Baba’nın ataerkil toplumlar nezdinde: güç, otorite, devlet, yenilmez, dağ ve tanrısallık gibi metaforları karşıladığını görmekteyiz. Sinemadaki yansımalarında Baba figürünü 1990 öncesi ve sonrası olarak değerlendirebilmemiz mümkündür. 1990 öncesi, sevgiyi, şefkati, yeterliliği ve aileyi bir arada tutan sevginin sembolüdür Baba.
1990 sonrası sinemadaki yansımalarında ise özellikle feminist hareketin de etkisi ile Baba figürü eksik, fazla, yeterli ya da yok anlamlarına doğru evrimleştiği görülmektedir. Özellikle Çağan Irmak filmlerinde, bunu net bir şekilde okumaktayız. Babanın fazlalığı veya eksikliği, birey üzerinde sosyolojik ve psikolojik birtakım travmalara yol açtığı gözler önüne serilmektedir. Babam ve Oğlum’u irdelediğimizde baba otoritesinin baskınlığı, aşırılığı, yeterli ve koruyucu figür olduğu inancı, oluşturduğu sınırlar içinde bu gücünün koruyucu olacağı düşüncesi baba tarafından belirlenmektedir. Babanın sınırları ötesinde gerçekliği bulmak isteyen oğul, babanın isterse sınırların dışında da güvenceyi sağlayabileceğine inanmaktadır. İkilemler arasında gerilip-gevşeyen baba/oğul ilişkisi oğulun (Sadık) yersiz yurtsuzluğu ile sonuçlanmaktadır.
Babam ve Oğlum, geleneksel bağlamlarından kopmaya hevesli bir baba-oğul ilişkisini konu edinmektedir. Hatta Tarkovsky’nin ‘baba ocağı/ev’ referans alınırsa, kendi gerçekliği peşinde koşan oğulların yurt olarak bildikleri baba ev’ine dönme arzularına da şahit olmaktayız.
Yeter Demir