Nasıl Okumalıyız? sorusunun yaşantımızla ontolojik bir ilgisi olsa gerek. Bu soru üzerinde biraz düşündüüğümüzde karşımıza şu sav çıkar: Nasıl yaşıyorsak öyle okuruz; bu çıkarsama hazin ama gerçektir. Okumak varoluşumuza sızmıştır, okumanın niteliği ya da kalitesi basit kültürel eyleme değildir, mahiyeti itibariyle “okumak” başlı başına kişisel varoluşumuzun değerini imler. Yaşantımıza ait yönelimleri, duygusal derinliği kısaca Ben’in neliğini ve nasıllığını belirler, ne okuyorsak ya da nasıl okuyorsak aslında biz O’yuzdur. Bu bağlamda öznel varoluşun belirleyicisi olarak Okumak önemli, gözden kaçırılmaması gereken enstrümanlardan biridir.
“İyi okumak; yavaşça, derinlemesine, ihtimam ve ihtiyatla, ardındaki niyeti düşünerek, açık kapılar bırakarak, nazik parmak ve gözlerle okumak demektir… Nietzsche, “Tan Kızıllığı”
…
Modern dünyanın tüketime dayalı kültürleşme[1] fenomenini anlamak ve bu doğrultuda gerçekleşen insan eylemlerini onaylamak oldukça güç olsa gerek. Popüler olanın dayattığı kolaycılık gündelik yaşamlarımızı kasıp kavurmakta, kapitalizmin bir uzantısı olarak yaşantılarımız salt olarak tüketime meyil etmiş durumda. Entelektüalizmin bu olumsuz gidişatı ‒birtakım toplumsal süreçleri de ardına katarak‒ kültürel alana da sirayet etmektedir. Kültürel çalışmaların oldukça önemli kısmını kapsayan entelektüel (akademik) çalışmalar da bu kapitalist saldırıdan payına düşeni almış, bunun bir uzantısı olarak “kitap” ve “okur” etkileşimi de doğal olarak mahiyetini kaybetme tehlikesi içerisindedir. Bu bağlamda ‘kitap okuma’ biçimleri gün geçtikçe daha tuhaf ve özensiz bir hal alırken, bilgilenme ve kültürleşme mefhumları da özlerini kaybetmeye başlamıştır.
Bu yazıda, yukarıda kısmen izahı yapılan “Kitap Okuma Biçimleri ve Yazarı Anlama” ana başlığı altında Runik Kitap’ın üstlendiği Nasıl Okumalıyız[2] adlı serinin genel anlamda incelemesini yapmaya çalışacağım. Bu serimlemeyi, yazma olayının içsel (felsefi) serüvenine eğilip bunun okuyucu tarafındaki [alımlama] yansımalarını dikkate alarak yapmayı planlıyorum. Kısaca, felsefi bir metnin yazımından [yayımından] başlayarak okura doğru olan dolayımını gözler önüne sermeyi amaçlıyorum.
Yazma Eylemi
Yazmak, en basit anlamda bir fikrin ya da bir düşüncenin yayılmasını amaçlayan ve bir diğerine ulaştırarak kendisine paydaşlar arayan eylemin genel adıdır. Gerçekliğe eksiltili bir uzanım ya da katkı olarak da düşünebileceğimiz yazma eylemi sonsuzluk içinde kendisine yer bulur. Sonsuzluk içinde yüzen tüm kavramlar, hayaller ya da hayaletler yazmaya konu olabilir.
Tanımından anlaşılacağı üzere, yazma eyleminin, bilginin özgürce dolaşımını sağlamak dışında yaratıcısı hakkında birtakım ipuçları taşımak gibi bir amacı bulunur. İşte burada yazma eyleminin varoluşla ilintisi ortaya çıkar ve yazılandan yola çıkarak yazarın dünya görüşü ya da felsefesini öngörebiliriz. Kısaca yazılan okur ve yazar arasında kendiliğinden kripto bir haberleşme sağlar. Yazar, (tüm yönleriyle) yazılan sayesinde ‒belki de istemsizce‒ ifşa olur ya da buna zorlanabilir dolayısıyla kendisini sunmaya gönüllü olur ‒hülasa yazılan çoktan yazılmıştır.
Okumak mı Çalışmak mı?
‘Bir metin nasıl okunur’ sorusu ‘bir metin nasıl çalışılmalıdır’ sorusuyla yer değiştirmelidir. Aksi halde bir metinle haşır neşir olmanın bir anlamı kalmayacaktır, dolayısıyla asıl soru belki de şudur: Bir metin neden yazılır, bir yazılmış olan neye hizmet eder? Peki soruyu değiştirelim: ‘Hali hazırda yazılmış bir metin sadece oku-n-mak için midir?’ Tabii ki hayır ‒oku(n)mak hoş bir vakit geçirme şeklidir ancak metnin çalışılması, tahkik edilmesi ya da ondan birtakım fikirlerin devşirilmesi için oku(n)mak yetersizdir. Burada çok önemli bir fark ortaya çıkmaktadır: ‘metnin çalışılması’ fiziksel okunmasından farkla insan zihninin emrine verilmesini de betimler, kısaca metnin çalışılması var olan bir metnin başka metinlere yol vermesiyle de alakalıdır. Metin, çalışıldığında ve akademik birtakım süreçlere kanalize edildiğinde üretime geçer ve başka metinlere ilham kaynağı olur. Bir metin, bir diğeri için ilham kaynağı değilse ya da diğer metinlerle irtibatı ya da düşünsel intikali sağlamıyorsa ancak hoş vakit geçirmek amacıyla okunabilir.[3] Bir metni çalışmak ve okumak farkı bu şekilde özetlenebilir.[4]
Bir filozofu çalışmak ise onun yazdıklarıyla irtibatlı kalmak ve haşır neşir olmakla (tefekkür etmekle) ilgilidir. Filozof[5] telif ettiği eserin içinde gizlenir, yazılmış bir metin sahibi için hem bir gizleyen hem de ifşa edendir. Bu bağlamda bir filozofu çalışmak aslında onun metinlerinin çalışılması demektir. Burada bir nüansı belirtmekte fayda var: Filozof üzerinde çalışırken bir yan okuma alanı daha belirebilir, o da şudur; filozofun yaşadığı tarihi ve sosyo-kültürel ortam.
Felsefi bir metnin yazıldığı süreç aslında filozofun da bu sürece ister istemez katıldığı bir süreçtir, her ikisi de ortaklaşa aynı yolda yürür. Dolayısıyla filozofun iç sesidir kullandığı kavramlar.
Nasıl Okumalıyız? Sorusu Üzerine Fenomonolojik[6] Bakış
Harfler ve kavramlar doğası gereği kapalı ve muğlaktır hatta soğukturlar, ardında olanı genelde gizlerler. Bu gizliliğin deşifre edilmesi gerçek bir okuyucunun mesaisine girer.
Yazılan sayesinde bu sorunun cevabına uzanmak mümkün müdür? Sorunun kökünü oluşturan “nasıl” aslında hem bir bilmeceyi andırır hem de bir bilgi nesnesinin [ontolojik] kökenine işaret eder. Yani nasıl ile başlayan bir soru tümcesi bilme ediminin yöneldiği şeyin özü ya da o nesnenin etrafında onunla ilgili haber veren şeyler hakkında bir malumatın imkanını sorgular ‒bahsi geçen nesne [yazar-filozof] ile ilgili felsefenin mümkün olup olmadığını haber eder ‒imler. Bir filozofu “Nasıl Okumalıyız” sorusunun ardında epistemolojik bir vurgu açığa çıksa da işin özünde fenomonolojik bir kaygı yatar. Yazılan açığa çıkmış ancak yazarı henüz ortaya atılmamıştır, işte bu ortaya atılmanın neliğini “Nasıl” sorusunda gözlemleyebiliyoruz. Yazılan, bir fenomen olarak karşımızda duruyor, peki bu ‘görünenin ardında gizlenen yani filozof hakkında ‘neyi’ ‘ne kadar’ ‘nasıl’ bilebiliriz? İşte bir metnin sahneye çıkışı ya da yazarın varlık sahasına çıkmak için fırsat kollaması bu sorunun içinde kıvranır durur. Bu kısıtlı fenomonolojik belirişe yazma eyleminin metafiziği[7] diyebiliriz?
Yazılandan yazana doğru seyreden bu bilişsel serüvenin kendiliğinde metafizik bir süreç olduğu aşikâr. Bu süreç, saçma olmadığı sürece kutsal olarak addedilen metinlerde dahil olmak üzere tüm metinlerde geçerlidir: Yazılanın zamanla özne[8] oluşuna tanıklık etmekteyiz?
Runik Kitap Nasıl Okumalıyız Serisi Hakkında
Runik Kitap, sorunun ardına gizlenerek tam da olması gerektiği gibi salt anlamda okuyucuyu ateşlendiriyor.[9] Bir yayınevi bunu neden yapar peki? Oldukça aşikardır cevabı: Bir filozofun ya da fikir dünyasının kapılarını aralayarak, bunu oldukça zevkli ve hatırı sayılır biçimde okuyucuya sunmak. Kısaca felsefenin yaygınlaştırılmasının önünü açmak… Bir yayınevinin bu misyonu üstlenmesi oldukça cesur bir davranış zira felsefenin Türk yayıncılık hayatında okunabilirliği (popülaritesi) herkesçe malumdur, felsefe yazarı da okuru da Türkiye’de yalnız ve kimsesiz bırakılmıştır. Son zamanlarda yayın piyasasında küçük bir hareketlenme olsa da yetersizdir. Nasıl Okumalıyız serisi bu devasa eksikliğin telafisi için tek başına yetersizdir ancak bir başlangıç oluşturabilir.
Nasıl Okumalıyız mottosunun ardında şöyle bir soru yatıyor: felsefeden uzak, felsefeyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir okuru felsefi metinlerle nasıl bir araya getirebiliriz? Bu cevabı birkaç adımda özetleyebiliriz:
- Metinle baş başa kalarak okumak. Bu seride yer alan kitapların belki de ilk görevi budur. Okuyucuyu ilgili filozofun başyapıtlarından biri ile karşı karşıya getirmek. Okuyucuyu önce metinle baş başa bırakıp onun şok olmasını sağlamak, ‒ya da okuyucu da merak uyandırmak. Bu sayede ilgili esere doğru okuyucuyu yönlendirmek.
- Tek bir filozof ya da düşüncesini okumak. Serinin en önemli işlevlerinden biri de okurun hiçbir yabancı mecra ya da düşüncelere kapılmadan salt olarak tek bir filozofun izinden gitmesini sağlamak. Bu müthiş bir teknik olsa gerek.
- Kavram haritaları ile okumak. Serinin içerik olarak biçimi incelendiğinde şu özelliği dikkat çeker: İlgili filozofun anlam kategorilerini ya da kavram haritasını sunup serimlemek. Bu sayede filozofun anlam dünyasına ya da neyi öncelediğine metin ilerledikçe şahit oluyorsunuz. Bu şunu da sağlar: Filozofun hangi kelimeyi nasıl telaffuz ettiğini, onu nasıl devşirdiğini-hangi anlamlarda kullandığını görebilirsiniz.
- Oldukça öz pasajlar ve alt başlıklarla okumak. Bu nitelik kitabın ilerlemesi ve idrak edilmesi tarafında oldukça işlevsel bir metodu teşkil ediyor zira okur, felsefi deneme okur gibi alt başlıklara tutunarak yol alabilir. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz: birçok okur, alt başlık içermeyen tek bir başlıkta ilerleyen metinlerden korkabilir hatta sıkılabilir. Nasıl Okumalıyız serisi bu tarz korkuların yer almadığı, sade ve akıcı bir seri.
- Okuma önerileri ile okumak. Seriye ait her kitabın sonunda yer alan kaynakça ve öneri kitap listesi başka kaynaklara yönelmemizde çok önemli. Bu sayede okur başka kaynaklara o filozof ile okumalarına devam edebilir.
Felsefe-okur sayısının ve saf felsefi metinlerin görece azlığı sebebiyle bazı butik yayınevleri hariç hiçbir yayınevinin felsefe literatürüne yaklaşmadığı bir dönemde, okura: Nasıl Okumalıyız sorusunu yöneltmek gerçekten de takdire şayan. Bu konuda bir felsefe okuru olarak Runik Kitap’ı kutluyorum. Runik Kitap takip edilmesi gereken bir yayınevi.
Can Murat Demir
[1] Okuma, yazma eylemlerinin tamamı. Entelektüel eylemlerin toplamı.
[2] Seride bulunan kitaplardan bazıları: Freud’u Nasıl Okumalıyız?, Thomas Aquinas’ı Nasıl Okumalıyız?, Jung’u Nasıl Okumalıyız? Sartre’ı Nasıl Okumalıyız? Descartes’ı Nasıl Okumalıyız? vd.
[3] Edebi ve felsefi okumalar arasındaki fark buradan kaynaklanır.
[4] Ayrıntılı bilgi için: “http://www.felsefehayat.net/kitap-nasil-okunur-sorusu-uzerine-birkac-oneri.html”
[5] Ya da “Yazar”.
[6] “Bilinç” ile “etkileşim” felsefe okumalarında önemlidir: Bilinçlenme ya da idrak etmek aynı anlamda kullanıldığından “fenomonoloji” başlığını uygun gördüm.
[7] Yazmak, saltık anlamda fiziksel bir duruşa ya da belirişe sahip değildir.
[8] Yazılanın yazanın önünden gitmesi, yazılanın aktör oluşu, yazılan bu süreçte edilgen değil etken bir özne olur.
[9] Eyleme, okumaya hatta idrak etmeye sevk ediyor.