Ana SayfaRöportajAlev Alatlı Taraf Kitap Söyleşisi

Alev Alatlı Taraf Kitap Söyleşisi

Beyaz Türk tanımının temeli nedir? Kim neye göre beyaz veya bu “beyaz”lık nerden geliyor?

Ne güzel bir soru! Önce, “siyah” ne ki, “beyaz” ne olsun diye bakmak lâzım. “Siyah”a yüklenilen nitelikler mâlum; ölüm, kötülük, cadılık, büyü. Roma İmparatorluğu ile başladı, zamanla Avrupa’nın bütününe yayıldı. 19. Yüzyılda devlet adamlarının, ruhban sınıfının giysilerine renk oldu, 20. Yüzyılda ise moda. Bugün Batı dünyasında matemle ilişkilendirilir. Ayrıca sırlar, iktidar, şiddet, kötülük ve hayli ironik biçimde zerafetle de.

Siyasi çağrışımı anarşistlerin rengi olarak başlar. 19.yüzyılda düzenin zararlı, istenmez saydıklarının rengidir. Siyah bayrak hatta siyah harfler anarşizmle bir tutulur. Rus İçsavaşında Siyah Ordu vardır. Mussolini’nin Kara Gömleklileri vardır. Hasılı, “beyaz” saflık temizlik söyler. “Siyah” karanlık ve gizem. “Beyaz” ışıktır, aydınlıktır. “Siyah” bilinmezliktir, korkudur. Gördüğümüz gibi, Yusuf bey, Türk’ün beyazı da, siyahı da esas itibariyle galatı meşhurdan ibarettir. Bana gelince, “Beyaz Türk”ü, 1940lı yılların “Türk hümanizması” yaratmak düşüncesiyle düzenlenen Yakup Kadrı destekli Hasan Ali eğitim sisteminde yoğrulmuşların şekillendirdiği zihniyet olarak kullanıyorum. Batı’ya entegre olmak gayreti içinde ve fakat Batı’nın pagan Yunan-Roma bacağına yapışmış, Yahudi-Hıristiyan kökenlerini tamamen ıskalamış tipoloji. “Beyaz”ın aydınlık olduğu düşüncesinden yola çıkarak, “Aydınlanma”nın tezgâhından geçenin “Beyaz Türk” olduğunu varsayabilirsiniz.

Sizce “Beyaz Türkler”in küskünlüğü tek taraflı mı yoksa çift taraflı bir küskünlük mü?

Elbette, çift taraflı. Beyaz, siyaha küser de, siyah beyaz küsmez mi? Küser, elbet. Şu şerhle ki, “Beyaz”dan murad, aydınlanmışlık ise, Batılılaşmışlık ise, küsmüşlüğünün telmihlerini iyi hesaplanmak lâzım diye düşünürüm.

Hak, hukuk, ülke sevgisi, köken birliği ve milli gurur gibi kadim değerlerin üzerinde konuşulup toplumsal mutabakatı sağlama gayreti yok, diyorsunuz. Köken birliği toplumsal bir mutabakatın olmazsa olmazı mıdır?

Tarih öyle gösteriyor. Şu şerhle ki, “köken” ille de ırk, budun falan değil. Ortak deneyim, ülkü, din, değerler vs. Fiilen yoksa da yaratma yoluna gidiyorsunuz – meselâ, bir zamanlar İtalyanların yaptığı gibi. Amerikalıların yaptıkları gibi. Adamlar birkaç yüzyıl içinde “Amerikalı” yaratmayı başardılar – Sükran Günü, Süperman derken, milli gurur kotarmayı bile becerdiler.

Türk olmaktan utananlar Türklüğünden korkanlar var, deniliyor kitapta. Hangisi olursa olsun insanın ırkın bu kadar önemli addedilmesi, gündemde tutulması doğru mu sizce?

Mesele biyolojik “ırk” meselesi değil ki, Yusuf bey! Mesele, referans aldığınız tarihi, ülküsel, dini vb. değerlerin tu kaka ediliyor olması. Çirkin ördek yavrusu sendromu, kendiniz olmaktan utanır, kendiniz olmaktan korkar olduğunuz ruh hali ki, son tahlilde psikiyatrik bir çözülmeyle sonuçlanır. Bana sorarsanız olan da budur zaten.

Yanlış Batılılaşma kitabın ana izleklerinden biri. Siz bu yanlışı neye bağlıyorsunuz?

Yanlış demeyelim de “natamam” diyelim, Yusuf bey. Malûm, muasır Batı medeniyetinin iki bacağı vardır. Bunlardan birisi Yunan-Roma, diğer Musevi-Hıristiyan bacağıdır. Bizim Batılılaşmak dediğimiz süreçte, Musevi-Hıristiyan bacağı bütünüyle ihmal edilmiştir. “Laiklik” çabasından, Kutsal Kitaplardan kaçıştan olsa gerek, Avro-Amerikan medeniyetinin dini yanını yoksaymışız. Oysa, belirleyici unsurlarının başında gelir – zihniyetlerini şekillendirir. Nitekim, bence bugün Papa’ya anlam veremememizin, Neo-Con olayını doğru değerlendirememizin, mesela, İsrail-ABD ittifakının özünü kestirememizin altında bu ihmal yatar. Terminoloji de, kodları da bilmiyoruz. Oysa, İslam’dan bir arpa boyu mesafedeydi kodlar, bilmemizde yaşamsal yarar olurdu.

Çözüm süreci olarak adlandırılan süreçte toplumsal bir mutabakatın sağlanamamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Bence herşeyden önce “toplumsal mutbakat”ın unsurlarının neler olduğu açık değil, bunları saptamak konusunda da yeterince dürüst değiliz. Yüreğimizde yatanı söylemiyor, -mış gibi yapıyor, çekincelerimizi halının altına süpürmekte ısrar ediyoruz, bu iki. Yeterince ciddi değiliz, bu üç. Bir de, “iyi düşünelim iyi olsun” gibi kadim bir temennimiz var ki, sahici dünyada pek de işleyen bir mekanizma değildir, bu temenni. Mâlum, bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir atlı kurtarır, bir atlı bir muharebe kurtarır, bir muharebe bir vatan kurtarır diye bir saptama vardır. Biz “mıh” şöyle dursun, atlıyı bile ciddiye almayacak kadar iyimser insanlarız. “Bu da geçer yahu” ama bedeli olur.

Kent kültürü veya kentli kültürünü nasıl tanımlarsınız? Böyle bir kültür kaldı mı sizce?

Kent kültürü dediğiniz bireyin geleneksel bağlarından, kısıtlarından kopma, dilerseni koşumlarından boşanma halidir. Kendi köyünde, kasabasında, aşiretinde, nasıl derseniz artık, gösteremeyeceği davranışa icazet bulduğu, toplumsal otoritelerin azarlamalarından kurtulduğu yer kent. Cumayı alın. Cuma namazına gitmediğinde tefe konulacak adam kentte özgürdür. Özgür ve bir o kadar da savunmasız yani. Metropollerin yeni göçmenlerine bakın; furya edilen eşarpların altından çıkan balyajlı gölgeli saçlara bakın. Bu bir geçiş dönemidir. Kentler şantiye hallerini geride bırakıp oturduklarında oluşacaktır “kent kültürü.” Türkiye için henüz çok erken.

Cumhuriyetten bu yana “aydın” kesimin toplumsal değişim ve dönüşümleri anlayamadığı ve kendi toplumuna yabancılaştığı düşüncesi çok konuşuluyor. Bir “aydın” nasıl olur da içinden çıktığı toplumun gerçeklerinden kopar?

Çok kolay kopar! Bir menkıbe, bir masal anlatacak anneanneniz yoksa, elinizden tutup Bayram namazına götürecek büyüğünüz yoksa, bilmece nedir unuttuysanız, okulda bağlama kursu yoksa, türkü bilmez, abdal nedir anlamazsanız, Münir Nurettin’in adını bilmez, Itrı’den bihaber, failâtun failûnla dalga geçilen bir ortamda yeşerdiyseniz çok kolay. Hele de bunların yerine kolayca ikame edilebilecek zevkler, duyarlılıklar, seyirlikler varsa çok kolay olur. Sadece bizde de değil! Rusya’yı görmelisiniz. Şunun şurasında ne kadar oldu, eski tüfek komünislerin torunları gulag nedir bilmiyorlar – Lenin bir masal kahramanı bile değil artık.

2013, 1 Nisan
Taraf Kitap – Yusuf Çopur

2 YORUMLAR

  1. Beyaz Turklerin acilim sonrasi ezildigini,asiretlerin iyice semirip simardgini gozlemliyorum cevremde sosyolojik olarak.Bu hain asiretler Beyaz Turklere biraz da Cumhuriyetcilik babinda dusmanlik ediyor.Bazi vandalimsi asiretlerden aslinda kasabada bircok kisi de sikayetci.Asiretin asireti kiskandgini bile gorduk.Cuma meselesinde de,Cuma artik biraz rantsal ve adetten birsey..Alkollu ,liberal tipler bile aklanmak icin Cumaya gidiyor
    mecburi bir gorev gibi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak