Aşk, evrende karşılaşan iki ruhun (gönüllü olarak) karanlığa saplanmasıdır. Öyle ki her ikisi de bu karanlıktan çıkmak istemez ki bu karanlık, sadece içine almakla kalmaz; bünyesindeki acı, yalnızlık, ayrılık, karamsarlık, ölüm, tanrı ve daha birçok şeyi onlara bir nimetmiş gibi sunar. Bu yanılsama hali aşkın en büyük cazibesidir. Aşk karanlığı sever; izbe yerlerde saklanmayı seçer; ilk fırsatta da bu karanlığı ve getirdiklerini sizinle paylaşmayı ister. Aşk, sizi (ruhları) kendisine benzetmeye çalışır ve genelde bu konuda oldukça başarılıdır. Acı çekmenizi ister, ağlamanızı, hayatınızdan caymanızı bekler. Aşk, asla bir dost olmak istemez; hiçbir zaman terk edilemeyen azılı bir düşman gibidir.
Ayartıların dünyasıdır aşk.
Baş döndürücü ve kendine has dokusuyla tam bir canavardır.
Birbirine hakaret etmenin en meşru yoludur aşk. Çünkü bunu size yaptıran şey aşkın ta kendisidir ve yine kendisine döneceğinizi adı gibi bilir. Çünkü aşk, aynı zamanda bir sığınaktır. Aşk, iki âşık bedenin işkenceden geçip, yine kendi yarattıkları şeye dönmesidir. Savaşın, yıkımın, kargaşanın, kıyımın ve kaosun tekrar dingin bir hale dönme isteğidir. Aşk, hem savaşı hem de huzuru içerir; bu onun en güçlü ironisidir; bu ironi onu hem güçlü hem de karşı konulmaz yapar. Aşk fenomenin tahmin edilemez oluşu, bu kayganlığından ve içselleştirdiği kompleks yapısından ileri gelmektedir.
Psikopatik eylemlerin haklılaştırıldığı tek suç mahallidir aşk. Birbirine acı çektirirsin. Ve bunları güçlü hissetmek için yaparsın. Aşk, zarar vermenin ve acı çektirmenin onaylandığı tek insani ilişkidir. Sadizmi içine alan aşk, iki ruha da karakterlerinin şiddetlerine bağlı olarak birbirlerine güç gösterisinde bulunmalarını emreder. Bu iki yılanın güç göstergesine çok benzer; her ikisi de yenilgiyi kabullenmek istemez ve sürekli başlarını dik tutmaya çalışırlar. Aşk, yenilmeyi kabullenmektir. Bu aslında bir yozlaşmayı da beraberinde getirir. Çünkü aşkın emrettikleri arasında çekilme ve mağlup olma duygusu karakteri delik deşik eder. Bozguna uğrayan ruh, zayıflığını tescil ederek geri adım atar. Bu güçten düşürülüş karakteri ve ruhu beraberinde bir iç hesaplaşmaya iter.
Sonuçta yaşanan bu küçük travma tüm zehrini içine boşaltır ve seni pasif ve işe yaramaz ilan edebilir. Aşkın en büyük tuzağı, bitmek bilmeyen, verdiğiniz ödünlerdir. Aşk en büyük güç emicidir; karakterlerin ateşe atıldığı ve onlardan yepyeni bir alaşımın yaratıldığı tek fabrikadır.
Kendine zarar verme eğilimi ve bunu aşka bağlama sorunu düşünüldüğün de olayın özü tam olarak şudur; sevgilinin olmadığı zamanlarda kendini melankoliye teslim etmek ve mümkünse eğer küçük bir depresif iklime girmeyi arzulamak. Bu en hassas zamanlardır sizin için. Ağlamaya yakın bir ruh durumudur bu. Bir müzik parçası, resim, koku ya da karalanmış bir not… Her şeyi mahveder ve sizi ele geçirerek acı makinesine bağlar. Acıya tapmanın zamanı gelmiştir çoktan.
Aşk, acının baş tacı edildiği ve kutsandığı tek hastalıktır. İlacı kendisi olan eski bir hastalık… Aşk, acının insana attığı en büyük tokattır!
Aşk, dişinin hükümdarlığıdır. Dişinin tüm değerlerini bir uyuşturucu edasıyla damardan yavaş yavaş almaktır. Aşk, erkek bir tavrı kaldıramaz. O bir kadındır ve kesinlikle hükmetmeyi sever. Tanrıçadır ki erkekliği kucağına alıp onu kontrol etmekten zevk alır.
Aşk, özgür olmayı ister. Hiçbir meziyet ve hiçbir olay onu bu istekten uzaklaştıramaz. Sadece kendini düşünen ve beğenen tam bir bencildir. Özgürlüğe meyilli bir psikolojisiyle tek kuralı vardır o da “Kaos”… Kozmik bir fırtına gibi umarsızdır ve acımasızlığıyla gaddardır. Ya onun olursunuz ya da sıradan hayatınıza döner, yaşar gidersiniz.
Aşk, ayartıların baş döndürdüğü bir duygusal seferberlik halidir. Tüm anlam dünyanızı yıkıp geçer.
Sonuç; aşk, bir var oluş kavgasıdır ki sizi sürekli yenilmeye davet eder. Ruhların savaşa giriştiği en büyük anlamsız inatlaşmadır. Aklın tutulmasını öngören yapısıyla sizi esir alır ve oradan oraya savurur durur. Size sunduğu tek şeyse Haz’dır. Bunu size bir nimet gibi sunar. Aşk, istemelerin dünyasına girmektir. En büyük haz pınarı ve aynı zamanda acı deryasıdır. Tüm cazibesini ödettiği bedellerden, çektirdiği acılardan alır. Aşk, maddenin unutulmasıdır, akla değil duygusal ve sezgisel şeylere sırtını dayamaktır. Aklı rafa kaldırmak, kendine yabancılaşıp kendini unutmaktır. Hayatın nadiren tattırdığı kutsal bir ayin gibi içimize işler ve ruhları kendisine müptela eder.
Can Murat Demir
sislerin ardında belirginleşmeye başlayan suretiyle gelir aşk, netleştikçe şekillenir beyninde, kilim dokur gibi ilmeklerini örmeye başlar aşk beynine, örüldükçe şekillenir ve tek bir ilmeğin sökülüşüyle çorap söküğü gibi geri sarmaya başlarsın ipleri, ve geriye kalansa çırılçıplak ortada kalışın olur ilk doğduğun gün gibi…
aşk, bülbülün ağzında narince çiğnediği bir lokma… tane tane sindirerek lezzeti daha bir başka. aşk doğallaşınca güzel, saydamlaşınca alelade, aşk dokunamamak…
durmadan körüklenen bir yanardağ ama içine atlayınca tadı çıkan, her iliğinde ateşi hissetmek aşk…
melek senden bir şeyler bekliyorum artık… bu hoşuma gitti… yaz, yaz, yaz!