Diyalektik düşünme tarzının merkezinde olan, kavrama anlam kazandıran ve böylece bir çerçeve çizen çelişki kavramıdır. Çelişki kavramı her durumda bütünlüğü düşünme ve kurma çabasından doğmuştur. Çelişkiyi düşünmek ve çelişkiyle düşünmek mümkün müdür? Soruyu daha keskin bir şekilde sormak da mümkündür: Diyalektik yöntemi kendisine temel edinen filozofların iddia ettiği gibi çelişkiyi ve çelişkiyle düşünmek bir zorunluluk mudur? Çok daha radikal bir şekilde soracak olursak; çelişki dolayısıyla diyalektik varlığın var olma tarzında mı temellendirilmiştir?
Hegel, Schelling ile beraber yayınladıkları Kritische Journal der Philosophie (Eleştirel Felsefe Dergisi) adlı dergide yayınladığı yazılarda, kitap eleştirilerinde bile sürekli bu konuyu gündeme getiriyor. Felsefe, diğer bir deyişle “gerçek bilim” kendisini bilimsel olmayandan, felsefe olmayandan, birliği parçalanmış olanların “bir araya gelişinin bir “orta noktasını” (veya “çekim merkezini”) “oluşturarak” veya “canlı bütünün tekil parçalarını … totaliteye geri götürürek”, yani bütünlüklü birliğini yeniden kurarak ayırır (2sk 169). Bütünlüğün sağlanması talebi Hegel’e en çok eleştiri getiren konulardan birisidir. Hegel bu talebi ile tikelliği yok etmek, tikel olanı yok saymak ile suçlanır.
Oysa Hegel, Fenomenoloji’den çok önce, Differenz (1801) yazısının yayınlandığı günlerde totalitenin sağlanması, özellikleri yok etmek, tekil olanları ortak noktada eritmek şöyle dursun, tersine, ayrıştığı için cansızlaşan parçalara böylece yeniden can getirecektir, diyor (2sk 169). Bütün ile ilişkilendirilen birbirinden kopuk parçalar böylece yeniden canlanacaktır ve bu onların tikelliğinin korunmasının kaynağını oluşturacaktır. Schelling ile beraber yayınladığı Kritische Journal der Philosophie adlı derginin ilanında yer alan şu pasaj bu bakımdan çok öğreticidir. Bu, her şeyden önce “değil-felsefe” (Unphilosophie) olanın “negatif karakterinin tersine felsefenin kategorik varlığının ortaya konması” ile mümkün olacaktır”:
“…sonra felsefenin bütün kültür ile olan tüm temas noktalarının dikkate alınması ne kadar çok mümkün ise o kadar çok dikkate alınması, genel oluşumun her parçasının mutlak olana dahil edilmesi ve tüm bilimlerin felsefe dolayısıyla gerçekten yeniden doğuşu için perspektifin oluşması, bunun aracılığıyla felsefenin belirtilen dönemsel olarak yaptığı iş kendisine ilgi duyan dünyanın kabulünü temin edecek ve çağdaşlarının sempatisini elde etmeye çalışacaktır(2sk 169/170).”
Görüldüğü gibi Hegel burada felsefenin görevini bilimlerin ve aslında bir bütün olarak toplumun dönemsel olarak kaybolan birliğinin ve bütünlüğünün nasıl mümkün olabileceğini göstermek olarak belirliyor. Hegel’de tikellik kavramı farklılık kavramını barındırır. Farklılık ise ontik çelişkinin bir biçimidir. Dolayısıyla Hegel’e göre felsefenin görevi, toplumun ve bilimlerin birliğinin mümkün olduğunu ve nasıl mümkün olduğunu göstermekle toplumun ve bilimlerin ontolojik olarak temellendirilmiş olan çelişkili bütünlüğünü tikelin kendine has farklarının muhafaza edilerek teorik olarak kurulabileceğini göstermektir.
Prof. Dr. Doğan Göçmen