Suskundu. Müzik, kulağına usulca ölmesi gerektiğini fısıldıyordu. Aldırmadı. Düşünmeye devam etti. Her zamanki gibi bir sigara yaktı. Dumanı içine çekti, sanki bir an olsun acısı dinmişti. Bu bir aldatmacaydı. Her acı çektiğinde aynı şey oluyordu. Bir fırt daha çekti. Bu kez içini dolduran duman değildi. Yalnızlığıydı. Kızgındı ama yalnızlığına değil, kendine. Koltuğa yığılıp kaldı. Güçsüz düşmüştü. Odada sersem sersem gezinen kediyi fark etti. Ayaklarına sürtünen bu yaratık tiksindirici geliyordu. Daha da öfkelendi. Başka bir sigara yakmak istedi. Kibrite uzanamadı. Acı bir türlü yakasını bırakmıyordu. Ama yapmalıydı, mecburdu. Bir sigara daha içmeliydi. Çıldırmak üzereydi. Karşısında dikilen yağlı ve kirli duvara doğru haykırarak, tükürdü. Neredeyse kusacaktı. Ağız dolusu küfretmek onu rahatlatabilirdi.
Suskunluğunu bozmuştu, cümleler daha da bozuk bir telaffuzla kabalaşıyordu:
Lanet karanlık hep benim-le! Ben çocuk değilim! Yeter! Yeter! Yataaa-lak bir baş belası olmak istemiyorum anladın mı? Beni böyle atlatamazsın seni piç kurusu!…
Bu iç çekişme ve boşalmalar ne ilk ne de sondu. Kendisini evinde zanneden bir adamın sıradan şizofrenik saçmalıklarıydı. Bu pislik herif, her kıçı sıkıştığında tanrıya küfretmeyi alışkanlık haline getiren aciz bir hastaydı. Yalnızlığıysa bu işin cabasıydı, tanrı işini hep böyle görürdü, daha doğrusu gördürürdü. Bazılarının aksine hayat, ona cömert davranmamıştı. Kim bilir belkide bunu hak etmişti.
Can Murat Demir
kim bilir