Levinas, ne bir felsefe ne de dini bir ritüelin parçasıdır; o insandır ve hep öyle kalmayı diler bizlerden. Bu bağlamda, ─tarifi imkânsız gibi görünür─ insan olmanın ne bir türü ne de cinsiyeti vardır: “İnsan insandır” ve bu oldukça çarpıcı bir gerçeğin işaret fişeğidir. Başka bir problem daha var: Levinas’ı nereye konumlandırmalıyız? Levinas, lafzın içine gizlenmiş bir fısıltıdır ─bir hakikat fısıltısı. Suratına baktığımda ya da lafzıyla yüz yüze geldiğimde aynı şeyi hissederim: Ötekine uzanan ama onu asla incitmeyen naif bir söylemin bezirgânı…
“Şunu söylemeliyim ki, onun etkisiyle kendimi çok yükseltilmiş buluyorum.”[1]
Emmanuel Levinas. Modern ve köhnemiş etiketlerden sıyrıldığında sadece bir insandır. Ne ateşli bir Yahudi ne de kin dolu bir Siyonist! O sadece bir insan! Varoluş gayesini gerçekleştirmeye hevesli bir yaratılmış! Başkasının sorumluluğunu üstlenmek isteyen, Ötekinin kaderinin Kendisine bağlı olduğunu görebilen bir âdemoğlu. Fedakarlığın ve Empatinin Tanrı katında en asil ve gerçek davranış olduğunu idrak etmiş, ilahi adaletin Bizim─gibi olmayan Diğerinin Suratında görmüş bir insan. Levinas sadece sağduyulu biri olarak karşımızda dikiliyor ve tek bir amacı var: İnsanın ahlaki zeminini ilahi emir ile mutabakata getirip akabinde sağlamlaştırmak. Yazarla bu karşılaşmamızda benim rolüm şu olacak: ne yazarı ne de Dört Talmud Okuması adlı kitabı dini ya da ideolojik birtakım saplantılara gark olmadan incelemeye çalışmak… Bazen “hermaneutik”[2] ilmini bazen de Yahudi kutsal metinlerindeki sıra dışı kullanımları esas alarak bu tarafsızlığı sürdürmeyi düşünüyorum. Bu karşılaşmada Levinas’ı yargılama görevi bana ait olmamalı, böyle bir misyonu asla üstlenmem; bu hem metnin ruhuna hem de müellifine karşı işlenmiş tarihi bir suç teşkil edebilir. İşin özü beyhude bir çaba olarak kalacaktır: ölüme yazgılı bir kaderin Ötekine (doğru) musallatı ya da küçük bir çırpınışı… Dört Talmud Okuması yazılmış bir nesne olarak Başkasına nüfuz etmek için can atıyor ve bu öylesine bir sirayet ediş ki ilahi emrin yankılanışı da ona zevkle eşlik ediyor.
İç-sunum: Ne zaman kendimi düşünsem hep Başkasına gider aklım. ‘Yazılmış olandan ne beklemeliyiz, ona hangi roller biçmeli, ondan ne ummalıyız’ bu gibi soruların yanıtlarını alabilmemiz için metinle karşı karşıya gelmeli ve onu yazarıyla birlikte rahatsız etmeliyiz. Bu rahatsız edişin kökenlerine baktığımızda karşımıza birtakım emirler skalası çıkar. Peki, yazılmış olanın ilahi bir düzlemde davetsiz bir misafir gibi addedilmesi ne derecede meşru ve makuldür? Hangi açıdan bakılırsa bakılsın benim yapmayı planladığım şey sorgulama ya da boyunduruk altına alma olarak değerlendirilmemeli, doğal olarak yazarın dini pratiği, bulunduğu cemaat ve felsefi tavrı yol gösterecektir ancak bunlar ne yazarı ne de eseri zan altında bırakmadan soyut bir planda vuku bulmalıdır.
Tarif ettiğim üzere oldukça naif bir yöntemle (gönüllülük prensibiyle) ele geçireceğim Levinas’ı: Bir varsayıma göre onu tanıyorum, bu kadim[3] tanışıklık Benim onun yüzündeki İnsan olma durumumla da alakalı. Bu fenomenolojik etkinin altında Levinas’ın bana ne denli yakın ya da uzak bir yerde durduğunu açımlamaya çalışacağım: Levinas’ın konuştuğu ya da yazdıklarını lafzi(zahiri) anlamda salt olarak Yahudilik menşeine ya da felsefesine uyarlamak kolaycılık olurdu, tam aksine Levinas’ı daha farklı bir seviyede değerlendirmeliyim: Evrensel Kural Koyucunun bir ‘haklı bir söz temsilcisi’ olarak. Bu temsilcilik rolü daha üst seviyeye taşınmalı ardından da şu sözler Dört Talmud Okuması’nın iç yapısına zerk edilmelidir: Yeryüzüne bırakılmış olanın Diğeri ile teması Sonsuz’a açılan bir kapıdır, bu kapının ardında İlahi Olanın rızası beklenmektedir. Levinas hiçbir lafzı kendine saklamaz. O dürüstlük müptelasıdır. Surata gerçek bir tokat atar ve şöyle dile gelir: ‘Dört Talmud Okuması’nın hiçbir yerinde İnsan olmanın dışında bir şey aramayın zira insanın olmadığı bir yerde ne Sonsuz olan ne de Ben vardır.’ İnsansız olma durumu ‘insan olabilme’ durumunu da yok edeceğinden bahsi geçen yerde asli bir yalnızlık (tekinsizlik) hâkimdir. Levinas’ın lafızları bu tekinsizliğin imkânsızlığına vurgu yapar. Levinas bir insan aşığıdır ─bir insan (t)etikçisi.
Levinas ile akrabalığım nereden geliyor? Sorunun cevabı ona olan uzaklığımla da alakalıdır. Ne kadar uzaksam o kadar yakınlık için çaba göstermeliyim, tıpkı Tanrıya yönelişte olduğu gibi çünkü Yahudi daima ‘iki arada bir derede’ (tetikte) olmalıdır; Talmud bu refleksi tasvir edip gerekli tedbir ya da ritüelleri yazmıştır. İnsan ruhuna güvenme ama onu tamamen de boş bırakma: Kabala ya da Tevrat müfessirlerinin en iyi bildiği şeydir. Bu insanı tanıma arzusu ve semai cazibe karşısında Levinas doğal olarak benim semitik akrabamdır: Hatta bu dünyadan [Olam Hazeh] çıkış rehberim olabilir. Her insan bir diğerinin yardımcısı olmalıdır Tanrıya gidişte. Var olma gerekçelerimizden biri de budur: Diğeri Ben’den daha önemlidir. Ben şeytanın ruhsal girizgâhı olabilir. Levinas mütevazılığin altında ezilse de ciddi bir şeytan kovucudur.
İnsan olma ve kalabilme uğruna bir savaşım! Dört Talmud Okuması nezdinde ölümcül bir motto.
Heidegger: Semitik Öfkenin Söze Gelimi
Nazizm ve Heidegger ikilisi hem felsefi hem de ahlaki açıdan Levinas için bir çöküntüdür: Bir haklı çıkışın habercisi. Haklı çıkmak felsefeci için bazen yetersiz bir tesellidir. ─Bir züğürt tesellisi!
‘Bir insan Diğerinden ne talep eder’ sorusunun ardında sinsi bir plan vardır. Heidegger bir kürsü savunucusu, bir şoven rahip gibi davranır ve sorunun cevabını saldırganlıkla taçlandırarak: ‘Ben bir Naziyim ve sense bir Yahudi ─kısaca Ötekisin’ der. Heidegger affedilemez bir günahtır Levinas için. Entelektüel bir eziyet halini alır yavaş yavaş her ne kadar saygıda kusur etmese de Heidegger telafisi mümkün görünmeyen bir hezimettir. “Entelektüeller arasındaki suçun telafisi daha mı güçtür” der Levinas ve sormaya devam eder: “Bazı durumlarda suçlar bağışlanmıyordur.”[4] İnsanın insana karşı suçlarının Tanrıya karşı olanlara nazaran daha az (bazı özel şartlara bağlanmıştır) bağışlanabilir olması ─ki bu bir Talmud[5] prensibidir─ belki de bu lafızla ilintilidir. Levinas bir anlığına da olsa insanlığını unutup Heidegger’i ruhun kurtuluşundan yoksunlaştırmıştır. Levinas, insan olmaktan vazgeçmiştir ─insan olarak kalmanın birçok yolu vardır─ ve zor olanı seçer: hocası Heidegger’i ömür boyu bir hayal kırıklığı olarak tarihe hapseder. Öteki ile istisnai bir karşılaşmadır bu ve affetmenin nezaketinden bir hayli uzaktır.[6]
Levinas’ta Ötekinin Konumu ve “Kabala”
Yahudi Kabala öğretisinin başyapıtı sayılan Zohar Öteki ile bütünleşme ve Öteki üzerine bir çalışmadan bahseder. Bahsi geçen bütünleşme “fedakârlık” “empati” ve “affetme” gibi melekeler üzerine inşa edilmiştir. Levinas bir Kabalist midir bilinemez ancak Tevrat’ın tefsirinden türetilen bir gelenek Levinas’ın lafzına uygundur. Bundan sonraki söyleyeceklerim Kabala öğretisinin uzantısı gibi görülebilir ancak unutmayalım Levinas’ın (her yere kök salmış olan söylemleri) soluğu her daim ensemizde.[7]
Ötekinin üzerinde çalışmak. Bu ne demektir? Ötekini Benle çalışmak? Kabala [Zohar][8] ruhsal bir tırmanışı konu edinir. Aşağıdan yukarıya doğru bir tırmanışı. Bu tırmanış insanın kaldırabileceği bir eylem değildir. Burada yardımcı bir alet gerekir, bu alet Ötekidir. Ötekinin varlık gerekçesi tektir: Diğeri–Öteki-Başkası. Hepsi Bir’dir. Bir’e giden yolda kurtarıcı ─bir laboratuvardır. Yol bir test sürüşü gibidir, Benin test sürüşü. Ben [alma arzusu] Kabala’ya göre ortadan kaldırılması imkânsız olan buna rağmen fethedilmesi (kontrol altına alınması) mümkün bir mecradır. Ben ‘sadece Kendisi İçin Alma’yı arzular. Başkası onun gözünde düşmandır ve yok edilmesi gerekir. Ben Ötekinin düşmanıdır. O halde Levinas ile ortaklığımız sürüyor, Levinas Benin çoğulu Biz (ötekinin olmadığı homojen oluşum) kavramına da alerjilidir çünkü bu kavramlar tehlikeli bir çağrışım yapar: “organize olmuş benzerlik”. Kendisi benzer olanların içinde gizlice telkin edilen “Aynılık” fikrini görür ve Aynılık fikri eninde sonunda düşmanlık körükler ve insanlar arasında ayrımcılığa sebebiyet verir. Öteki ile münasebet noktasında Levinas, Kabala ile özdeş düşüncelere sahiptir ─her Yahudi gibi Levinas gizli bir Kabalist adayıdır.
Biraz daha ileri giderek Levinas’ın yerine konuşuyorum: Ben ve Öteki karşılaştığında Ben aslında Tanrı ile karşılaşmıştır, Öteki, Tanrının bu dünyadaki geçici ama tefsir edilmesi gereken bir cümle ya da kelimesidir. Bu durumda her gördüğüm veya (gözlerinin içine baktığım) Surata karşı sorumluyumdur, ne de olsa karşımdaki Tanrının (En Başkanın/Sonsuz Başkanın) bir yansıması ve eksik de olsa lafzi bir temsilidir.
Sonuç olarak Sonsuz Başka [Tanrı] fenomenolojik [somut] bağlam da da bilinebilir/ tanınabilir. Başkası ile olan ilişkimiz kendimizden çıkışın habercisidir ve bu sayede hiçbir metafizik ya da spekülatif süreç olmadan Sonsuzluğa [Mutlak Başka] uzanırız ve bu daima açlık çekeriz: “Başkasını tanımak, bir açlığı tanımaktır. Başkasını tanımak, vermektir.”[9] Levinas’ın zihninde sonsuzluğa açılan bir açlıktır bu.
Zor Bir Yazım Tekniği: Hermeneutik Bakış
Levinas her şeyden önce donanımlı bir yorumcudur ─bir Talmud yorumcusu. Yahudilerin daha doğrusu mistik metinlerin doğası gereği ağır ve kendince şifreli bir dili vardır: Buna Rab dili demek doğru olabilir. Levinas ─her Yahudi gibi─ bu dile aşinadır. Hermeneutik, insan ruhunu yazılan metinler üzerinden deşifre eder, pasaj pasaj kelime kelime… Bâtıni yorum ve okuma yeteneği Levinas’ın Talmud daha doğrusu Tevrat talebeliğinden gelir ve felsefesini de etkilemiştir. Levinas külliyatı da hermeneutik süzgeçten geçmelidir çünkü yazım şekli oldukça ağır ve birden çok anlam katmanına sahiptir. Sabitlenmiş bir hakikatin yolunda oldukça meşakkatli bir yol seçmiştir. Dört Talmud Okuması okuyucu için “Hermeneutiğe Giriş” dersi mahiyetindedir.
Dört Talmud Okuması Neyi Önceler?
Bir şeyi öncelemek, o şeyin uğruna feda edilen şeylerin miktarı ve derinliğiyle özdeştir. ‘Dört Talmud Okuması neyi önceler’ sorusu aciliyeti olan bir soru olmamakla beraber cevap karşısında irkilen insanlığın kendiliğinde gizildir. İrkilme ve Etik, Levinas felsefesinin başlangıcını temsil eder. Başka ile temasımız esnasında istemeden de olsa bir sorumluluk yüklenmiş oluruz kendimize: Dört Talmud Okuması insan karşılaşmalarının ahlaki zeminde[10] nasıl cereyan ettiğini Talmud fragmanlarıyla doğrulamaya ve ispata girişiyor.
Gelişi güzel bir okuma planı doğrultusunda hareket eden gündelik okuyucu yüzeysel bir diğer adıyla yorucu olmayan metinleri tercih eder. Bu tarz okumalara teatral okumalar diyebiliriz. Okuma gerçekleşirken haz alınır ve geriye sadece hoş geçirilen vakitlerin anısı kalır. Bu bir felsefeciyi ya da din bilginini asla tatmin etmez. Levinas okumaları bahsi geçen teatral okumanın tam karşıtıdır. Levinas kendisinin anlaşılması için kendisi gibi olmayı salık verir. Onun gibi olmak, onun gibi düşünmeyi, onun gibi yaşamayı ve onun gibi ibadet etmemizi çağırır; bu çağrı Talmud’un çağrısıdır; en yüce prensiplerinden bir tanesi: “karşılıklı sorumluluk”. Levinas sürekli yer değiştiren okuyucu ve yazar gösterisine vurgu yapıyor, fakat bu gösterinin bir de bedeli var ve oldukça ağır bir bedel: İnsan olmanın gereklerini kendi üzerinden başkasına hissettirebilmek: empati, gönüllü bir Kendinden vazgeçiş…
Dört Talmud Okuması tipik bir kolokyum[11] metni gibi görünebilir ama böyle düşünmek yüzeysel bir okuyucuya yaraşır. Okuyucuyu bu kolokyum üzerinden Kendiliğinin çalkantılı dehlizlerine davet eden Levinas, kendine has mütevazilikle pasajlar arasında ilerliyor ve eşsiz açımlamalarda bulunuyor. Okuyucunun zihni melekelerini şoke ederek onu kolokyumun sohbet (diyalektik) havasına usulca dâhil etmeyi başarıyor.
Metnin bir diğer başarısı ise şu; seçilmiş Talmud metinlerinden derlenen kolokyum anekdotları ne felsefeye ne de Tanrının kutsallığına gölge düşürmeden adaletli ve düzeyli bir şekilde ilerliyor. Levinas kitap boyunca hem felsefi literatüre hem de Eski Ahit literatürüne atıflarda bulunuyor. Dört Talmud Okuması tipik bir felsefi metin olmamakla birlikte tipik bir ─Talmud─ tefsir metni de değil.
Levinas İçin Son-söz: Paradoksun Eksiltili Kralına Eleştiriler
Levinas hakkında tuhaf eleştiriler yazılmıştır ─ben de yazmak zorundayım─ yazdığı metinlerin mahiyeti her ne kadar sağlam ve derinlikli görünse de oldukça paradoksu boldur, bir yandan fenomenolojiyi savunur bir yandan Musa’nın vahyini savunur, [varlıktan çıkmayı arzulayan biri hayal edin bir an da varlığa tapınmaya başlıyor] ─buna maruz kalan okuyucu sarsılabilir, tuhaf bir ironi [bu entelektüel arıza Nazizm’in travması mıdır?]. Ayrıca Levinas hiçbir zaman akademik bir dil ile yazmamıştır, bu akademik çevreler tarafından sürekli dillendirilir. Bu özelliği ile oldukça sade bir yazım tekniği ummalıyız kendisinden ama burada da bizi ters köşe yapıyor: Muğlak ve eksiltili [üç noktalı] cümleler okumayı zorlaştırıyor. Tıpkı ─Nietzsche gibi.
Son söz olarak Levinas, kendine has üslubu ve sahip olduğu insani [saf] mülkler bakımından oldukça ilgi çekici bir müellif. Başkası için kendinden geçiş ve kendini kurban etme ritüellerinin mimarı olan bir filozof ve entelektüel anlamda eksikliklerini bulmak oldukça hoş ve ahlaki bir maceraydı.
Bir ekleme ile müellifi son bir yüceltme girişimi: Lafzın Tin’e olan yolculuğunda ahlaklı kalarak direnen ve yolundan asla şaşmayan bir şövalyedir Levinas ─adı kutlu olsun.
Can Murat Demir
[1] Fransız yapımı Un Siècle D’écrivains [Yazarlar Çağı] adlı belgesel serisinin Maurice Blanchot ile ilgili olan bölümünde Levinas ile röportaj yapılıyor ve Blanchot ile olan dostluğundan bahsedilmesi isteniyor. Bkz.https://www.youtube.com/watch?v=6Mq3PhSejLg
[2] Yorumsamacılık ya da hermenötik, ilkin Hristiyan teolojisi alanındaki yorum tartışmalarından ortaya çıkan bir anlam ve metodoloji bilgisi.
[3] Levinas ile tanışık olmamak elde değil: bahsettiği(üstlendiği) ve yaşadığı söylem oldukça kapsayıcı ve evrensel, bu bağlamda Levinas tüm insanlığın yakın akrabası ve ailesidir. Söylemlerini kontrol ettiğinizde karşınıza sadece tek bir prensip çıkar: “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi Başkasına yapma” Bu söylem Yahudiliğin menşeine kadar gider, akabinde Kabala öğretisinin de zeminini teşkil eder.
[4] Emmanuel Levinas, Dört Talmud Okuması, İstanbul, Alfa, 2017.
[5] Talmud “l-m-d” kökünden gelen “çalışma, öğrenme, öğretim” manasında İbrânîce bir kelimedir. Aynı kökten türeyen talmid (Ar. tilmîz) “öğrenci” anlamındadır. Yahudi geleneğinde Tevrat’ın yorumu olarak görülen Talmud hukukî, etik, felsefî-teolojik ve tarihî konular üzerine “rabbi/rabban” diye anılan Yahudi din âlimleri tarafından yapılmış (m.s. II-VI. yüzyıllar) tartışma ve yorumlardan meydana gelen öğretiyi ifade eder.
[6] “…Çoğu Almanı bağışlayabiliriz, ama bağışlamanın zor olacağı Almanlar da vardır. Heidegger’i bağışlamak zordur.” A.g.e., s.59.
[7] “İnsan başkasıyla, mutlak olarak Başkayla veya Tanrı’yla ilişkisini biçimlendirir. Burada “Tanrıya doğru gitme” klasik ontolojinin anladığı anlamda, zamansal varoluşun Başlangıcı veya Sonu olan Tanrı’ya dönüş, onunla yeniden bir birleşme olarak anlaşılmamalı. “Tanrıya gitme”, benim ilksel bir biçimde başka kişiye gidişimin ifadeleriyle anlaşılmadıkça hiçbir anlam taşımaz.” Emmanuel Levinas, Sonsuza Tanıklık, Metis Yayıncılık, 2003
[8] Roma döneminde Rabbi Şimon’un 13 yıl bir mağarada saklanarak oğlu Elazar ile Tevrat çalıştığı ve bu süre zarfında Tanrı’nın Zohar‘ı kendisine ilham ettiği bildirilir.
[9] E. Levinas, Totality and Infinity.
[10] “Etik Refleksiyon”
[11] Bilimsel ve fikrî konularda görüş alışverişinde bulunmak ve tartışmak üzere yapılan akademik toplantı.