Philosophia’nın[1] yani düşünmenin biricik gayesi [neliği] nedir’ sorusuna, bir nebze olsun konuya ilgisi olanlar şu cevabı verecektir: Hakikat [Aletheia]. Peki, nedir bu hakikat? Nasıl elde edilir? İnsan ruhu [psykhe] ve yaşamı “hakikat” karşısında nasıl bir pozisyon almalıdır? Grek dünyasında oldukça önemli addedilen“erdemlilik” ve düşünme arasında nasıl bir ilişki vardır? Elimizden geldiğince bu soruların cevaplarını çıkarsamaya çalışıp; ekseriyetle Philosophia’nın tecrübi tarafından süzülen yorumlar üzerinde durulacaktır. (Bu bağlamda “felsefe” ve “ruh” ilintisi çok iyi okunmalıdır, konu hakkında Ruh ve Vicdan Üzerine adlı deneme okunabilir).
Bu makalenin asli görevi, düşünmenin tanımını yapmaktan ziyade, onun mahiyetini esas alarak yine kendisinin rehber kabul edildiği insan hayatının ontolojik konumuna ve mümkün olabilirliğine değinmektir. Bu misyonu icra ederken ana kaynak ‘Platon düşünmesi’ olacak. Platon düşünmesini merkeze alarak genel anlamda insan hayatının seyrini bu güzergâhta değerlendirmeye çalışacağız ki bu yazım biçemi beraberinde Platon düşünmesini yakına getireceğimiz[2] bir izleme rotasını[3] mecbur kılmaktadır. Bu yazıda referans alacağımız diyalog Kleitophon veya Felsefeye Davet[4]olarak belirlenmiştir: Kaynak seçimi okuyucuya örnek bir izlek sunulması tarafında önem arz etmektedir ki şunu da tırnak içinde belirtmemiz gerek: “kaba saba” ya da “yüzeysel” bir kitap sunumu ya da eleştirisi yapmak düşünmenin faaliyet alanını yani bizim yazımızın ana konusunu kapsayamaz hatta onu sıkıntıya sokar. Dolayısıyla makalenin misyonu, Platon’un düşünmesine ortak olmaya çalışmaktan ziyade, bazen soluklanıp biraz geri çekilip duraksayarak, bazense onunla yürüyerek düşünenin düşünme sistematiğini bir nebze olsun kavramaya çalışmaktır.
Burada bir parantez açmak gerekir: metin okuma (sunumlama) faaliyeti sadece bir yönelim imkânı sağlar, bu durumda bir metin okumak demek sadece bir konuya yönelmenize olanak tanır. Düşünme faaliyetinin kendisi başlı başına bir erdem kazanmak olduğu için metin okuması düşünmenin yakınından dahi geçmez. Philosophia diye tabir ettiğimiz şey Platon’a göre, erdemle yaşayan birinin ruhsal bir dönüşüme [katarsis] tabi olmasının sonucunda hakikat ile karşılaşmasından başka bir şey değildir. Demek ki Platon salt teorik entelektüel faaliyetten bahsetmiyor, o eylemin önceliğini salık veriyor. Diyaloglar böylesi bir işlevi görmektedir: yaşamın içinden akan ondan hayat bulan, insan deneyimini esas alan konuşmalar… içsel konuşmalar olarak philosophia’nın ana vatanını simgelemektedir.
Düşünen ve Düşünmek Nedir?[5]
Düşünmek hayatımızın her köşesinde her safhasında da eksik ya da hastalıklı bir şekilde beliriyor. Bu oldukça talihsiz ve tatsız bir konu. Sözüm ona modern akademik çalışmalara şöyle bir göz attığınızda, üniversite kürsülerine hapsolmuş, özgürlüksüz, bölük-pörçük ve benmerkezci bir yapı dikkat çekmektedir. Hülasa düşünmenin kendisinin dıştalandığı kendince bir akademik hegemonya, tuhaf ve hastalıklı bir akademik bürokrasi hüküm sürmektedir. Bu olumsuz tablo akademia’nın durumunu özetler mahiyettedir: düşünme ne bilimsel ne de gündelik anlamda tahakkuk edememektedir.[6] Akademinin durumu ortadadır, konuşmaya gerek yok, manzara herkesçe aşikâr biz devam edelim…
Düşünen düşünmenin cezbesine tutulmuştur. Bu yorumsamanın kendisi düşünen olmaklığın mahiyetini [neliği] ele verir.[7] Düşünen olmak düşünmenin emrinde olmakla eş değerdir, ancak bu sayede kişi düşünmeye ev sahipliği yapabilir. Düşünen, mesaisi gereği düşünmenin rehberliğinde oradan oraya savrulur, dile gelir, bazen kendini tutamaz yazıya da gelir durur. Bu çalkantılar gelişi güzel değildir asla, bir haritası bir rehberi vardır. Düşünmenin seyir haritası düşünenin karakteri ve bilgi birikimiyle şekillenir. Düşünmenin seyri akli melekeler ya da reflekslerle ilgili olarak kendisini belirler, şekil alır. Hal böyleyken düşünme oldukça derin ve tehlikelidir zira düşünmenin boyutlarını ya da sınırlarını henüz keşfedemedik. Düşünme bize doğru sürekli gelerek ve sonsuza uzanarak kendisini bize dayatmakta ve kendi bitimsizliğinden ilham almaktadır.[8] Dolayısıyla ‘düşünen’ tüm bu karmaşanın altından –zevk ve temaşa ederek– tek başına kalkar, doğrulur, şeylerin arkasında ne olduğunu görmek için düşünmeye teslim eder ruhunu. O, teslim eder düşünme ise alır.
Peki, düşünmede hangi gerekçeler bize eşlik eder, düşünürken uzaklaşmak isteriz? Bu dünyacılıktan kurtulma Platon’un felsefi pratiğini imler, onun madde dünyasından akla doğru seğirtişi işte bu pratiğin sonucudur. O, düşünmenin yönelimselliğini tümellere bağlayarak felsefi bir sistem[9] tesis etmiştir. Düşünmesini tesis edişi bakımından Platon düşünmesi her ne kadar “idealist mistik” yakıştırmasıyla sıradanlaştırılmaya çalışılsa da Platon düşünmesi başlı başına bir sistem ya da başlangıcın izlerini taşır. Platon birçok bakımdan kurucu bir görünüme ve içeriğe sahiptir, birçok düşünce sistemine temel teşkil eder, bu konuyla alakalı olan herkes için malumdur ancak yazının konusu gereği Platon’un literatüre olan katkısı bizi şimdilik ilgilendirmiyor. Biz bu yazının yol işaretlerinde, duraklarında zaman zaman geriye bakarak ilerlemeye, Platon düşünmesinin insan hayatına olan direk uzanımlarının izini sürmeye çalışacağız.
Ruhunu nasıl idare edeceğini bilmeyen kişi, aklına estiği gibi davranarak, hayatını sürdüreceğine, ruhunu huzura erdirsin ve hiç yaşamasın daha iyi.?[10]
Bir Felsefi Yazma Biçemi: Diyalog
Diyalog.[11] Konuşma. Karşılıklı konuşma, kendinle [İçsel] konuşma. [Ötekiyle karşılaşma]. Konuşmak için karşılaşmak gereklidir. Karşılaşma içinse bir hesaplaşma, bir sorgulama, bir hak iddia etme, bir uluma ya da seslenme [retorik] ihtiyacının belirmesi gerekir. Grek insanı sorgulama ya da erdemli olabilmek için tüm afektifleri şiiri, görsel sanatları vs. kullanır. Bu sebeple Grek kültürünün en önemli etkinliği Tiyatro olarak belirir. Platon’un “diyalog sevdası” o’nun düşünmesinin teatral bir hal almasının doğal sonucudur: görsel olarak epistemenin getirdiği zevktir bu, göstererek, seslenerek işaret etmektir. İşte Platon’un düşünmesinin bize salık verdiği şey budur. Platon’un düşünmesi Grek geleneğinin devamıdır (bu yüzden yukarıda klasik bir metin şekli olmadığını vurguladık).
Platon diyaloglarını[12] okurken bir tiyatro oyununu izler buluruz kendimizi, philosophia bir senaryonun kendiliğinde okutur –serimler kendisini: dolayısıyla diyalogların şeması, söz etmeye [karşılaşmaya] istekli kişiler –ki bunlar aktörlerdir– ve onları izlemeye muktedir seyircilerden mütevellittir. Diyaloglar izlettirerek öğretir. İzlettirirken sorular sordurur ve cevapları ortaya konulur. Platon kendi iç konuşmalarını aktörler[13] aracılığıyla izleyicilere aktarır. Platon bir Vantrolog[14] edasıyla içinden konuşur daha açık ifadeyle unutulan repliği sufle verir, sahnedeki aktörler unutulmuş olanı dillendirmeye başlar. Sahne [Tophos] Âlemdir ve kendisini insan düşünmesine açar, burada philosophia[15] belirir –genişler. Sahne [Söz] açılır, Platon şu soruyu sordurur: “Yaşarken neyin peşinden gitmeliyiz? Hazların mı, erdemin mi?” Platon bu soruya takriben şöyle cevap verir: Haz, duyuların yanıltıcı dünyasında gölgelerin peşinden gitmektir, bizler ise tam aksine ışığın yani gerçek kaynağın[16] peşinde olmalıyız. Peki, bunu nasıl yapacağız? Dikkat edilirse Grek düşüncesinin ana teması bu soru üzerinden açımlanır.
Diyaloglar Okunmamalı, Bizzat Yaşanmalı
Demek ki Diyaloglar’ı birer yaşantı metni, Platon’u da bir yaşam bilgesi olarak deklare etmeliyiz. Bu minvalde Platon bize nasıl yaşamamız gerektiğini söylerken aslında nasıl ölmemiz gerektiğini de öğütlemektedir. Tıpkı (hocası) Sokrates gibi öğütlerken yaşamaktadır, yaşarken öğütlemektedir. Buradaki yaşamak sadece gündelik yaşantının içinde debelenmek değil elbette, biz burada ruhsal bir arınmadan bahsediyoruz, Platon yaşarken yazıyordu, yazarken arınıyordu. Bu Platon’u hem özel bir konuma taşımak için yeterlidir. Platon’un tüm diyalogları bütünden izler taşır, onun düşünmesinin parçaları Diyaloglar’a özenle serpiştirilmiştir. Diyaloglar parçadan bütüne doğru seyreden bir düşünce sisteminin izlerini taşır. Parçaları birleştirdiğinizde Platon’un eşsiz düşünce dünyasını[17] temaşa edebilirsiniz.
Diyalog sadece yaşamın içinden fırlamış metinler değildir her bir diyalog Platon’da bir hatırlama [anamnesis] faaliyetinin başlangıcıdır. Anamnesis[18] aynı zamanda Platon’un bilgi [episteme] edinme faaliyetine dair düşüncesini de açık etmektedir. Ona göre yaşayarak bilgi edinebiliriz.[19] Yaşamak[20] [Diyalog] hatırlamanın sebebidir. Diyalog [yaşam] hatırlamanın yurdudur.
Eidos [İdealar]
Platon, iki farklı varlık haritası [tophos] ortaya koyar. Bunlardan biri gölgeler ya da yansımalar dünyasıdır. Diğeri ise İdealar [eidos]. Bu iki alem arasındaki birbirini tamamlar bir vaziyet hakimdir. Biri olmadan diğerinin bir anlamı kalmamaktadır, dolayısıyla varlık özü itibariyle iki farklı aleme diyalektik bir ilişkide konumlanmıştır. Yansımalar dünyası yeryüzü hayatımızı imler, salt duyularla idrak ettiğimiz asıl kaynağın bir kopyasıdır sadece, sıradan, tatsız ve sığdır. Buna rağmen belirlenmiş bir öneme haizdir zira unuttuğumuz hakikate dair bilgi işaretlerini göreceğimiz mekân bu dünyadır, kısaca bu dünya doksa dünyasıdır, hakikate dair birtakım kanıların ya da algıların diyarıdır. Bu dünya bedenin dünyasıdır, beden ise ruhun hapishanesi olduğuna göre bu dünya sadece yalandan ya da gerçeğin hastalıklı bir kopyasından başkası değildir. Hastalıklıdır, çünkü insan dünyası bedensel hazların yaşandığı ve en önemlisi bu hazların [ayartıların] doyumsuz olarak mütemadiyen talep edildiği yerdir.
Peki, Platon’un üstün bir düşünce ya da idrak seviyesi olarak tasavvur ettiği “İdealar Dünyası” tam olarak neye tekabül etmektedir? Platon’un eidos dediği bu âlem nasıl bir âlemdir? Hangi ihtiyaçtan doğmuştur? Platon düşünmesinin en can alıcı noktasıdır “Eidos”.
Platon, “eidos” savını epistemik –bir yanıyla ontolojik– bir krizin çözüme kavuşturulması için sistematize etmiştir. Eidos[21] kuramı ile Platon “neyi ne kadar bilebiliriz” sorusunun cevabını arar. Platon tanrıların bilgisine ya da “mutlak iyi”ye dair insan idrakinin sınırlarını çizer. Burada asıl vurgulanan şey şudur: İnsan bu dünyada sadece gölgeleri görüp onları gerçek gibi addeder. Oysa eidos bu gölgelerin kaynağına yani mutlak olanın sonsuz bilgisine dikkat çeker. Bu anlamda eidos, dünyadaki şeylerin öz bilgilerine ev sahipliği yapar. Bazı çevrelerce formlar dünyası olarak çevrilen “eidos” asla bir form değildir, formla irtibatlı olsa da salt form değildir. Eidos şeylerin ardındakileri, kendilikleri ‘saf varoluşları’ tanrısal zihindeki ezeli hakikatleri izah eder. Gerçek olanlar burada yer alır.[22] Eidos ile ilgili bir örnek vermek gerekebilir: Okul ideası vardır ancak ‘Şu Okul’, ‘Bu Okul’, ‘Atatürk Okulu’ gibi idealar yoktur. Burada Okul olmaklık ideasını özgün bir kategori olarak düşünürsek ‘şu okul’ ya da ‘bu okul’ imlemesi kategorinin [kökün] altına kümelenmiş birer dünyevi kopyadan ibarettir. Başka bir örnek “insan” üzerinden verilebilir, insan bir ideadır. “Ali denilen insan” ise o’nun sadece tezahürüdür.
Gelelim bir diğer meşhur örneğe: Platon’un[23] meşhur “mağara istiaresi” eidos’un varlığına sunulmuş bir başka örneklemedir. Platon burada çocukluklarından bu yana boyunlarından zincirlenmiş insanları betimler. Bu insanlar acımazsızca bağlanmıştır ki hareket edip kafalarını dahi çevirememektedirler. Platon’un tabiriyle, burunlarının ucundan başka hiçbir yeri görememektedirler. bir başka ayrıntıya daha yer verir. İnsanların arkasında onların göremediği (duvara gölgesi vuran) bir ateş yanmaktadır ayrıca ateş ile insanlar arasında bir perde[24] ya da duvar bulunmaktadır. Bu duvarın ardında olup biten her şey kölelerin gözlerin önüne düşmektedir. Platon mağara örneğiyle pedagojik başarısını gözler önüne serer ve epistemik boyunduruğun altını çizer. Mağaradaki insanlar köledirler, epistemik birer köle. Gölge oyunlarının ortasında varlıklarını bu arızi algılarla tanımlamaya çalışırlar. Oysa sesler, fısıldaşmalar, görüntüler hepsi aldatıcıdır. Bir aldatmacanın üzerine kurarlar dünyalarını[25], kör ve sağırdırlar. İşte bu bilinçsizlik halidir dünya yaşamı. Platon idrak etme ya da temaşa etmeyi ilerleyen bölümlerde anlatır: İnsanlardan birinin mağaradan dışarıya çıkıp her şeyi olduğu gibi gördüğünü anlatır ve geriye döndüğünde kölelerin ona tavırlarının nasıl olacağından dışlamalarından hatta öldürmeye teşebbüs edeceklerinden bahseder. Çünkü hakikat bilmek istemeyene korkutucu ya da gülünç gelir. Mağara[26] benzetmesi hakikatin epistemolojisini eksiksiz şekilde tasvir eder. Platon mağaradan dışarıya çıkan kişinin bir daha mağaraya dönmek istemeyeceğini de söyler çünkü dışarıya çıkan asıl kaynağı [güneş] görmüş ve temaşa etmiştir. Dışarıya çıkma eziyetli de olsa kesinlikle çekilen acıya değer niteliktedir zira dışarıya çıkma isteği, her şeyi olduğu gibi görme ile ödüllendirilmiştir. Bilgi [Güneş] karşısında insanın gözleri kamaşır. Böylece Platon hakikati bilme isteği ve insanın onto-teolojik çıkmazlarını bir arada bizlere başarılı şekilde sunar. Devlet[27] diyaloğunda ele alınan Mağara istiaresi Platon nazariyatının büyüklüğünün fark edilmesinde ve akabinde insan varlığının neliğini ortaya koyulması bakımından oldukça önem arz etmektedir.
Platonun Meselesi Neydi?
Platon bir düşünce adamıydı, dolayısıyla düşünmesinin sınırını ya da sınırsızlığını varlığının tahakkuk ettirilmesine bağlamıştı. Bu şu demekti: Platon sadece düşünmüyordu, bazen yaşarken düşünüyordu. Düşünmesinin eylemleri takip etmesi onun bilgeliğinin bir uzantısıydı. Bilgeler çoğun yaşayarak öğrenir. Platon bilgi ve bilgi edinme sürecinin tüm ayrıntılarını gerek metafizik gerekse mantığın sınırlarını zorlayarak geliştirmiştir. Batı metafiziğinin kurucusu olarak anılması boşuna değildir. O ruhsal arınmanın hakikatin bilgisi ve dolayısıyla düşünmeden geçtiğine inanıyordu. Platon gerçek anlamda bir bilgeydi. Tikellerden tümele olan yolculuğunda oldukça idealist biriydi. Hocası Sokrates’ten tevarüs ettiği geleneği sonuna kadar yaşadı ve öğütledi. Platon hatırlamanın öğretmeniydi, diyalogları bu sebeple yazdı. Diyaloglar Logos’un tefsirinden başka bir şey değildi. Her bir diyalog bir mana boyutuna, her bir karakter insan idrakinin çeşitli veçhelerine karşılık geliyordu.
Platon’un meselesinin odağını onto-epistemik kaygılar beslemektedir, bundan şüphemiz yok. Her düşünen birey gibi o da düşünmesinin sınırlarını tayin etmek ve bu doğrultuda yaşamak istemiş olabilir. Bu bir bilge için gayet makul bir talep olsa gerek. Neticede Bilmek ve Olmak arasındaki ilişki her düşünen bireyin zihnini kurcalamış kurcalamaya devam edecektir.
Kleitophon veya Felsefeye Davet
Platon’un diyaloglarında gizlice serpiştirdiği tek bir soru yankılanır: İnsan nasıl/neye göre yaşamalıdır? Bu kritik sorunun cevaplarını sunma ihtiyacı Diyaloglar’ı ortaya çıkmıştır. Kleitophon veya Felsefeye Davet bu soruya şu cevabı vermektedir: İnsan haz için yaşamamalı, bedenin istekleriyle insan ruhu sadece sığlaşır, körleşir. Ruhun gıdası bilgi ve bilme isteğidir. Bu bağlamda ruhu[28] yönetemeyen insanın yaşamasının bir anlamımı yoktur. Varlığının değerini bilmeyen ya da bu değere göre yaşamaktan aciz olanlar ise ahmaklardır. Platon bu diyalogda daha çok erdemli yaşam ve ruhun yönetimi bağlamına odaklanarak uslanmaz bir sofist olan Kleitophon karakteri üzerinden ‘erdemin öğretilebilir olup olmadığı sorusuna’ dikkat çekiyor. Konuşmalar her zamanki gibi Sokrates’in rehberliğinde seyrediyor. Diğer diyaloglarına[29] nazaran çok bilinmeyen Kleitophon veya Felsefeye Davet Platon düşünmesinin ana seyri hakkında okuyucuya birtakım ipuçları vermekte oldukça başarılı diyebiliriz.
Can Murat Demir
[1] Türkçe’ de “Felsefe” diye okunan kavramın içi boşaltılmıştır, onun düşünme eyleminin bir üst nitelendirmesi olduğunu, bir eylem içermediğini düşünüyorum. Bu amaçla Grek yazımını kullandım. Felsefe ismi kategorik bir çatmadır. İçeriksel bir manaya sahip değildir. Bu sebeple yazı boyunca felsefe klişe kullanımı yerine olabildiğince düşünme faaliyeti-eylemi [philosophia] kavramını ikame ettim. İkame edilen şeyin aslı ya da başat olana bir tercih olduğunu bilmeliyiz, kısaca bu kavram intikalinde tercih şansımız olmalı. İkame, dolayısıyla ekonomik bir tercihtir. Şahsi düşüncem düşünme kavramının daha yönelimsel ve sahih olduğudur. İkame ettiğimi herkesin kullanıma açıp klişe olanı [sık kullanılanı] bir kenara bırakıyorum. Netice olarak ilmin [ismin] kendisini değil içeriğini oluşturan eylemsel [düşünme] tarafını önemsiyorum.
[2] Bu asla bir indirgeme olarak algılanmamalıdır, zira indirgeme kavramsal ve içeriksel bir sınırlamadır. -Platon’un düşünmesini indirgemek hangi kişinin harcıdır!
[3] Platon’un düşünmesinin muhakemesini ancak ve ancak onun yazdıklarından yola çıkarak idrak edebiliriz. Bu yüzden Platon’un düşünmesini takip edebilmemiz ve şahitlik etme olanağı bulmamız açısından elimizde bir yazılı metnin bulunması önemlidir: Diyaloglar bu anlamda yazının takibini kolaylaştıracaktır.
[4] Platon, Kleitophon veya Felsefeye Davet, Alfa Yayınları, Eylül 2021
[5] Tam anlamıyla kavrayamadığımız en önemli kavramlardan biridir düşünme, ‘düşünme’ diyorum çünkü düşünmek onun fiil çekimine işaret eder.
[6] “En kaygı verici olan bizim hala düşünmememizdir; hala, üstelik dünyanın durumunun gittikçe daha kaygı verici olmasına rağmen.” Martin Heidegger, Düşünmek Ne Demektir? [1951 /52 Kış Dönemi Ders Notları] Çev.: Rıdvan Şentürk
[7] Her kavramsal izah ya da yorumsama o kavramın çeşitli veçhelerdeki tanımlarına tekabül eder.
[8] Böylesi bir uğraşı üzerine alıp sırtlanacak kişinin vay haline!
[9] Eidos [İdealar Kuramı].
[10] A.g.e., [408a] syf.23
[11] “Diyalog”, [Logos Sokratikos] Platon’un icadı olmasa da onun sayesinde meşhur olmuş bir yazma biçemi olarak karşımıza çıkar. Hocası Sokrates gibi Platon’da yazıya karşıdır çünkü yazmak düşünceyi sertleştirir, donuklaştırır, onu sabitler, buna rağmen Platon yine de yazmıştır çünkü ancak yazı sayesinde düşünceler diğer nesillere aktarılabilir. İşin sonunda Platon ve Sokrates yazıya karşıdır ama gelecek nesillere bir şeyler öğretebilmek adına da birilerinin (Platon nezdinde) yazmak durumunda kalması makul görülmelidir.
[12] Platon metinleri yapısı gereği tecrübi metinlerdir, bu şu demektir; Platon metinleri sadece okunmakla kalmaz yaşanır. Dolaysıyla Platon sadece yazmaz dediğimizde şu da anlaşılmalıdır: yazdıkları insan hayatının oyunlaştırılmış, canlandırılmış halidir. Platon hayatın içinden yazar.
[13] En önemlileri: Sokrates, Gorgias, Hippias, Protagoras, Parmenides, Phaidon vd.
[14] Kukla oynatıcısı.
[15] Düşünmenin coğrafyası.
[16] Hakikat.
[17] Platon Parçadan Bütüne gider. Bütün, Platon’da dağılmadan parçaları barındıran Bir’dir.
[18] Grekçe Ἀνάμνησις.
[19] Dünyaya doğmadan önce insan tüm bildiklerini unutmuştur.
[20] Doksa’dan çıkıp Bilgiye erişmek, dışsallığın içselleştirilip Mutak İyi’ye
[21] Platon bu sayede “Bir” ile insanın hem epistemik hem de ontolojik cihetteki ilişkisini serimler.
[22] Bkz. Tasavvuf literatüründeki “A’yân-ı sâbite.”
[23] Müthiş bir analiz yeteneği vardır Platon’un, oldukça zeki biri olduğunu gerek saptamaları gerekse orijinal örnekleri sayesinde görebiliyoruz.
[24] Perde tabirini özellikle kullandım, orjimal metinde geçmiyor, zira perde araya giren bir engeldir, yırtılması zor olsa da imkânsız değildir. İnsan bilgisinin ya da gayretinin nişanesidir. Perdelerin yırtılması, perdelerin kalkması, perdesiz göz, dolaysız bilgi vs. söylemler metafizikte oldukça yaygındır. Özellikle Tasavvufta perdenin varlığı Hakikatin işaret fişeği gibidir.
[25] Beş duyu organlarıyla alınan bilgiler genel geçerdir.
[26] Unutkanlığın ve kendinden geçmişliğin Lethe’nin diyarı.
[27] Platon, Devlet, 7. Kitap, Türkiye İş Bankası Yayınları.
[28] Ruh, varlığın layıkıyla tahakkuk ettirilmesiyle vuku bulur. Ruh bir süreçtir. Bu süreç beden imkânlarıyla yönetilemez. Beden olsa olsa ruhun hapishanesi olabilir ötesi değil. “Mağaranın dışına çıkma isteği” bedene göre değildir. Ruhun kurtuluşunu ima eden bu yolculuk ancak ve ancak akıl [düşünce] ile mümkündür.
[29] Gorgias, Phaidon, Protagoras, Devlet, Philebos, Timaios, Sofist vd.