Şiir meşakkatli uğraştır, imgelemin keskin virajlarında kelimeleri dizginlemek, duyguların özgürce dile gelmesi kolay iş değildir. Evet, şairin asıl ve tek meselesi budur: Hayatın keşmekeşinde, varoluşun imkânsızlığında kendi meşrebince bir dünya kurar ve onu canı pahasına korur. Devrim Horlu onlardan biri, o bir kelime işçisi. Genç bir şair ama asla toy değil. Duyguların kelimelere rehberlik ettiği şiirin yolculuğunda bilge bir şair olarak karşımıza çıkıyor Devrim Horlu. Oldukça doğal yollarla oluşturulmuş ancak okurken tuhaf bir semantik bir yapısı var, güçlü bir duygu iklimi bu anlam dünyasına eşlik ediyor: Bu esnada şairimiz kâh tehlikeli, kâh kindar, bazen saf, bazense şeytani bir üsluba bürünüyor. Bu dil bezirgânlığı bıktırıcı gibi görünse de okuyucuyu asla üzmüyor tam aksine onu şairin ikircikli ve bir o kadar derin dünyasına davet ediyor. İşte şiirin tadını burada almaya başlıyorsunuz: Devrim Horlu bu davete icabeti zevkli hale getiren bir şair.
Ben eleştiri yazılarımda şu yöntemi izlemeye gayret ederim: Bir eleştiri yazısı yazarken mevcut yazarı halefi ya da selefi bağlamında ele almam. Kısaca yazarlar arasında benzetme yoluna gitmeyi sevmem. Ayrıca seçtiğim yazarın özgün taraflarına da bolca değinirim. Çünkü bir yazar edebi anlamda kendisi olarak anılmalı. Kendisinden önceki ya da sonraki rakipleriyle değil. En azından müellif bunu hak etmeli diye düşünüyorum. Devrim Horlu’da bu anlamda müstakil bir yazar olarak kabul edilmeli.
Oysa şair ne bir gerçek habercisi, ne bir güzel ve etkileyici konuşan insan, ne de yasa koyucudur. Şairin dili, “düz yazı” (nesir) gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere var olmuş, müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir.[1]
Doğa Aşığı Bir Şair
Devrim Horlu şiiri eşsiz bir doğayı betimliyor. Kelimeler ve kavramlar söz sanatlarıyla anlamlarını hiç kaybetmeden insana dönüşüyor ve onun doğa karşısındaki acizliğini imliyor. Bu edebi tavır Devrim Horlu’nun hemen hemen her dizesinde mevcut. Şairimiz, insanın temizlenmesi gereken bir varlık olduğunu okuyucuya inceden inceye salık veriyor, onu ruhsal anlamda bir katarsise maruz bırakıyor. Bunu yaparken genelde doğanın gücünü önceliyor ama insandan da umudu kesmek istemiyor. Bu tercihin gerekçesi ise şu: İnsan bencildir, salt kendini düşünür. Doğa ise tarafsızlığın ve adaletin merkezidir.
Horlu şiirini oluştururken insana şahitliğinde eşsiz bir doğa metafiziği ortaya koyuyor, sonuç olarak doğanın egemenliğini onaylayıp insanın estetikten yoksun varlığını kabullenmek istemiyor. Geleneksel olarak doğanın tarafında durup insanla arasına biraz mesafe koyuyor zira müellifin insan geleceğine olan güveni sarsılmış. Normal şartlarda yazarda karamsarlığa yol açması gereken bu durum Horlu’da biraz daha öfkeye gark oluyor: Adeta onu insanın arızalı taraflarına eğilmeye inatla sevk ediyor. Şair, insanın doğa karşısındaki acizliğini imgelemini oluşturmakta kullanıyor ve bu yönde ibretlik bir manzara çiziyor.
Tanrı ile Hesaplaşma
Şair insan dünyasına karşı öfke doludur çoğu kez bu öfkesinin altında haklı bir sebep yatar: İnsan varoluşunun sığlığı. Şiir bu sığlığın içinde insana şekil vermek için didinendir, bu hengâmede şair kendine bir yön tayin eder, ya insana şekil verecektir ya da Tanrının egemenliğine karşı diyalektik bir savaşa girişecektir. Bu savaş teorik gibi görünse de imgelemin yardımı sayesinde gerçek ile temasa geçer ve insan sefaletinin tüm çıplaklığını Tanrıya göndermelerle gözler önüne serer. Şair hesaplaşmak için karşısına Tanrıyı alır ve insanın köhnemiş ruhsallığını ona mal eder. Horlu’nun doğaya kaçışının altında bu hezeyan yatıyor aslında. Yazara göre “doğa” müdahalesiz(saf kalmakta direnen) bir alanı imler, tarafsız bir yok ediciliği simgeler. Tanrı ile hesaplaşmak isteyen şair doğanın hareketli metafiziğini daha cazip görür. Ona göre doğa her şeyiyle önümüzde apaçıktır ancak Tanrı bunun tam tersine sessiz izleyicidir, dolayısıyla bu vurdumduymaz Tanrı mefhumu Horlu’nun şiirinde de görülüyor. Şiirini bu cenderede oluştururken insanın doğaya musallat olmasından da yakınıyor.
Bir diğer husus ise şu: Horlu kılık kıyafeyet yönetmeliği başlığı altında Allah ve insan arasındaki ikiyüzlü ilişkiyi de incelemiş ve çünkü kimse istemiyor allahın karşısında çıplak kalmayı[2] diyerek İnsan’ın Allah karşısındaki samimiyetsiz pozisyonunu irdelemiş sonuç olarak ilahi düzendeki bu “yapay” ilişkiyi insan varlığına yüklemiştir. Sonuç olarak her şair gibi Horlu da insana güvenmeyi istiyor ama temkinli davranmayı da elden bırakmıyor. Bu karamsar hal hemen hemen her şairin kaderidir.
Her Şeye Rağmen İnsanın Yanında Olmak
Şairin işidir insana sataşmak. Çünkü insandan memnun değildir, ondan umudu kestiğinde doğaya sığınır. Doğaya âşık olmayan bir şair pek mümkün değildir bu yüzden. İnsandan kaçar doğaya sığınır şiir işçisi. İlhamını maddenin sıkıcı yüzeyselliğinde aramaz, cennetin anahtarını müjdelediği insana vermek ister, kendisi bu kurtuluş için bedeller ödemeye hazırdır, şairin fedakârlığı ve gönül işçiliği burada başlar. Horlu’nun şiir yolculuğu bu kaygıyı taşıyor, o, bir nevi insan acısının sağaltılmasını doğaya kaçışta buluyor ve şiirini bu sacayakları üstüne kuruyor: insana rağmen doğaya dönüşün mümkün olduğunu müjdeliyor. İnsana rağmen insan için çalışmak işte tam da budur.
Horlu inatçı bir şair, dizlerini hep bu tavırla yoğurmuş. Diş izlerimle dolu rüzgâr diyen şair, insan-kader-tanrı üçgeninde varoluşsal bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu. Bu oldukça keyifli ve naif bir yolculuk çünkü şairin çırpınışı takdire şayan.
Yves Bonnefoy, “Şiirin Edimi ve Yeri” adlı denemesinde şöyle diyor: “Şiirle umudu neredeyse birleştirmek, bir tutmak istiyorum. Ama bunu uzun yoldan yapmak istiyorum çünkü nasıl iki türlü umut varsa, şiirin de iki türlüsü vardır, biri boş düşlere ve yalana dayanır, ötekisi ölümcül, yazgısaldır.”[3]
İnsan önemli bir yer tutar şairin evreninde, evet, şair insanın yanında yer almak ister ama bunu yaparken pembe ve umursamaz bir tablo çizmez: Şairin insan fenomenini işlemesi ve onun hammaddesinden yeni bir umut vaat etmesi gerekir. İşte bu ikircikli yapıda oldukça zordur yazmak, şair günahları ve sevaplarıyla yazmalıdır insanı. Taştaki Dikiş İzi bu zorlu uğraşı başarıyla vererek, insanın ne olduğunu ve ne olması gerektiğinin altını çizmeyi başarmış bir metin.
Son Söz
Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur[4] diyen Rilke’ye katılmamak elde değil, Horlu’nun olgunlaşma sürecinin anahtarı sanırım bu cümlede saklı. Şair, malzemesini yaşadığı olaylardan ve bu olayların içinde yer alan aktörlerden alır. İşte bu yüzden çok yaşayan değil çok “şey” yaşayan daha çok yazar.
Devrim Horlu genç bir şair ancak bunun yanında oldukça olgun bir şiir diline sahip. Yayımlanmış iki kitabı var. Gölgeler Çürürken adlı çalışması 2017 yılında Varlık Yayınları tarafından, Taştaki Dikiş İzi ise 2020 yılının Mayıs ayında İthaki Yayınları tarafından basıldı. Horlu muazzam bir duygu iklimine sahip, kelime dağarcığı, hayal dünyası oldukça zengin. Sıradan bir kelimeyi el yordamıyla büyülü hale getirmeye meyilli bir şair.
Kitabın kurgusu ise oldukça manidar, Taştaki Dikiş İzi’nde yer alan her bir şiir bir öncekini tamamlar vaziyette. Bunu ancak kitabı bitirdiğinizde idrak edebiliyorsunuz. İnanç, umut, kader, ölüm gibi birçok konuya değinen şair tekrara düşmeden oldukça istikrarlı bir yazım üslubunu geliştirmiş: Bu bağlamda okuyucuyu bazen post modern bir soyutluğa, bazen lirizmin o dizginlenemez heyecanına, bazense şiddetli bir kapitalizm ağıtına dâhil ediyor. Takip edilmesi ve ciddiye alınması gereken bir şair Devrim Horlu.
Can Murat Demir
Devrim Horlu: 12 Mart 1988 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Şiir ve öyküleri Varlık, Lirik, Akatalpa, Şiiri Özlüyorum, Güney, Adalya dergilerinde; Boşluk, Yoz ve Galapera fanzinlerinde yayımlanmıştır.
[1] Ahmet Haşim, Piyâle (İstanbul – İkdam Matbaası, 1928), 2. Baskı, sayfa 4-13, Günümüz Türkçesine çeviren: Yusuf Çotuksöken
[2] Devrim Horlu, Taştaki Dikiş İzi, İthaki Yayınları 1. Baskı 2020
[3] Salih Bolat, http://www.felsefehayat.net/siir-oldu-mu.html
[4] Rainer Maria Rilke, Çeviri: Suut Kemal Yetkin