikate ulaşmak. Gazzali hakikatin bireysel(sufilerde olduğu gibi) tecrübelerle edinilebileceğini öne sürüyor. Gazzali’nin dini düşüncenin toplumsal dinamiklerdeki yerini(önemini) belirlerken çizdiği tablo şudur: Herkes inandığını(taklit ehlinde olduğu gibi) söyler ama hiç kimse bu inancın ötesine bakmaz, bakmaktan muzdariptir. Bu yüzden de dini düşünce politikleşmiş ve dünyevileşmiştir. Dünyevi olan bir şeyin ahreti kurtarması da beklenemez. Bu manevralarla Gazzali, metafiziği ve söylemini müstakil hale getirmeyi onu taklitten kurtarmayı amaçlamıştır.
Gazzali’nin fedakarlığı ve azmine baktığımızda ortada devasa bir sosyal sorumluluk vardır. Onun yazdıklarının genel anlamda tek bir amacı vardır diyebiliriz: Dini inancı, Nübüvvetin tekrar ihya edilmesiyle canlandırmak. Tek gayesi budur müellifin. Ona göre amele dönüşmeyen fikrin hiç bir manası ve ehemmiyeti yoktur. Gazzali tefekkürünün nihai sonucu budur.
Sonuç
Aklın(tabiatın) değiştirilmesini[6] düstur edinen el-Munkız çizdiği çerçeveyle eşsiz bir epistemolojik plan sunuyor bizlere. Eser, modern dünyada hala çözülememiş “bilgi ve güvenilirliği” sorununu tahkik eden rehber bir metin. Orta çağın karanlık dönemlerinde yazılmış olan el-Munkız bilim yapmak isteyen herkesin arşivinde bulunması gereken bir eser. Savunduğu yöntemlerle, salık verdiği prensiplerle, getirdiği bakış açısıyla kadim olan bir sorunu “inanç sorununu” oldukça sade bir dille halk nezdinde ele almaya çalışan el-Munkız, modern dünyada içerdiği insani kaygılarla günümüzde okunmaya devam edeceğe benziyor.
Can Murat Demir
[1]Hasan Sabbah ve ekibinin suikastlerini özellikle dönemin Selçuklu sultanı Melikşah’ın veziri Nizamülmülk’ün öldürülmesini hatırlayalım. Gazzali 1085 yılında Sultan Melikşah’ın şafii fıkhı müderrisliğine atanmıştır.
[2]Hakikat Arayışı el-Münkız Mide’d-Dalal, İmam Gazzali,Tercüme Abdurrezzak Tek, Bursa Akademi, 2014
[3]Bu ilim grubu birçok tartışmanın ana kaynağını oluştursa da “Masum İmam” inancının bir uzantısıdır. Gazzali bu neşriyatı “Pisagor’un zayıf felsefesiyle yazılmıştır” diyerek küçümsemiştir.
[4]El-Maide, 5/3
[5]El-Munkız adlı metin başlı başına bir nübüvvet tahkikidir diyebiliriz. Bu anlamda metin sürekli olarak Peygambere göndermeler yapar ve sonunda kurtuluşun ve cennetin anahtarının nübüvvet makamının ellerinde olduğunu vurgular. Hatta yukarıda da bahsedildiği gibi müellifimizin tekrardan tekettiği derslere dönüş sebebi de bu Nübüvvet aşkıdır. Gazzali yaşadığı mistik tecrübe ve hallerden sonra nübüvveti tekrar anlatmak için döner derslerine. Bu kez tek bir amacı vardır, ne şan ne de şöhret umurunda değildir, o sadece Hz. Peygamberin misyonunu izah etmek için ders verecektir.
[6]Gazzali’ye göre aklın ötesinde bir güç vardır, bu güç görünmeyeni yani gaybın bilgisini edinmemizi sağlayan bir alemi işaret eder. Bu istisnai yeteneğin temsilcisi ve ispatı Nübüvvet yani Hz. Peygamberdir.