Kapıya doğru yürürken engel olamadığım bir heyecana kapılmaktan korkuyordum. Öngördüğüm gibi de oldu. İçimdeki endişe dağları olabildiğine yükselmiş, okyanusların dev dalgaları hapsolduğu bedenimden dışarı çıkmak istercesine dövüyordu bedenimi. Oysaki bir kaç dakika önce aynı hislerle lavabodaki aynanın önünde kendimi izlemiştim. Gözlerimdeki belirsizliğe ve yüzümden akan ciddiyete şahit olmak bir nebze olsun rahatlatmıştı beni.
Kapıya daha da yaklaştım. Kapıyı hafifçe tıklatacaktım ki… Koridor boyunca özenle serilmiş kırmızı renkli halının yumuşaklığına odaklandım. Richard Clayderman’ ın Mariage d’amour’ u çalıyordu şimdi beynimde. Anne karnında uyumakta olan bir bebeğin huzurunu veriyordu bu şarkı. Saatlerce kapandığım ışıksız odamda bu anı hayal ederken hep bu şarkıyı dinlemiştim. O eski doğum öncesi günlerimde bir şey konuşurdu benimle, akıcı bir fısıltıyla ninniler söylerdi. Annemi kaybedeceğim günleri anlatıp dururdu. “Yıkılma hemen” der arkasından yapabileceklerimi sıralardı. Her bir olasılığı koyardı önüme… Derken o gün gelip çattı…
Halıda yürüyen ayaklarım adeta dans ediyorlardı şimdi… Bütün o yersiz korkularım gitmişti artık ve yerini masmavi bir sonsuzluğa bırakmışlardı… Kadim dostum yanı başımdaydı. Güneş doğmuştu nihayet ve piyanonun tuşlarından tınlayarak yayılan o muhteşem sevinç çığlıkları pırıl pırıl akıp karışıyordu mavi sonsuzluğa…
Elimi uzattım. Hafifçe tıklattım kapıyı…
Tık tık tık! “Gel!” Sesiyle girdim odaya… Mariage D’amour çalmaya devam ediyordu… Mavi sonsuzluk huşu içinde sallanmaya devam ediyordu. Elimdeki dosyayı masasına bıraktım. Dosyayı açtı. “Ne bu şimdi, bu lanet fotoğraf da ne?” diye kükredi küçük burjuva egosundan ödün vermeden. “Annem efendim, ölümünden 1 gün önceki hali” dedim. Anlamsız bir bakışla karşıladı sözlerimi. Bana baktı, fotoğrafa baktı. “Şaka mısın lan sen!” dedi.” Efendim, hatırlarsınız, yaklaşık 4 yıl önce Busruceptin isimli ilacın kullanım koşullarının (büyük çabalarla) değiştirilmesini sağladınız ve sonrasında tam da sizin sayenizde annem bu ilacı alamadı. Çünkü sahip olduğumuz sosyal güvencemiz bu ilacın ödemesini yapamadı” dedim ve devam ettim:
“Efendim, annem Busruceptin’ı biraz daha fazla zaman boyunca kullanmaya devam edebilseydi belki de yaşayacaktı. Hem ölse bile böylesine bir çirkinliğe sahip olmadan, acılar içinde kıvranmadan ölecekti diye düşünüyorum” dedim.
Şimdi ellerim boğazını sımsıkı kavramıştı. Ruhum, Mariage D’amour (Spring Waltz)’un çocuksu mutluluğuyla gevşemeye başladı. Patron, gözleriyle ışık saçmaya devam ediyordu… Oda apayrı bir aydınlıkla rengârenk dönüyordu etrafımda. Ayaklarım kuma gömülmeye başladı, tuzlu suyun o muazzam kokusunu çektim içime. Dalgalar ufak ufak sahili dövüyorken benim gözüm küçük turuncu bir yengece ilişti. Dalgalar onu kuma doğru sürüklerken o karşı koymaya çalışıyordu. Küçük turuncu yengeç dalgalara yenik düşmek zorunda kalmıştı. Gülümsedim. Büyük patronun boynundan gelen kemik sesiyle bıraktım onu. Yengeç, dalgaların güvenli akışkanlığına karışıp sahilden uzaklaşmaya başladı şimdi. Cama doğru yürüdüm. Camı açtım. Müziğin sesi dalgaların sesiyle bir olmuştu. Denizden esen serin rüzgâra bıraktım bedenimi…
Boşluk…
Ramtha’ nın kollarında huzurla son verdim yaşamıma…
Varlık E.
Dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=bnk6IexcXhA