Sevgili Aslı;
Öncelikle sana ilk kez yazmış olmanın heyecanı içindeyim. Bunu bilmeni ve benimle birlikte hissetmeni rica ediyorum. Bu duygu bilgeliğe giden bir yolun henüz başlangıcını temsil etse de, bir zamanlar ümitsizlik hastalığına tutulmuş biri olarak, yazdıkça mutsuzluğa gark eden ruhların, artık bir nebze olsun rahatlaması gerektiğini de eklemeliyim, bundan hiç müteessir değilim. Bazıları, bu kendinden geçişe aptallık derken, ki biz buna “estetik acı” diyoruz, yeryüzüne sallandırdığımız sarkaçlar sayesinde, bizim gibi olanları, ancak bu duygu sayesinde kurtuluşa kavuştırabiliriz. Bu duygu eşsiz bir nimet gibi şu an ellerimizde.
Kısa bir girizgahtan sonra yazdığın, daha doğrusu, ruhundan damıttığın metin hakkında konuşmak istiyorum.
Metin, okunabilirliği, estetik duruşu, cümle bağlantıları, içerdiği anlam dünyası bakımından enfes. Gayet cesur bir dille ele alınmış ve kendi içinde öz eleştiri de barındırıyor. Türkçe açısından bakıldığında belki biraz yorucu bir metin gibi durabilir ama biz bu hususu göz ardı edebiliriz, ne de olsa bizler için “kolay” ın diğer adı “sıradanlık”tır. Sıradan olan metinlerin ne denli hızla tüketilip mahvedildiğini birlikte gördük değil mi. Kısaca bu metin, birkaç küçük müdahaleyle (virgül ve iki nokta üst üste takviyesiyle) harika bir retorik olabilir. Bence felsefi değeri de olan bir metin, edebiyatı felsefeyle harmanlamak, harmanlayabilmek ne büyük bir yetenektir Tanrım!
Bunların ötesinde şaşırmadığımı, bu metni görünce hayretlere düşmediğimi de belirtmek isterim. Bu denli, duygusal derinliğe, zekaya, estetik duygusuna sahip olduğunu zaten biliyordum. Dün geceki yazışmalarımızı hatırla. Tam olarak ne olmuştu orada? Sen yazdın, ben yazdım, ben yazdım, sen düşündün, ben onayladım, sense hiç şaşırmadın… İşte tam da bu yüzden, bu metni görünce hiç mi hiç şaşırmadım. Bazen, insanları tanımak için, bir ömür geçirmek gerekir, ama bazen de bir dakika gibi bir sürede, onun nelere evet, nelere hayır diyebileceğini kestirmen mümkündür. Buna, dünya lisanında “kahinlik” deniyor ama ben buna “ruh ikizi” diyorum. Bizim gibi olanlar (Ruh ikizini arayanlar), dünyada sürekli bir arayış içinde, gayretkeş bir tavırla, kendi gibi olanı arar dururlar, bazen karamsarlık kamçılar onları, bazen de ümitsizlik… Ama arayışın bitmeyeceğini bildiklerinden, sonsuzluğun yeni bir dünya olduğunu kabullendiklerinden mütevellit, bıkmadan “hayat türküsü”nü söylerler. Bıkmadan, usanmadan tanrısal bir teselliye tutunurlar. Bu türkü acının ezgilerinden, hayatın mucizelerinden beslenen bir canavar gibidir. Bazen bizi yok etmekle tehdit eder, bazen de yepyeni bir varoluşun kapılarını aralar. İşte bizim, yazım ve yaratma serüvenimiz, böyle vuku bulmaktadır.
Tekrar etmem gerekirse, beni şaşırtman bir hayli zor, hatta imkansız, neden olduğunu yukarıda zaten belirttim: Ancak ne zaman şaşırırım biliyor musun: Sıradanlaştığında. Bu da, çok çok uzak bir ihtimal… Çünkü yaratıcı ruhlar, sıradanlığın o sıkıcılığına (can sıkıntısına) katlanamazlar. Zira, beni şaşırtmana da gerek yok, aynı içtepilerin bir arada vücut bulduğu, aynı işleyişe sahip zekaların birlikte çoğaldığı bir mecrada şaşkınlık ne gezer? Bizim yapmamız gereken tek şey, çoğalarak, acıya hükmederek, tekrar tekrar -biricik doğanın ahengi içinde- varoluşumuza sadık kalarak yaratmak, tek gayretimiz “YARATMAK” olmalı! Umarım bundan önceki yazışmalarımıza cevap olarak bu mektubu kabul edersin.
Yüreğimizin dayanamadığı dünya hayatının, bir nebze olsun katlanılabilir olması ve acının birazcık olsun hafiflemesi ümidiyle…
Şimdilik hoşçakal
Başka bir metin ve hayat bulmacasında görüşmek dileğiyle…
Can Murat Demir