Evren değişiyor, boşluk yıkılıyor, zaruri olarak insan kendine dönüyor. Kendini ölçüp biçmeye başlıyor. Yukarıdan emredilen “değiş (ıslah et) ve bana bak” emri, insan varlığında bazı arzuların gereksiz olduğu hissiyatını uyandırıyor. Şüphe ve sorgulama çiftleşiyor. Kalpteki noktanın uyanışı böyle başlıyor: “Ben neyim”, “neden buradayım”, “hayatımın bir amacı var mı?” gibi sorularla meşgul olmaya başlayan kişi bu sorgulama aşamasından sonra egosunun gereksiz kısımlarını kesip atmaya ya da bu kısımları dönüştürmeye mecbur kılınıyor. Düştüğünden beri unutulmaya yüz tutmuş kadim bilgeliği yeniden anımsıyor. Konuşan hayvan, duygularını kalbin sunaklarına yatırıp cendereden geçirmeye karar veriyor. Yukarının sesine kulak veren, Kötülüğün ifşasını bizzat icra ediyor. O’nun ışığına muhtaç olduğunu O’nun duasına ekliyor.
Sonsuzluğu heybesinde taşıyan ve onu sürekli arzulayan Adam, artık hakikatin ışığını, sıradanlık denen canavarla zapt edemez hale gelmiştir. Lakin Işığın yolu açılmıştır. Durmak değil, yola gelmek lazımdır. Bu insan olabilmenin gereğidir. Bu dünyaya doğrulan (konuşan seviye ya da yiyip bitiren hayvan), şimdilerde maddenin kavurucu soğuğundan kendini sıyırıp kalbine kazınan mührü hissetmeye başlamıştır. (tıpkı sabahtan önceki alacakaranlık gibi.) Konuşan hayvan kendi kendine şunu dillendirir: Bu dünyaya ayak bastırıldım ve gereklerini yerine getirmem gerek, ızdırabın kollarında esir düşsem de tek hasretim olan ıslahı gerçekleştirmeliyim. “Bu yüzden sürgündeyim, evet, bu dünya bir sürgün yeri, tekrardan yuvaya (kaynağa), Baba’nın kollarına dönmek için gönderildim.”
Yalnızlığa Sarılmalıyız Çünkü “O” Sevgi Demektir
Adam’ın vakti gelmiştir: Kendine dönen ve ateşlenen hissiyat, Ruh’u inşa etmenin ivediliğini görmek durumundadır, bu kaçınılmazdır: Çünkü her şey O’nadır. Kaçış teslimiyettir, teslimiyet ise yaradılışın amacı, ya da bunu gerçekleştirmek isteyen kişinin duasıdır. Dua, ışığın niyetini hissetmektir. Adam, Işığı keşfe çıkandır. Bu yüzden sürgündedir. Bu amaçla gaye ve acı (nimetler) bahşedilmiştir. Her akşamın bir sabahı vardır, yani Işık karanlıkla bir anlama giydirilir. Karanlık, kıyafetlenmiş bir ışıktır, bir habercidir: Kabuğu kırıldıktan sonra ortaya çıkacak olan cevherin ışıkla çiftleşmesini müjdeler. Karanlık dünyadan filizlenir, Ruh ise Işıktan.
Birleşme berekettir. Bu birlikteliğin meyveleri “Dallardan Köklere” değin uzanır. Kökler asildir, dallar ise birer gölgedir, ışığın yansımalarıdır, Kökler besler, anaçtır, Ruh’un manasıdır, henüz bilinemeyene işarettir. İşte şimdi her şeyi yeniden hatırlamanın zamanı. Adam, Köklerin hazzını dallardan topladığı meyvelerle ummalıdır. Biliriz ki “Sonsuzluk” (cennet), başlangıcın izlerinden takip edilir.
Kaya Her Zaman Dağ’ına Özenir
Bu dünyaya bırakıldık. Ama terkedilmedik. Yalnız değiliz. O’nun yalnızlığına ilaç olabilmek için sadece unuttuklarımızı hatırlamamız gerek, işte bu sebeple tekrar yükselebilmeyi (hizmetkar olmayı) umuyoruz. Duamızı niyetimizle buluştur, bizi sana layık hale getirmen için buradayız. Artık biliyoruz. Bilmek teslim olmaktır. Bu bir zorunluluktur.
Işığın hizmeti (nimeti) ıstırapla derecelenir ancak asıl canımızı yakan ruhta açılan boşluktur. Bu umursamazlık yani Boşluk, Yaradan’dan uzaklaştırır, kötülük (günah) bu koşuldan sonra artarak devam eder. “Bu dünyada kötülük yoktur” demelerinin nedeni budur, kötülük: O’ndan uzaklaşmak, O’nu unutmaktır. O’na rağmen kendine bakmaktır, kısaca ölümü arzulamaktır.
Bu dünya arınmak (iğrençlik ve sıradanlığın farkına varabilmek) için bir araçtır, Yaradan’a tutunmanın onunla konuşabilmenin bir aracı. Bir yük. Dünya, yaradılış gayesinin gerçekleştirilmesi için yaratılmış bir mecradır. Adam’ın dönüşmesi için yegâne önkoşuldur. Adam bunu bilir ve buna rağmen kaçarsa sürgündeki halkın alçak hükümlerine göre yaşamadan ölür. Yaşayan ölüdür. Ölüm denilen solma hali bu dünyaya has bir kendinden geçiştir. Zira kurtuluşa doğrulanların dünyevi ölümle sınanması yasaklanmıştır, onlar Dvekut’u seçenlerdir, hiçlik ise yerinde duran ve sayıklayanlara göredir: Yoldan ayrılanlar (putperestler) Ev’i bulamazlar.
Sonsuzluk içinde titreşen Hakikat harekete geçmeyi emrediyor. Uykudan uyananlar bu emri yerine getirmek için doğrulmuştur. Haşmetiyle cömertleşen Baba, evlatlarını ayırmamaktadır. Baba Bir’dir, Evlat ise İki. Bir İki’ye aşıktır onu daima sever. Bir’den geldiğini unutan İki ise bulunmak ister, kaybolmuştur, hiçtir. Mükemmellik arzusu İki’nin Bir’e olan açlığından gelir. İhtişam sefaletten doğar, sefalet ise sürgüne razı olmayan emzirilmeyi bekleyen bir çocuk gibidir.
Can Murat Demir
kaya dağına özenir,armut dibine düşer😊
Yaratılan ikili için tek bir birlik vardı ve “O” oralarday biryerlerdeydi… belkide “O” kendini bölmesi parçalamasıydı bu yaşamın devam edebilmesi için kaçınılmazdı bu, belkide o acıydı ruhlarımıza kodlanan hala gerçeği arayınca canımızı acıtan…
Güzel yazı olmuş değerli kardeşim ruhuna , ellerine, kalbine sağlık.
Teşekkürler Kardeşim. Buralarda seni ve özellikle bu yazı altında yorumunu okumak büyük bir haz. Tekrar görüşmek dileğiyle.
Maneviyat çalışan dostların da yorumlarını bekliyorum. Yazılar devam edecek.