Nedir
A.
A.
A . … ?
Alfabenin ilk harfi.
Sıralamayı uzatmadan Birey Yayınları’nda yayınladığımız Anarşist Kuram ve Kökeni (1992) adlı kitabın giriş yazısını anımsadım. Ancak oradaki anarşi tanımlamalarını kriter olarak görmüyorum. Çünkü oradaki tanımlama genel bir tanımlamadır. Genel kendi içinde özneyi içermez.
Önce: kriter nedir?
Ve sonra: anarşinin kriteri olabilir mi?
Varsa: kim belirler?
Anarşinin sahibi var mı?
Anarşi sahipsiz mi?
İşimizin kolay olduğunun farkındayız.
İşbu, kolay…
Anarşi bir sözcük –içeriği dolacak. İnsanlar belirleyecek –içerikli insanlar.
Anarşist kuramcı ya da felsefeci olarak kabul edilen insanların görüşlerini burada tartışma ötesi tutacağım ancak bir Proudhon ile bir Kropotkin arasında fark olduğuna işaret ederim ya da bir Bakunin ile bir Landauer arasındaki farka; Gandhi ile Emil Henry arasındaki fark ise hemen dikkat çeker. Ya da Paul Feyerabend ile Tolstoy, Goldman ile Anarko-Kapitalistler, Anarko-sendikalistler ile herhangi bir anarşist-punk grup farklıdırlar. Tüm bu akım ve insanlar kendilerine anarşist der. Buradan edindiğim resim renkli bir resimdir. Öylesine renklidir ki insanın kör olma tehlikesi oluşabilir.
Başladığım şu tümceyi takip edecek soru asla felsefi bir soru olamaz, siyasal-felsefi olabilir, sosyolojik bir soru olduğu kesin. Anarşistlerin hepsinin ortak bir yanı var mı? Standart bir soru –sosyolojiye pek yakışır. Standart yanıt: var, bence: tahakkümsüz içerikli. İyi. Elimizde şimdi bir kriter var. Batı’da doğan anarşi sözcüğünün sözcük anlamı budur zaten.
Anarşistleri birleştiren başka bir kriter var mı?
Biri şiddet yanlısı, bir diğeri karşıtı; o halde şiddet ya da şiddetsizlik bir kriter değildir. Biri evrimci, bir diğeriyse devrimci; o halde başka bir kriter aramamız gerekiyor. Anarşistlerin yakın geçmişte sosyalist olmaları bir rastlantıdır, dolayısıyla zaman içerisinde sosyalist olmayanları, hatta anti-sosyalist olanları da var. Çok gariptir ama komünist-anarşistler de var. Bir araya getirilen bu iki karşıt kelimeden sonra faşizan bir anarşizmin oluşmasına da şaşırmam. Serbest pazar taraflısı ve karşıtı olanlar da var. Anarşiyi ulusalcılığa, Hıristiyanlığa, çevreciliğe, hayvan severliğe entegre edenler de.
Peki, hak, adalet, ortak yaşam için ilkeler, kurallar? Bu konuda anarşistlerin ortak düşünce ve eylemleri ve kriterleri var mı? Hak. Ne hakkı? Adalet. Neyin adaleti? Anarşistlerin tahakkümsüzlük dışında başka ortak düşünceleri gerekiyor mu? Neden gerekiyor? Kimin böyle bir istemi olabilir? Her tahakkümsüz birey kendi başına bir kriter olamaz mı?
Yok (!) – mu?
Önce: Anarşinin Genel Kabulleri?
Anarşistlerin ifade ettikleri genel kriterler, karşılıklı yardımlaşma, doğal hukuk, özgürlük, ortaklaşacılık, adalet ve eşitlik – mi? Eğer böyleyse, o zaman, soru: doğal hak, adalet, ortaklaşacılık, ya da karşılıklı yardımlaşma gibi kriterlerin anarşinin kriterleri olduğunu kim belirliyor? Genel mi?, Tek mi, Tek’ler mi, birey mi, bireyler mi?
Sonra: Anarşinin Genel Kabulleri Olabilir mi?
Anarşinin … işbu genel kabullerini … genel problemli buluyorum. Yukarıda sıralanan kriterleri anarşizmin kriterleri olarak kabul edersek … Anarşinin genel kabulleri olarak ileri sürülen kriterler bana çok muhafazakâr geliyor. Anarşizm muhafazakârlıktır. Öyleyse anarşiyi yeniden tanımlamak gerekiyor. Ve anarşizmi. İşbu, kolay..
Anarşizm anarşiden gelmesine karşın, anarşiyi terk edecek kadar ondan uzaklaştı. Anarşi Hiç ile var olurken, Tek’in Hiç’ten uzaklaşmasıyla anarşizmin kucağında bulur kendisini. Anarşi, Biricik’in sadece bir mülkiyeti iken, sahibini terk edip ona şiddetle sahip çıktı – çıkarıldı. Heidegger’in, insanın dünyadaki yerini belirlerken, kendi yerinin dünya değil de, doğduğu kasaba olduğu kuruntusuna kapılması gibi, anarşi de, kendisinden uzaklaşıp anarşizmleşti. Anarşizm muhafazakarlıktır. Bu anarşizm, Heidegger’in doğduğu kasabanın özelliğine sahiptir. Varoluşun varoluşçuluğa dönüşmesi gibi, anarşinin anarşizme dönüşmesi – işte Hiç’in sığınmacılığa dönüşü. Biricik, biricikçilik’e dönüşeceği an biricik olma niteliğini kaybeder. Biricik’in özelliği zaten biricik olmasıdır. Anarşi anarşizmle dost olamaz.
Doğal Hukuk
Aydınlanma çağında ölen Tanrı’nın yerini hiç gecikmeden doğa aldı. Aydınlanma öncesinde Tanrı’nın ne olduğu ve nasıl olması gerektiği araştırılırken, aydınlanmayla birlikte doğanın ne olduğu ve nasıl olması gerektiği araştırılmaya başlandı. Sorun, Tanrının olup olmadığı sorunu değil, sorun, Tanrının neden var ve neden yok olduğu sorunudur. Doğanın bir kriter olması ve olmaması sorun değil, sorun, doğanın neden kriter olması gerektiği ve gerekmediğidir. İşbu, kolay …
Bilgi
Aydınlanmayla birlikte bilginin kazandığı zafer, aynı zamanda kendisini çöküşe hazırladı. Bu zafer istem üzerinde oluşan bir tahakkümdü. Bilgiyle en iyi ihtimal olarak iç dünyamızda özgürleşebiliriz, ki bu özgürlük yaşanmayan bir özgürlüktür, dış dünyamızdaysa iç dünyamızdaki düşünce özgürlüğümüzle birlikte bağımlılaşırız. Bilgi özgürlüğü bilginin özgürlüğüdür, din özgürlüğü dinin, adalet özgürlüğü adaletin vb. Bilginin özgürlüğü istemin özgürlüğünü getirmiyor. İstem, kendisini her gün değiştirecek olan kişinin kişiselliğinin ifadesidir – işte Tek. Bilgiyse sadece bir düzeni ayakta tutmak için gerekli bir araçtır. “Bilginin istem olarak doğabilmesi ve özgür kişi olarak kendisini her gün yenilemesi için ölmesi gerekiyor.” [1]
Egoist
Stirner, Tek’e, güncelliğine anarşi havası katabileceği yaşam yöntemleri sunar. Moses Hess’in Stirner’e egoistlerin birlikteliği konusunda yaptığı eleştiriyi Stirner şöyle karşılar: “Belki şu sıralar Hess’in penceresinin önünden çocuklar bir arkadaşlık oyunu için biraraya koşuyorlardır; Hess, onlara baktığında eğlenceli egoist birlikler görecektir. Belki Hess’in bir arkadaşı ya da sevgilisi vardır; o zaman bir kalbin diğer bir kalbi nasıl bulacağını bilebilir ve karşılıklı zevk almak için ikisinin de nasıl egoistçe birleştiğini ve her ikisinin de doya doya zevk alacaklarını bilebilir. Belki de sokakta bir-iki arkadaşıyla karşılaşacak ve şarap içmeye çağrılacaktır; sevgiye hizmet etmek için mi onlarla gidecek yoksa zevk alacağını düşündüğü için mi onlarla birleşecek ?” [2]
Ergin
Erginler, bir daha çocuk olamayacakları için çocuk programları yazarlar. Ve erginler bu acıdan dolayı eğlencesiz eğlence toplumu kurarlar. Erginler örgütlenmelerini elbette katı, sert ve kalıcı ilkelere dayandıracaklardır.
Personalismus
Stirner, sunduğu “pedagojiye” ısrarla isim vermek istemiyor: Her şeyin isimlendirildiği bilgi dünyasında, kendisini bile bile tuzağa götürmenin sertliği ve acısıyla, neticede dayanamayarak şöyle diyor: “Bu ilkeye uymak isteyen insanı yine de bir -izm çerçevesinde görmek istiyorsanız, o zaman adına kişiselcilik deyin, umurumda bile değil.”[3] Güzel Türkçemizle: ne haliniz varsa görün, o kadar istiyorsanız alın size isim.
Dil
Gustav Landauer, sözü şöyle sorgular: “Dil eleştirmenliği dilbilimciliğin aynısı olurdu, eğer dilbilimcilik eleştirel olsaydı; ancak dilbilimcilik eleştirel olmadığı ya da az eleştirel olduğu için, önce dilbilimciliğin eleştirilmesi ve ortadan kaldırılması gerekiyor.” [4](…) “Her dil otantik olanın otantik olmayana aktarılışıdır.”[5] Dil ustalığıyla birçok felsefeciyi büyüleyen ancak aynı zamanda birçok felsefeci nezdinde komedyen bir figür olma payesi kazanan Heidegger, dil insanın evidir, der. Ne var ki, bu evin kokuştuğunu göremeyecek kadar da muhafazakârdır. Anarşizm böyle bir muhafazakârlıktır – işte.
Hak
Örneğin devletin şiddeti devletçilere göre öz savunmadır, çünkü devlet tek tek kişilerin koruyucusudur, dolayısıyla devletin yokluğunu amaçlayan anarşistler devletin özünü yıkmayı hedeflerler. Devlet insanların kapsamıdır, devletin yokluğu, o insanların yokluğudur. Diğer taraftan öz savunmayı devletin otoritesine karşı gerekli bulan anarşistler, kendi yaşam kriterlerinin bu otorite tarafından işgal edildiğini ileri sürerler. Her iki cephe de kendi açısından haklıdır. Çünkü hak sadece erk-etiksel bir özelliktir. Realite – işte. Hak dışardan empoze edilendir.
İçselleştirmek Nedir?
Anarşistin belki de yapması gereken ilk eylem bu iç tanrılara elveda demesi olacaktı. Ancak anarşinin anarşizmleşmesi, anarşistin ideolojikleşmesine neden oldu. Stirner şöyle deseydi çok mu garip olurdu: “Ben sosyalizme karşı değilim, sadece kutsal sosyalizme karşıyım.” Bu tümceyi Stirner yazarken şunu biliyordu: Her sosyalizm her -izm gibi kutsallaşacaktır. Anarşizm kutsallıktır.
Vicdan / Stirner Bir Total Retçidir
Landauer, Eylemle Propaganda yanlısı Fransalı anarşistleri (Ravachol, Henry vb.) eleştirirken, şiddetle asla şiddetsiz bir ortamı gerçekleştiremeyiz ve anarşiyi yaşamak için yeniden doğmak (öl ve yeniden doğ) gerekir, derdi. Yeniden doğan insanın vicdanı da yeni olacaktı –hiç olmayacaktı. Landauer’in 1895 ile 1905 yılları arasında ilginç çalışmaları var. Bir taraftan siyasal-felsefi bir anarşizm üzerine yazarken, diğer taraftan da bu fikirlerini gizemci (mistik) bir anarşizmle birleştirmeye çalışır. Ve gerçekleştirilmesine değer verdiği anarşizmi devletsiz ve otoritesiz bir ortam olarak algılar. Ama bu ortamı yaşamak için şiddet ya da devrim gibi politik teraneleri benimsemez, sadece bugünden hareket ederek istenilen ortamı kurmak ister. Anarşizmi geleceğe bırakmayı, bir dindar insanın öte dünyadan ümitlenmesine benzetir. Dolayısıyla anarşistler anarşizmi yaşadıkları ortamlarda (tüm ilişkilerinde) gerçekleştirebilirler ancak. Bundan yola çıkarak da Landauer, olsa olsa ancak “anarşist kasabalar” kurulabilir, der ama anarşist toplum gibi düşünceleri beğenmez (bak: Landauer’in Paul Eltzbacher’e 02.04.1990 tarihli mektubu). “Yeniden doğmak” Landauer’e göre bugüne ait olan her şeyden arınmak anlamındadır. Bu müthiş yeni karaktere Landauer şüpheci bir gizemle (mistikle) ulaşmak ister. Sözü geçen Fransalı anarşistlere seslenerek sahi (otantik) anarşistler “kendilerini mistik bir ölüme götürmekten başka hiç kimseyi öldürmezler”, mistik ölüm içsel “bir yeniden doğuma götürür”, der. (Landauer: Anarchistische Gedanken). Sözü geçen “yeniden doğum”u Landauer birincil olarak dilin sorgulanmasında arar. Dil ve Tahakküm isimli metinlerimde bu konuyu yakından inceledim. Landauer’e göre anadilciler olarak rastlantı sonucu içine doğduğumuz dilin üzerimizdeki egemenliği sonucu içselleştirdiğimiz realiteyi sorgulayarak otantik kişiliğimizi bulabiliriz. Bu noktada Landauer, Stirner’in nominalizmine dikkat çeker. (Bak: Landauer: Skepsis und Mystik). Ona göre Stirner, tüm soyutlamaları, tüm kavramları, bunların egemenliğini silip süpürmüş ve yerine Biricik’i yaratmıştır. Yeniden doğan Biricik’tir, çünkü Biricik içselleştirilen realiteleri kırmakla birlikte, en büyük Tanrı olan vicdan realitesini de kırar. Bunun günümüzdeki bir örneği şöyle olabilirdi: Stirner, askerliği reddedecek olsaydı, bir vicdani retçi olmazdı, ona göre içselleştirilmiş böyle bir kurum yoktur. Büyük bir olasılıkla şöyle derdi: Bana öldürmeyi bir görev olarak zorunlu tuttuğunuz için askerlik görevini reddediyorum. Öldürme hakkını ancak ben bana verebilirim. Ben bir vicdansızım.
Adaletli ve sosyal olduğunu iddia eden modern devletçilik kendisini şöyle betimler: Beni zorunlu olduğun için değil, isteyerek sev, beni içine al, beni duygulaştır, ben ol.Stirner’in devlet-çatışması içselleştirilmiş devletin (vicdanın) yokluğunu amaçladığı için Stirner, sözcüğün sözcük anlamıyla, tam bir vicdansızdır. Bundan dolayı Mauthner, Stirner’in dil aracılığıyla da olsa hatta özellikle dil ile kimseyle, hiçbir şeyle birleşemeyecek kadar arı, asi ve temiz kalpli olduğunu söyleyebilmiştir. Boşalan vicdan sadelik kazandırır bireye ve birey Tek’leşerek birey olmaktan çıkar: Sosyolojik fantazmaları ardında bırakarak kendi özüyle, biricik haliyle karşılaşır. Nezih –vicdansız– temiz kalp. Landauer, gizeme ve biricikleşmeye, otantik-anarşistleşmeye yönelirken Stirner’in nominalizmini bir köprü olarak kullanır.
Henüz pedagojileşmeyen ve terbiye edilmeyen çocuk vicdan özgürlüğünden ve bu özgürlüğün tahakkümünden uzak kalır. Çocuk ergine oranla (bedensel açıdan) zayıftır ve bunun neticesinde dış baskıları içselleştirmek zorunda kalır. Henüz terbiye, tin, Tanrı ve düşünce tuzağından uzak olan çocuk daha sonra, erginleştiğinde, terbiyeden, Tanrıdan ve düşünce tuzaklarından korkmayabilir ama vicdanından korkacaktır. Çünkü vicdan terbiyenin, Tanrının ve düşünce tuzağının toplamıdır. Ergin, yani büyümüş-olan-çocuk, babasının sopasından arınmış olabilir ama vicdandan kolay kolay arınamayacaktır. Vicdan tüm fantazmaların mekânıdır, bütünselleşmiş en son Tanrıdır.
Anark
Anark ve anarşist diye ayırsak bile yine karşıt bir fark bulamayacağız. Anark sözcüğünü burada Ernst Jünger’in anlayışından farklı kullanıyorum. Sadece sözcük anlamından yola çıkıyorum. Yani: bir anarşist anarşizm için neyse anark da anarşi için odur. Ernst Jünger “Eumeswil” (1977) isimli romanında Anark (Anarch) ile anarşist (Anarchist) kavramları arasına bir fark koyar ve Stirner’i bir anark olarak görür. Bunun tartışmasını yapmayacağım burada, ancak şöyle bir cümlesi Stiner’e uygun. Monark çoğula hâkim olmak ister, anark ise sadece kendisine. Jünger, anark’ı monark’a karşıt alır.
Herkese Eşit Özgürlük
Anarşistler, ortaklaşacılık bayrağını yükseklerde tutarlar. Karşıtları onları örgütsüzlükle suçlayınca, onlar da ortaklaşacılığı en üst ilke haline getirdiler. Ancak ne var ki, anarşist tarihin (ve her tarihin) çok açık gösterdiği gibi, ortaklaşacılık zavallı bireyin ve onun zavallı toplumunun entrikasıdır. Bu entrika onları yenilgiye uğratmıştır.
Sonra
sı
yok.
H. İbrahim Türkdoğan
Dipnotlar
[1]Max Stirner: Das unwahre Prinzip unserer Erziehung, oder: Humanismus und Realismus. Bkz.: Max Stirner: Parerga, Kritiken, Rebliken. S. 97. LSR Verlag 1986. (Çeviri: HİT).
[2]Ayy.: s. 204.
[3]Ayy.: s. 79.
[4]Gustav Landauer: Skepsis und Mystik. Verlag Büchse der Pandora, 1978, s. 23.
[5]Landauer: ayy.: s. 41.