yalnızlık
“seni seviyorum”lu cümleleri
fahişenin göğüslerinde öldürecek kadar ağır
ve
sevişirken tanrının adını anacak kadar asidir…
Beni neden hiç aramıyorsun? Gerçi arasan da ne konuşacağımı bilmiyorum, her zaman yazarken daha iyiydim. Şu an bir sahildeyim, her yerim kum içinde kaldı, sanırım denizi hala sevemedim. Burada yüz kadar insan var, çoğu boğulmamak için yüzüyor ve hepsi senden habersiz olmalı. Seninle tanışmamış oldukları için üzülüyorum onların adına. Hiç beklemeyecekleri biri onlar için üzülüyor şu anda. Bu içgüdü nereden geliyor emin değilim ama birazdan suya gireceğim. Eminim ki suda da seni düşüneceğim. Sana -senin de bunu beklemene rağmen- seni sevdiğimi söylemediğim için üzgünüm. Bu durumun eminim psikolojik, sosyolojik ya da başka bir ‘’jik’’ açıklaması vardır elbet fakat ben bilimi de hiç sevemedim en az bu deniz kadar. Ama ben iyi birisiyim. Kötü ve kayıtsız gibi görünmek isteyen makul bir insan. Belki de bu yüz kişiden daha mutlu, daha insan.
Geçen sabah insanların dişlerini fırçalarken ne düşündüklerini düşündüm, dişlerimi fırçalarken. Neydi dişlerimizi fırçalarken aklımızdan geçenler? Kimsenin böylesi bir işle meşgulken dünyayı ya da salt beyaz dişlerle kendini kurtarmayı düşündüğünü sanmıyorum. Sanırım gün içindeki en boş şeyleri bu birkaç dakikada düşünüyorduk. Bu esnada ya evi dolaşıyor, boş boş televizyona bakıyorduk ya da içten bir şarkı mırıldanması yahut aynadaki bizi inceliyorduk. Şu an hiç daralmadan, sıkılmadan söylüyorum ki uyandığımda aklıma gelen ilk şeysin. Ve dişlerimi fırçalarken ya da tamamen farklı eylemlerde de orada olmayı becerebilen teksin.
Sana âşık olmak, orospunun birine tutulmak kadar umutsuz, bir köylü güzelini sevmek kadar masum ve bazen saatlerce dalıp gittiğimde bana titreyen elleriyle su getiren babamın elleri kadar tedirgin bir şey. Sen eski beraber olduğum kişilere göre sahilde geçirilen bir gün gibisin. Ve bütün bu aptal âşık laflarını bana yazdıran Romeo’nun siluetisin…
Bu arada seni seviyorum…
Mine Saka
o dediğinden…