“Kuramlar” insan aklının daha doğrusu düşünmesinin önemli araçlarından biridir. Özellikle sosyal bilimlerde bu tarz yardımcı araçlara oldukça fazla ihtiyaç duyarız zira “sosyal bilimler” oldukça karmaşık nicel bağıntılar ve kategoriler ağına sahiptir. Bu bağlamda karşımızda oldukça geniş ve yorumsamaya açık bir alan mevcuttur. “Kuramlar” bu bağlamda düşünüldüğünde insanın bilim yapabilmesi adına kendisi için ürettiği kullanışlı şablonlardır.[1] Ç.S.K.[2], bir yandan Sosyoloji meraklılarına ve akademik çevrelere kuramsal derinlik sunarken, klasik ve modern uygulamaların kendi içlerindeki paslaşmaları ve gerilimi de günümüz dünyasından örneklerle gözler önüne seriyor.
Kitap 9 bölümden oluşmaktadır, dolayısıyla oldukça hacimli bir metin. Bu 9 bölümde toplumu anlamaya yönelik giriş ve sosyolojik kuramın yapısı konuları, çağdaş sosyoloji kuramının başlıca beş bakış açısından biri olan; işlevselcilik, çatışma kuramı, simgesel etkileşimcilik, fenomenoloji, akılsal seçim kuramları, evrim ve modernlik, beden sosyolojisi, sosyobiyoloji ve sosyolojik kuramın değerlendirmesinin yapıldığı sonuç kısmı ile çalışma sona ermektedir.
Birinci bölüm: Sosyoloji kuramlarının önemi ve yapısı üzerinde durulmaktadır. Bölümde kapsamlı bir şekilde sosyolojik bakış açılarının makro, mikro çözümleme düzeyleri ve insana bakışı ele alınmaktadır. Yine aynı bölümde sosyoloji biliminde kullanılan yöntem karşılaştırmaları ayrıntılı bir tablo ile belirtilmiştir. Bu tablo, sosyolojinin yöntem-bilimsel yelpazesinin yanı sıra sosyolojinin uğraş alanları yani ana konularının tespiti açısından önemlidir. Genel mahiyette sosyoloji kuramlarının amaç ve mahiyetlerinin özetlendiği bu bölümde, sosyolojinin uğraş verdiği alanların ve spesifik çalışmaların insan ve dünya tasarımlarının tam merkezinde yer aldığı hususunun altı çiziliyor.
İkinci bölüm: İşlevselcilik kuramının serimlendiği bu bölümde kuramın fikir babaları (Sosyolojinin kurucusu sayılan Comte, E. Durkheim, H. Spencer vd.) ve entelektüel kökleri ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Özellikle selef olarak anılan Talcott Parsons (Büyük Eylem Kuramı), Robert K. Merton (Orta Büyüklükte Kuram, Sapma Kuramı) ve Yeni İşlevselcilik üzerinde detaylı olarak durulmaktadır. İşlevselcilik kuramının izahında “havaalanı” benzetmesi oldukça dikkat çekiyor. İşlevselliğin anlatımı bu örnek üzerinden yapılıyor ve kendi içinde nasıl işlediği, havaalanındaki alt birimlerin ve personelin etkileşimleri, uyumlulukları ve bağımlılıklarının altı çizilerek gözler önüne seriliyor. Ayrıca Spencer’ın farklılışma kavramının ayrıntılı bir anlatımı yapılıyor: Spencer, büyüyen-gelişen bir toplumun zamanla farklılaşmaya maruz kalacağını ve sonuçta tüm sistemin birbirine iş bölümü ve dayanışma ile bağlanmak zorunda olduğunu belirtiyor. Spencer, getirdiği izahlarla ve yaratıcısı olduğu kavramlarla işlevselciliğin önderi olarak sayılmaktadır. Bölümde, Durkheim’in ilerlemeci ve karamsar toplum varsayımı özellikle de bu düşüncesinin sonucu İntihar söylemi oldukça ciddi yer tutuyor. Ona göre bütünleşmemiş ve kaosa teslim edilen düzensiz toplumlarda intihar oranları yüksek olacaktır. Ayrıca Durkheim’in bahsi geçen sağlıksız-kuralsız-gerilimli toplum fikrinin, Marks’ın ileri attığı yabancılaşma kavramı ile benzerliğine dikkat çekiliyor. Akabinde Parsonscu ‘sistem anlayışı’ işlevselcilik cihetinde geniş bir yer tutar: Parsons’un toplumsal etkinliklerde sistem kavramını çekirdeğe yerleştirmesi önemli bir başlıktır. Özellikle kendisinin 4’lü tasnifine (Kültürel sistem, toplumsal sistem, kişilik sistemi ve bir sistem olarak davranışsal organizma) atıf yapılmaktadır. Bu alt bölümde özellikle rollere ve etkileşime önem veren Parsonscu sosyolojinin bazı temel konularına ve kavramlarına (tatmin olma güdüsü, içselleştirme, toplumsallaşma vb.) değinilmiş. Kısaca, Parsons sistemini denge sistemi olarak adlandırmamız mümkün. Bölümün ilerleyen sayfalarında 20.yy’ın “yeni işlevselcilik”in önde gelen isimlerinden (Jeffrey Alexander, bahsedilmiş ve sonuca bağlanmıştır.
Üçüncü bölüm: Çatışma kuramı ele alınmaktadır. Özellikle İşlevselcilik (Frankfurt Okulu) akımının öncü kavramları olan sistem, dayanışma, roller, denge, düzen vb. gibi kavramlara yoğun bir eleştiri getirilmektedir. İşlevsel olana, ‘baskıcı ve güç peşinde olduğu’ varsayımıyla saldıran çatışma ekolü, toplumsal hayatta daima bir rekabetin ve güç arayışının hâkim olduğunu ileri sürmektedir. Bu kuramın kurucusu Marks’tır. Marks tüm toplumların birbirleriyle mücadele ettiğini bu mücadelenin arenasının da toplum olduğunu ileri sürmüştür. Bu kuramda sistemin kendisine güven duygusu oldukça azdır hatta sistemin kendisi ortadan kaldırılmalıdır. Marks’ın bu görüşleri birçok ülkede tatbik edilmiş ancak olumlu bir netice alınamamıştır. Bu kuramın birkaç anahtar sözcüğü vardır: Güç, Sınıf, İdeoloji. Marks’ın bir diğer yorumcusu ise Weber’dir. Weber Marks’ın tezini ele alışında biraz farklı bir yöntem izlemiştir. O toplumsal arenada din ve toplum, bürokrasi ve insan, egemenlik ve siyaset temalarını ele alarak ilerlemiştir. Bir diğer yönden Marks’ta belirleyici olan sınıf (ekonomik bir statü göstergesi) kavramı yerine din, eğitim ve ideolojik tercihleri en az sınıf kavramı kadar önemlidir. Marks’taki kapitali elinde bulunduran sınıf Weber’de politikacı ve egemen parti kavramına dönüşmüştür. İlerleyen bölümlerde yeni Marksist akım öncülerinden bahsedilmiştir. Özellikle Wright Mills ve Pierre Bourdieu gibi isimlere dikkat çekilmiş Bourdieu’nun alan ve Habitus kavramlarına yer verilmiştir. Bu bölümde her ne kadar farklı kavram ve bakış açıları farklı isimlerle anılsa da merkezde Marks bulunmaktadır. Marks’tan sonra gelenlerin tamamı genelde iyi bir Marks tefsircisidir. Ama bunların içinde özellikle Bourdieu sosyolojisi çok önemli bir yere sahiptir.
Bourdieu: En fazla tanınan Fransız eleştirel toplumbilimci olarak bilinir. Bourdieu konulara oldukça eleştirel yaklaşımıyla tanınan bir sosyologdur. Marksist kültürün içinden yetişmiş biri olarak Marks’ı kapsamlı bir eleştiriye tabi tutar. Örneğin, Marks’ın sınıf kavramını eleştirerek ele alır ve toplumdaki hareketin kaynağını sınıf değil alan kavramıyla açıklamaya girişir. Bourdieu sosyolojisinde alan fikri önemlidir bu konuda Marks’ın Kapital’ine atıfla sadece ‘sermaye’nin (üretim araçları) değil 3 farklı alanda yayılan sermaye tipine işaret eder: ekonomik, toplumsal ve kültürel sermaye. Bourdieu görüldüğü üzere tek ve statik kavram değil hareketli etkileşime ve yönelime sahip 3 farklı alandan bahsetmektedir. Bir diğer önemli kavram Habitus kavramıdır. Bourdieu bu kavramla toplumsal(sınıfsal) bilinç ve kültür arasında paralellik kurar, bu ilişkiyi eğitim sistemi üzerinden değerlendirir. Bu sayede sosyolojiyi ve çatışmacı öğretiyi reflektif[3] olarak yaşantılarımızı okumaya başarır. Bölümün özeti olarak şunlar söylenebilir: Çatışmacı kuram İşlevselci kuramın aksine toplumsal etkinliğin kaynağını eleştirmenin ve akabinde değiştirmenin önemine vurgu yapar, dolayısıyla salt teorize edilmiş bilgiler sisteminden ötesidir.
Dördüncü bölüm: Evrim ve Modernlik başlığı ile makrososyolojik bakış açıları ele alınmaktadır. Karl Marx, Talcott Parsons, Jürgen Habermas ve Anthony Giddens’ın evrim kuramları kapsamlı bir şekilde tartışılmakta. Marks’ın sosyolojinin genelinde olduğu gibi bu bölümde de etkileri görülmektedir. Marks’ın sınıfsız toplumu öngördüğü kuramının tamamını evrimci olarak niteleyebiliriz. Marksist kuram, diyalektiğin itici gücüyle toplumun giderek değişim sürecine girerek evrimleşmesi ve en nihayetinde kapitalizmin sonu sınıfsız topluma ulaşma arzusundan bahseder. Bu değişim süreci phoenix benzetmesiyle tabir edilmiştir zira komünist toplum kapitalizmin küllerinden doğmaktadır.
Habermas “İletişimsel Eylem” Kuramı: Habermas’ın yöntemi Marks’ınkine benzemektedir. Dolayısıyla Habermas bazı çelişkiler ve bunalımlara referans vererek açılımlar getirmektedir. “İletişimsel Eylem” teorisi bu bağlamdan hareketle fenomenolojik birtakım argümanlarla desteklenerek yaşantılar dünyasına giriş yapar. Sonuçta Habermas bunalım ve evrim ile bir bağıntı kurarak Kapitalizmin krizlerine değinir. Toplumun yeniden tesisi ya da evrilmesi, gelişmesi, insanların yaşantıları (deneyimleri) tarafından tayin edilmektedir. Burada fenomenolojik tavır açıkça görülmektedir.
Giddens: Toplumsal hayata göndermeler yapan bir söyleme sahiptir. Bunun altında fenomenolojik bir kaygının yattığı görülebilir. Giddens’a göre toplumsal eylemeler kendini yenileyerek devam eder, bu yenilemeler asla kendini tekrar etme şeklinde değildir. Evrim kuramı kısa bu şekildedir.
Beşinci bölüm: Bu bölümde “Simgesel Etkileşimcilik” ele alınır; kabaca ifade edecek olursak benlerin toplumsal değerlerle etkileşimlerini konu alır. Entelektüel kökleri: Max Weber ve Georg Simmel. Simmel’e göre bireylerin kendi içsel yaşantıları ve diğerleriyle olan bilinçli-bilinçsiz etkileşimleri, beklentileri ve duygusal alışverişlerinin tamamı toplumun atomlarıyla aynı anda hareket eder. Simgesel Etkileşimcilik kuramının anahtar kavramı Ben’lerin dolayıma girdiği ‘toplumsal psikoloji’dir. Dolayısıyla kuramın merkezinde hareket ve değişim bulunmaktadır.
Altıncı bölüm: Sosyoloji için yeni bir yaklaşım olan Fenomenolojinin entelektüel kökleri Husserl ve Schutz’a değin uzanır. Bu bölümde fenomenolog sosyologların çalışmaları ve yöntemlerinden bahsedilmiştir. Bilindiği üzere fenomenoloji sürekli tazelenmeyi ve bilinçsel aktleri önceleyen bir yöntem –bir süreçtir. Bu bağlamda niceliksek değil niteliksel sonuçlarla uğraşmaktadır. Aslında fenomenolojiyi kullanmayan bir ilim dalı yoktur bu açıdan sosyoloji her ne kadar bu yöntemden uzak durmaya çalışsa da aslında fenomenolojiye batmış durumdadır. Sosyoloji disiplininin niteliksel çalışmalarla ilgilenmemesi imkansızdır niceliklerin aslında niteliklerden mütevellit olduğu görülecektir. Sonuç olarak fenomenoloji bilimsel çalışmalarda kaçınılmaz bir yöntem olarak karşımızda çıkmaktadır zira fenomenolojide tek tek her bilinç her birey önemlidir ve müstakil birer çalışma alanını teşkil eder.
Yedinci bölüm: Bu bölümde akılsal seçim kuramları üzerinde durulur. Akılsal seçim kuramları, insanların akılsal olduklarını ve hareketlerini, amaçlarına erişmekte etkili gördükleri araçlara dayandırdıklarını kabul eder. Kaynakların kıt olduğu bir dünyada bu, sürekli olarak değişik amaçlar için seçilecek araçları değerlendirmek ve aralarında karar vermek demektir. Bu kuramın ekonomi ile çok yakından ilişkili olduğu ifade edilir. Çağdaş sosyolojide, akılsal seçim yaklaşımlarının ilk olarak “alışveriş kuramı” ile tanınmaya başlanmış, ekonomi, kazanç ve fiyat kavramlarının irdelenmesi ile de alakalı olarak çalışmalar sürdürülmektedir.
Sekizinci bölüm: Bu bölümde “Beden Sosyolojisi” işlenmiştir. Durkheim’in tersine toplumsal olayların kökensel araştırmalarında biyolojik faktörlerin göz ardı edildiği varsayımından hareket eder. İşlevselcilik kuramının kurucularından biri olan Durkheim toplumsal etkinlikleri bireyden (bilincin ya da biyolojinin) yalıtarak araştırmayı salık verir. Beden üzerinden toplumsal olanı soruşturan Foucault bu konuda oldukça dikkat çekici araştırmalar yapmış kitaplar yazmıştır. Özellikle beden üzerinden analizlerini yaptığı toplumsal baskı aletlerini (hapishaneler, tımarhaneler vs.) sınıflandırmış bedenin temsilini “biyopolitika” olarak ortaya atmıştır. Akıl hastalıklarının icadı, delilik tespiti, cinsellik vs. gibi konularda oldukça kapsamlı kitaplar üreten Foucault sosyo-biyoloji alanında kendine has bir külliyat yaratmıştır.
Dokuzuncu bölüm: Bu bölümde özellikle postmodern eleştiri ışığında bazı serimlemeler yapılmıştır. Bu eleştirilerin sahipleri arasında en dikkat çekenleri Derrida ve Foucault gelmektedir. Peki nedir bu eleştiri diye baktığınızda özellikle değinilmesi gereken şey şudur: Ortak dünya aklının bize gerçek diye sunduklarının altını oymak ve onu eleştiriye maruz bırakmak, bu akılsal dünyanın kavram dünyasına dinamit yerleştirmek, ayakta zor duran bu değerler dünyasının altındaki kaygan zemini biraz sarsmak. Postmodernizmin yaptığı şey buydu. Bu acımasız eleştiri tarzını Foucault’un kitaplarında bulmak mümkündür: “Cinselliğin Tarihi” ya da “Hapishanelerin Doğuşu” eserlerinde bu ortak aklın hakikatlerini bir diğer deyişle egemen sistemin ve onun yavrusu devlet tasavvurunu sıra dışı radikal bir okuma ile gözler önüne sermektedir. Foucault sosyolojide en etkin eleştirel okumayı yapan kişidir zira metinlere önem veren bir bakış açısının da temsilcisidir. Foucault’un en çarpıcı betimlemeleri ise cinsellik ve cezalandırma üzerinden geliştirdiği görüşleridir.
Derrida ise sosyologdan ziyade bir filozof olarak yaklaşır olaylara. Özellikle metinler ve kavramlar üzerinde yaptığı eleştirel okumalarda, onları yapı-bozumuna uğratarak yazılan bir metnin her zaman içinde bazı ikircikliklerin bulunabileceğini ima eder.
[1] Açıklamalar.
[2] “Çağdaş Sosyoloji Kuramları” Klasik Geleneğin İyileştirilmesi (Ruth A. Wallace, Alison Wolf, çev: L. Elburuz, M. R. Ayas, Ankara: Doğu Batı Yay., 2012, 645 sayfa) [ISBN: 978-975-8717-80-4]
[3] Dönüşlü/düşünümsel.
Can Murat Demir