Aşk Söylemi
Aşk tasavvufta varoluşsal bir anlam içerir: Aşk insandır, dolayısıyla Allah’tan gelir ve insan ilahi aşkın bir ürünüdür. Aşk-ı mutlak kendisinde kendisini görmek için yalnızlığına bir nebze şahit kılmak için insanı yaratmıştır. İnsan sevginin en şiddetli halinden türemiştir. Kadim aşk tasavvuru ve eylemesi böyle gerçekleşmiştir. Doğu kültürü ve irfanı işte bu anlayıştan devşirilmiştir. Tasavvufun içeriğini ve pratiğini oluşturan bu sevgi ve aşk söylemi sinemada oldukça revaçtadır. Özellikle 20.yy’ın ilk yarısından itibaren Doğunun (İran) mistik anlam dünyası İran sinemasında işlenmeye başlanmıştır.
Doğu’da aşk dünyanın yekunudur[1]
İran’ın Kültürel Mirası
İran sinemasının kültürel miras olarak büyük, devasa bir edebi-felsefi külliyatı temel alması gelişiminde ve uluslararası ödül törenlerinde mükâfatlandırılmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Özellikle Farabi enstitüsünün varlığı İran sinemasının gelişiminde büyük önem taşımaktadır. Gerek sansür politikaları gerekse İran’ın Humeyni rejiminin etkisiyle baskı ve kontrol altında bulunsa da İran sineması kendince bir yere gelmiştir ve işlediği konular özelinde de oldukça özgün bir içeriğe sahiptir.
Majid Majidi İran sinemasının kayda değer yönetmenlerinden biridir. Kullandığı temalar ve ele alış şekliyle oldukça popülerleşmiştir. Burada Majid Majidi’ nin en çok üstünde durduğu Sûfilik temasını ele almaya çalışacağız.
Sûfilik Allah ile birlikte bir ahlaklanma yöntemidir ve Majidi sinemasında sûfilik Mesnevi bağlamında ele alınmaktadır. Özellikle insanın tekâmülü, olgunlaşma, ehlileşme temaları üzerinden yürüyen Majidi Baran’da kendine has sinema çizgisini bozmayarak insan ve varoluşun gerilimli taraflarına değinmiştir.
Baran ham bir karakterdir etrafına ve kendi varoluşuna karşı özensiz biridir. Majidi’nin başkarakter olarak Lateef’i tasarlamasının altında yatan kaygı yine Sûfizmle ilgilidir. Lateef’in manevi derinlikten yoksun ve habersiz bir yaşam sürmesi, açgözlülüğü vs. gibi olumsuz yönleri sûfiliğin pratikleri esas alındığında bir hayli manidardır. Zira sûfilik yolu ya da tekâmül anlayışı insanın nefsani bir varlık olduğundan hareketle konumlanır. Bu aşamada Lateef sûfilik için biçilmiş kaftandır, iki ayaklı hayvani bir oluşu simgelemektedir. Bu bağlamda Majidi için Lateef adeta bir laboratuvar görevi üstlenir.
Füsüsü’l-Hikem Bağlamı ve “Baran” Filmi
Sûfilik bir ahlaklanma sürecini esas alır. Bu bağlamda Allah ile ahlaklanmaya dair ipuçları verir. Tasavvuf klasiği sayılan ve medreselerde halen okutulan Arabi’nin Füsüsu’l Hikem adlı eseri insan tekâmülünün önemli izleklerini peygamber temsilleri üzerinden veren bir kitaptır. Kitap tasavvufun kültleşmiş bir yansıması gibidir. Kitap, Arabi’nin girişte de belirttiği üzere Hz. Muhammed’i rüyasında görmesiyle şekillenir ve yazılır. Söylediğine göre Hz. Muhammed bu kitabı almasını ve insanlara duyurmasını salık verir. Bunun üzerine Arabi niyetini temizler ve kitabı hiçbir öznel ifadeye yer vermemek şartıyla yazar ve yayımlar. Kitap 20’nin üzerine peygamberin belli başlı manevi göstergelerinden hareketle insan yolculuğunu esas alır. Özellikle “Ayna” mitosu önemlidir. Tasavvufta ayna metaforu en yüksek simgeye işaret eder: Allah ve Yaratılan ikilemine. Majidi’nin de ele aldığı bu metafor Baran filminde oldukça yoğun şekilde hissedilir. Yönetmenin aşk ve sevgi konularına bakış bu kitaptan referansla işlenir. Dünyevi bir aşkla başlayan Lateef’in yolculuğu İlahi aşkın farkındalığına doğru seyreder. Sufilikte bu dünyanın önemi büyüktür, özellikle peygamberlerin hayatlarına bakıldığında hepsinin aile babası, çiftçi, marangoz, demirci gibi vasıflara sahip olması dünyeviliğin yaşanması gerektiğini bize vurgular. Bu anlamda dünyevilik temel bir araç olarak tsavvur edilir ve bu aracın aşılması ancak ve ancak Allah ile mümkündür. Ayna metaforu burada devreye girer ve dünyanın eksik ya da arızi bir yansımasını bize verir. Önemli olan ise aynanın sırrını kazımaktır, bu sayede hakikatle tanışmamız mümkün olabilir. Lateef’in yolculuğunu “ayna” metaforuyla bağdaştırmamız mümkündür.
Majidi, Lateef’in kişisel yolculuğunu ilahi-aşk teması üzerinden işlemiştir. Majidi, aşkı dünyevi bir karşılaşma olarak Lateef karakteri üzerinden seyirciye aktarırken, karşılaşmanın (Baran) zamanla manevi içsel yolculuğa nasıl evrildiğini gözler önüne sermektedir. Sûfilikte aşk asla dünyevi olarak telakki edilmez: zira her şeyin yaratıcısı Allah olduğundan “Ne yana bakarsan bak onu görürsün”[2] söylemi hâkimdir.
Sonuç olarak Majidi sineması Tasavvuf ve sûfilik üzerinden kendini serimlemekte ve insan varoluşunun anlamını ve dünyanın konumunu yine bu anlayış üzerinden seyirciye aktarmaktadır.
Can Murat Demir
[1] Takış, T. (2004). Kimya-i Saadet: Doğu-Batı (Aşk ve Doğu), Yıl:7, Sayı: 26, Ankara: Doğu Batı Yayınları. s. 7-8.
[2] İnsan Suresi 20. Ayet