Kant’ın meşhur mottosu Pratik Aklın Eleştirisi‘nin özeti mahiyetindedir. Retorik özellikleri de dikkate alındığında tanıdık ama parlak bir hitap örneğidir. Kitabın duygusal ve bir o kadar da etkili olan bölümünü oluşturur. Kant kendi gibi düşünenlere bazı hatırlatmalar yapar. Saygı konusuna ve insan mefhumunun kökenine değinir. Cümleleri kutsal bir metnin girizgahından esinler taşır. Bir ayet tefsirini andırır adeta.
Ey ödev!
Sen, hoşa giden, duyguları okşayan hiçbir şey taşımayan, yalnızca boyun eğmeyi isteyen; istemeyi harekete getirmek için, insanın gönlünde doğal bir nefret uyandıracak ve onu dehşete kaptıracak tehditler savurmayan; yalınızca insanın gönlüne kendiliğinden girecek kapı bulan, ama yine (her zaman sözün dinlenmese bile) istense de istenmese de kendine saygı uyandıran; gizlice ona karşı etkide bulunsalar da, önünde bütün eğilimlerin sustuğu bir yasa ortaya koyan, ey yüce büyük ad! Sana yaraşır kaynak hangisidir? Ve eğilimlerle her türlü akrabalığı yadsıyan senin asil soyunun kökleri —onlardan gelmenin yalnızca insanların kendilerine verebilecekleri değerin kaçınılmaz koşulu olan bu kökler— nerededir? Pratik Aklın Eleştirisi, syf.95, m. 154, Türkiye Felsefe Kurumu
Kant bu metinde Tanrıya(onun hiç uygulanmamış buyruklarına yani Evrensel Ahlak Yasası’na) sesleniyor, hasretini çektiği, felsefesini kurduğu o ulaşılamaz olana sesleniyor. Yobazlardan, kendini bilge sananlardan, hazcılardan ve mistiklerden kurtarmak istediği “ahlaklılığı” önceliyor. Bunu yaparken Kant’ın manevi inancına dair izler de görmek mümkün. Kant’ın tanrısı semavi dinlerin(İslam, Yahudilik, Hristiyanlık) tanrısı değildir. Onun tanrısı kendince tasarladığı ulaşılamaz olan biricik iyiliğin makamıdır. Kendinde bir saygı makamı olan bu tanrı anlayışı Kant’ın hemen hemen sürekli neşrettiği gibi ulaşılabilecek bir şey değildir. Bir dünyevi sonlu olan İnsan sadece bu yönde gayret sarf edebilir: O’na asla ulaşamaz. Kant’a göre din: “Din (öznel açıdan) tüm ödevlerimizin tanrısal buyruklarmış gibi görülmesidir.[1]
Kant, metnin tamamında duyguların yanıltıcı olabileceğini ve kişisel çıkarlara mahal vereceğini vurgularken, burada aklın ışığında sadece İnsan’ın amaç olduğu o evreni(evrensel ahlak yasasını) işaret etmektedir. Metne bakıldığında ilahi bir seslenişin ahengini ve retorik sanatının parlaklığını görebiliyoruz.
Kant, Ey Yüce Büyük Ad hitabı ile okuyucuya Tanrının henüz söylenmemiş adını hatırlatıyor, Tanrının(ne olduğunun) henüz idrak edilemediğini, hatta kamil insan modelinin de imkansızlığını anımsatıyor. Kant felsefesinin belki de en önemli sacayaklarından biridir bu kavram. Ona göre ne filozof ne de bilge olmak ne de tekamül yoluyla şeylerin ardındaki bilgiye ulaşmak ve Tanrıya ermek imkansızdır. Ama arayışlarımız ve kişisel çabalarımız bitmemelidir, “O” sonsuzdur ve hayat dediğimiz daha doğrusu insan dediğimiz şey de ancak bu yolla varlığını onurlandırabilir.
Kant, klasik tasavvuf erbabının söylemlerini ihya ediyor gibi. Tanrıya (ya da evrensel ahlak yasasına) tabi olmanın “İnsan” olabilmenin tek şartı olduğunu dile getiriyor. Bu bağlamda Kant’ın imkansızlık içinde öngördüğü “kamil insan” kavramı aslında İnsan denilen varlığın sürekli daha iyiye doğru seyretmesinin de önünü açıyor. İnsanca yaşamanın ancak yine insan sayesinde olacağını ve bunun tartışılmaz kaynağının insan davranışlarında yattığının altını çiziyor. Birçok antik kaynakta ve bazı kutsal metinlerde zikredildiği üzere Kant kadim bir prensibi hayata geçirebilmenin hem imkansızlığını hem de imkanını salık veriyor: “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma”
Saygı konusunda ise durum şu: İnsan ancak diğerine karşı davranışlarını ölçülü ve tamamen içgüdülerinden arınmış şekilde düzenlemelidir. Duygusal bir atmosferden ziyade aklın emrindeki bir ahlak ancak kurtuluşu (ahlaki düzeni) mümkün kılabilir. Ancak bu sayede saygı uyandırır ve saygı müessesesi tesis edilmiş olur.
Can Murat Demir
[1] Immanuel Kant, Salt Aklın Sınırları İçinde Din