Ana SayfaYazarlarCansu CanCanlılar Bilimi ve Canlılar Sorununun Tetkiki

Canlılar Bilimi ve Canlılar Sorununun Tetkiki

Geçmişten günümüze biyologların, filozofların ve bu konuyla özel olarak ilgilenen insanların, biyolojiye dair en çok merak ettikleri noktalardan biridir canlılık tanımı. Canlıların dünyasını inceleyen ve canlılar bilimi olarak kabul edilen biyolojinin ana konusu olan canlıların neye tekabül ettiği, her zaman için büyük bir tartışma konusu olmuştur. Bundan mütevellit canlılığın tanımını tartışabilmek için öncelikle biyoloji bilimine değinmemiz gerektiği kanaatindeyim. Hepimizin bildiği üzere biyoloji, canlılarla uğraşan bilim dalına verilen addır. Ancak bilim, sadece zaman ve mekan koordinatlarında yer alan olaylarla ilgilendiği için canlılığı yalnızca bilimsel anlamda ele almamız yeterli olmayacaktır. Zira canlılık duyusal alanın dışında var olanla yani metafizik ve varoluşçulukla da yakın bir ilişki içerisindedir.

İncelememiz gereken sorunlardan ilki, “Canlıların bilimi olabilir mi?”dir. Bu soruyu yöneltmemizin temel sebebi; bilimin dünyayı belirli bir çerçevede ele almasından kaynaklıdır. Bilim yalnızca belirli bir gerçekliği, belirli bir zaman ve mekan düzlemine yerleştirir. Yani olaylar sınırlı bir zaman ve mekanda irdelenmeye çalışılır. Felsefeye göre olaylar iki çeşittir: Vakalar ve vakıalar… Vakalar tek seferliktir ve denetlenebilmesi imkansızdır. Vakıalar ise tekrarlanabilir ve sınanabilirdir. Bu sebeple canlılar, hem vakalar hem de vakıalar grubuna dahil edilebilirler. Mekanik çizgisel zaman içerisinde incelenen vakıalar eşzamanlı bir yapıya sahiptir. Burada eşzamanlılık kavramıyla ifade etmeye çalıştığımız şey, geçmiş zamanda olmuş bir şeyin yeniden oldurulabilmesidir. Olan bir şeyi tekrardan oldurabilmek doğa yasalarına aykırı bir durumdur. Çünkü olan şey, olduğu zaman ve mekan diliminde kalmak zorundadır. Olayın gerçekleştiği koşullar değiştirildiği vakit gerçekleşecek yeni olay, eski olayın aynısı olmayacaktır. Başka bir zaman ya da mekan boyutuna geçiş yapılması da mümkün değildir. Ancak, bu yeniden oldurabilmenin oluşması için gerekli olan sunî ortam halihazırda mevcuttur. Deney ve gözlemlerin tekrar tekrar yapılabildiği laboratuvarlar, bu sunî ortamların başında gelmektedir. Can bulma olayı öyle bir hadisedir ki, fizik evreninde sadece bir kere meydana gelebilmektedir. Hal böyleyken eşzamanlı bir canlının varlığı da söz konusu olamaz. Canlılar, canlı olmayanın tersine şimdililik ve geçmişlilik ikilemlerini yaşadığından mütevellit, ancak ve ancak çift zamanlı varlık olarak dünyaya gelebilirler. Zira çift zamanlı varlıkların hepsinin, bir anı diğer anına uymaz. Sürekli bir değişim halindedirler. Değişim halinde olan bir varlığın laboratuvar ortamında kontrol edilebilmesi de güçtür. Bu yüzden bu kontrol kısıtlıdır. Kontrolün kısıtlı olduğunu bizlere en açık şekilde gösteren örnek ise canlıların yaşamlarını kaybetmesidir. Canlıya can veren şeyin ne olduğunu maddi evrende çözümleyemediğimiz için ölenleri kurtaramıyoruz. Canlıyı canından eden sebebin ne olduğunu biliyoruz elbette. Fakat cana can veren asıl şey ne? Buna henüz vakıf değiliz. Dolayısıyla da sunî mekanlarda en başa dönüp tahlil yapmak gibi bir lüksümüz de yok. (Ölmüş bir insanı hayata döndürmek gibi.) Ne yazık ki zamanın, mekanın, bedenin değişiyor oluşu; bizi kısıtlayan engellerin başında geliyor diyebiliriz.

Canlı kavramının tanımını yapabilmek için can kelimesinin evveliyatına bakmak gerekmektedir. Can Farsça bir kelime olup, ruh ya da nefs anlamına gelmektedir. Ruh veya nefs, duyulara konu olan fakat duyusal alanın dışında kalan bir kudret olduğu için; bilim günümüz koşullarında da, hala duyusal alanın dışında kalanı incelemeye elverişli değildir. Canlıların tözünde bulunan asıl şey metafizik evrenine aittir. Fizik evreninde koymuş olduğumuz kaideler metafizik evren kaidelerine uymaz. Bu sebeple fizik aleminde metafiziğin esaslarını bulmaya çalışmak; zaman ve mekan boyutlarının farklılığı ortadayken, beyhude bir çabadır. Nefsin ya da ruhun gayri cismanî olduğunun kanıtlarından bir tanesi, Almanya’da yapılan bir ruh deneyidir. Yapılan deneyde ölmek üzere olan hasta, cam bir fanusa kapatılır. Hasta öldükten sonra ruhun çıkmasıyla beraber vücutta kilo kaybının yaşanacağını öne süren bilim insanları, deney sonucunda ölen hastanın kilo kaybı yaşamadığını gözlemlerler. Deney sonucuna göre yorum yapan kimi bilim insanlarına göre bu olay, ruhun olmadığının bir kanıtıdır. Fakat ruha inanan bilim insanları için bu durum, ruhun cismani olmadığının bir göstergesidir.

Yeniçağ din dışı Batı Avrupa medeniyetinde ve önceki kültür merkezlerinde olduğu gibi, İslam dininde de keskin bir canlı – cansız ayrımı yoktur. Böyle bir ayrımın var olmadığının işareti ise Kuran-ı Kerim’deki şu ayette gizlidir: “Dağlara taşlara sorduk, siz bu sorumluluğu üstlenir misiniz?” (Canlılar Bilimi Ve Evrim Sorununun Teşrihi, 2011, s.457). Bu ayetten yola çıkarak elde edeceğimiz ilk bilgi; dağların, taşların belirli bir isteme gücü ve iradeye sahip olduğudur. Bu yetilere sahip varlıklardan cevap niteliğinde karşılık bekleyen bir yaratıcı profili vardır önümüzde. İşte bu durum da bizi kaçınılmaz olarak ilâhiyata sevk eder. Kur’an-ı Kerim’de ruh kelimesi elli yedi defa geçmektedir. Fakat elli yedi defada sadece altı yerde varlığından söz edilmektedir. Fetüs kendisine ruh üflendikten sonra idrak sahibi, hareket eden ve acı duyan bir varlık haline gelmektedir. Bunun tıbbî dayanağı ise “Fetüse Ruh Üflemesi” adı verilen olayda, fetüsün yirmi üç günlükken kalbinin atmaya başlamasıdır.

Canlının en önemli özelliklerinden birisi belirli bir hedefe yönelme isteğidir. Bu durum biyoloji felsefesi tarihinde “gâye” olarak tanımlanır. Dolayısıyla bu noktada, canlı olan gâyeli olan konumundadır. Canlı gâyeli olduğu için canlının âzâları da gâyeli olmak zorundadır. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Canlının gâyeli olmasına ilişkin olarak canlıya “Niçin” sorusu sorulur. “Niçin elin, kolun, bacağın var?”. Bu ve benzeri sorular canlıya mahsus sorulan sorulardır. Aristoteles’e göre bilimin üç temel sorusu vardır. Bu sorular: “Neden? Nasıl? Niçin?” sorularıdır. Nasıl sorusu olayın gerçekleşme şeklini anlatır bizlere. Neden sorusu ise olayın gerçekleşmesine ön ayak olan etkenlerin tümünü açığa çıkarmaya çalışır. Niçin sorusu da olayın yöneldiği gâyeye ilişkindir. Aristoteles fiziği için önemli olan bu sorular Galileo Galilei fiziği için fazladır. Galileo’ya göre maddi dünyayı anlamlandırabilmek ve bilimin yapılabilmesi için sorulması gereken iki soru, yeterlidir. Neden ve nasıl?

Evrendeki her varlığın belli bir varoluş amacı vardır. İşte biyolojide tam olarak bu sebepten ötürü, canlıları tek bir çatı altında toplamak ve varoluş amaçlarını açığa çıkarmak için; varlıkları canlı ve cansız olarak sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma yapılırken gâyeli olanların farklı bir kefeye toplanabilmesi adına, canlıların ortak özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Çoğu bilim insanı tarafından canlıların ortak özellikleri olarak kabul edilen nitelikler şunlardır: Hücresel yapı, beslenme, üreme, boşaltım, büyüme ve gelişme, solunum (enerji üretimi), hareket, metabolizma, etkiye tepki ve adaptasyondur[1]. Günümüzde bu saydığımız özellikleri taşıyan varlıklar canlı, taşımayan varlıklar ise cansız olarak kabul edilmektedir. Ayrıca biyologlar sınıflandırdıkları varlıkları incelerken farklı türlerin birbirlerine benzer özellikler gösterdiklerini keşfetmişlerdir. Özellikle hayvan ve bitkilerin, insanlara benzer davranışlar göstermesi araştırmacıların kafasını bir hayli karıştırmış olup; onları, insanlarda var olan idrakın hayvan ya da bitkilerde de olabileceği düşüncesine sevk etmiştir.

Bilim insanları tarafından yapılan araştırmalara göre; insanlardaki yas tutma, hayat boyu sadık eş olma, kendi içinde bir dil oluşturma, kin tutma ve intikam isteği gibi özellikler hayvanlarda da bulunmaktadır. Örneğin; 2007 yılında hayvanat bahçesini ziyaret eden bir grup, Tatiana adındaki bir Sibirya kaplanının karşısına geçip onunla alay etmiştir. Daha sonra bir şekilde hayvanat bahçesinden kaçan kaplan, onunla dalga geçen o grubun izini sürüp onlara saldırmıştır. Görüldüğü üzere bu olay, insandaki kin ve nefret duygularının hayvanlarda da bulunduğunu kanıtlar niteliktedir.

Varlıkların hakikatini açıklayabilmek için denge ve döngü kavramlarının izah edilmesi canlılık tanımı için elzemdir. Evrendeki sürekliliğin sağlanabilmesi, âlemlere girenlerin ve çıkanların eşit olmasını gerektirir. Doğum, ölüm, oluş ve bozuluş gibi kavramların ortaya çıkışı da bundan ileri gelmektedir. Aksi takdirde evrende hasıl olan sistemde bozulmalar meydana gelir. Evrenin sistemselliği oluş ve bozuluş üzerine kuruludur. Varlıkların mevcudiyete ulaşıp, bu dünyadaki gâyelerini tamamlamaları suretiyle gerçekleştirecekleri bozuluş, yeni bir boyutun habercisidir. Daimi bir döngü içerisinde hakikatini koruyan evren, enerjisel anlamdaki boyut atlamaları ile devamlılığını sağlar. Buradaki enerji kavramı beraberinde fizik yasaları için çok önemli olan entropiyi getirir. Canlılığın işleyişi için dikkat edilmesi gereken noktalardan birisidir entropi ve bir sistemin mekanik işe çevrilmeyecek termal enerjisini temsil eder. Bu sebeple termodinamik ile bağıntılıdır. Rastgelelik ve düzensizlikle açıklanmaya çalışılan entropi, kesinlikle rastgele ya da düzensiz değildir. Oluşan düzensizliklerin ya da rastlantıların bile muhakkak bir sebebi vardır. Olması gerekenin sürekli aynı ya da birbirine benzer şekilde olması, bir düzen göstergesi değildir her zaman için. Zira negatif bazlı bozulmalar da düzenin bir parçasıdır. Aynı ve sürekli olma hali başlı başına sistemsellik değildir. Evren içi düzen, pozitif ve negatifin dengelenmesiyle yani nötralleşmesiyle korunur. Aslında eksi ve artıların sıfıra yaklaşmaya çalışmasıyla var olanın temel amacı, sıfır bilincine geri dönmektir. Bundan mütevellit ölen bir insanın tamamıyla yok olduğunu söylemek yanlıştır. Yok oluş bir enerji döngüsünün başlangıcıdır sadece. Yenilenme halidir. Ölüm gâyenin gereklilikleri yerine getirildikten sonra, canlılara gösterilen bir mola kartıdır sadece. Yeni gâye belli olana kadar ki boyut atlama sürecidir. Varlıkların yaşama isteklerini belirleyen şey ruh olduğu için; bedenin dünyaya gelişine hükmedecek ve onu yönlendirecek olan da ruhun kendisidir. Bu yüzden enerjisel anlamda kendini toplayıp, hedeflerini belirledikten sonra tekrar vazifeye atılacak ruhun, bedenini yönetebilmesi için gerekli enerjiye can adını verebiliriz. Böylelikle canlılık ile entropiyi de bağdaştırmış oluruz. Özetle canlılık için, ruhun bedende aktive olabilmesine yardımcı, aynı zamanda ruhla bedenin uyum içinde bir yaşam sürdürebilmesini sağlayan enerjidir diyebiliriz.

Cansu Can

[1] Adaptasyon: Bazı biyologlar tarafından canlıların ortak özellikleri kategorisine alınmaz.

KAYNAKÇA

Schrödinger, E. (1999). Yaşam Nedir?. Evrim Yayınevi.
Duralı, Ş. T. (2011). Canlılar Bilimi Ve Evrim Sorununun Teşrihi. Sosyoloji Dergisi, 3(27.), 455-471. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/4056
Yavuz, M. (2019). Biyoloji Felsefesi Ders Notları.
Anciet – Code. (13.04.2019 tarihinde erişilmiştir.) The Soul Does Not Die, It Returns To The Universe Say Scientists. https://www.ancient-code.com/scientists-prove-soul-not-die-returns-universe/
BBC. (13.04.2019 tarihinde erişilmiştir.) Animals. https://www.bbc.co.uk/search?q=animals
En Son Haber. (15.04.2019 tarihinde erişilmiştir.) Hayvanların İnsanlara Olan 14 Benzerliği. https://www.ensonhaber.com/hayvanlarin-insanlara-olan-14-benzerligi-2014-01-23.html
Listelist. (15.04.2019 tarihinde erişilmiştir.) Hayvanların Muhteşem Özellikleri. https://listelist.com/hayvanlarin-muhtesem-ozellikleri/
National Geographic. (15.04.2019 tarihinde erişilmiştir.) Animals.
https://www.nationalgeographic.com/search?q=animals&location=srp&type=recommended

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

buraya bak