Son söylemem gerekeni başa alıyorum: Ben asla pişman olmadım. Ancak pişman olan yüzlerce insan tanıyorum, bunlardan biri bir filozof: Kierkegaard. Uzunca bir paragrafında örneklerle yaşamı yaşasa da yaşamasa da pişman olduğunu ifade eder. Bununla bütün pişman insanların baş belası bu müptelâyı özetlemiş olur. Sahi, nasıl bir beladır bu? Seversin pişman olursun, sevmezsen de pişman olursun, aşık olursun pişmansın, aşık olmasan da pişmansın, orgazm olursun pişmanlık duyarsın hemen ardından, orgazm olmazsın yine pişman olursun. Eeee? Antidepresanla bir dönem idare edilirdi bu durum ama bütün bir yaşam, şu koskocaman bilmem kaç yıllık ömür nasıl geçer pişmanlıklarla?
Neden pişmanlık duymuyorum?
Dört duvar arasına sığınıp yaşama atılmadığım için mi? Değil! Hiç de yerinde durabilen bir adam değilim! Herkes hareketliliğimden şikâyet eder. Sosyopat mıyım? Bunun olası olduğunu düşünmüyorum, oldukça tekil yaşamama karşın yeterince sosyal ilişkilerim mevcut, hatta bazen beni boğacak kadar fazla.
Şöyle soralım: Neyin ifadesidir pişmanlık? Geçmişte yaşanan ya da söylenen bir şeyden rahatsız olmak, tatmin olmamak; o şeyin acısını duyumsamak, hüznüne kapılmak. Başka? O şeye karşı kin duymak, ondan nefret etmek. “Neye yaradı bu yaptığım, ah keşke yapmasaydım, yaptım da ne oldu!” Karşı soru: Yapmasaydın ne olacaktı? Daha mı iyi olacaktı? Belki daha kötü olacaktı, belki de daha iyi olacaktı. Belki, evet belki. Belkilerle nasıl yaşanır ki? Bütün bir yaşamı spekülasyonlara taşırsak, ne zaman yaşayacağız? Yaşamaya zaman ayırabilecek miyiz? Buradan varacağımız sonuç, kişinin yaşam hakkında hiçbir şey bilmediğidir; kişi bir yaşam mağdurudur. Bir ömür tüketir ama yaşamın kendisinden bihaberdir.
İsa, insanlık için öldü ve geride kalan bizler onun ölümünden sorumluyuz, biz suçluyuz. Ve hatta doğmuş olmamızda bir suç var. Çünkü: Aden Bahçesi’nden kovulan Âdem ile Havva suç işlediler, biz de onların evlatları olarak bu suçu taşıyoruz. Alâkaya bakın! İsa, kendi ölümüyle bu suçu telafi etmeye çalıştıysa da, günümüze kadar bu suç bütün dünyayı zaptetti. Demek ki varlığımız zaten bir suç; varlığımızdan pişmanlık duyarız. Bu asli günahtan asıl konuya girmiş olduk: Pişmanlık dinseldir. İnsana dışarıdan aşılanmış bir yapay duygudur. İkamet ettiği yer: Vicdan. Bir Hristiyanlık eseri bu mekân pişmanlığı yaratan, besleyen, büyüten bir ejderhadır.
Hıristiyan odaklı kişi pişmanlık duygusunu belli bir kültürel ritüel çerçevesinde vicdanıyla muhakeme ederek gidermeye çalışır. Oryantal kültürüyle şekillenen kişiler vicdan muhakemesinden daha çok ağlayıp sızlayarak bu müptelâdan arınmaya çalışırlar ya da bazı Müslümanlar gibi bir takım dinsel ibadetlerle.
Neler oluyor?
Durup dururken insanlık bir suça tabii tutuldu. “Sen suçlusun!” denildi. “Evet suçluyum” dedi o da. Hiç yoktan bir suç, temel suç, asli suç. Kim kime yaptı bunu? Ne alâka?
Benim için dünyaları yaratmaya çalışan sevgilimi terk edişim; çok sevdiğim ve kendisi için ölmeyi göze aldığım sevgilimin beni terk etmesi; arzuhalimi kozmik bir şehvetle besleyen o biricik tadı bir daha bulamayışım; zor koşullarda uğraşıp, mücadele vererek elde ettiğim mesleğimin bana beni tatmin etmeyen kazancı; doğduğu andan itibaren sevgili bulmak için kilometrelerce uçup ve üç saniye seviştikten sonra ölen iki gün yaşayabilen kelebek örneğindeki gibi tüm ateşimi yakarak uzaktaki sevgilimin kucağında seviştikten yarım gün sonra bu ateşimin sönmesi; canım kadar sevdiğim kişinin aniden ölmesi karşısında yıkılışım; sevdiğim insanın sevdiği insanın ölümü karşısında varoluşa dair pişmanlık feryatları karşısında düşüşüm; binbir çıkmazla boğuşmalarım; dünyaya getirmekle sorumluluk üstlendiğim ve tarzıma uyum sağlamayan evladımın yaşayış şekli; sevgilimin dinsel ve öteki maskelerinin ardında duyumsadığım ve tüm derinliğimle sevdiğim yalınlığı (masumiyeti) karşısında maskelerini kırmaya dair çaresizce uğraşlarım ve bu yalınlığın o maskelerce zedelenmişliğini ve zedelenmeye devam edildiğini gören ruhumun çırpınışları; ona ve yaşama dair binbir hâyâl kırıklıklarım; düşünsel ve ruhsal dünyamı kuşatan Medusa’nın yalnızca bir fantom oluşu; Erosun ve âşkın sembolü Ganymed ve Diotima’nın, her yazarda olduğu gibi, bende de bir hâyâli figürü aşmadığı ölümcül gerçeği; varoluş pişmanlığını ölmeği seçmekle sonlandıran Enkidu’nun vahşi gözyaşlarının gözlerimden akması; her düşüşümde ruhumu yakan hüznün acımasızlığı ve onlarca, yüzlerce öteki kara oluşlar pişman olmamı sağlayabilir mi?
Ben bir matematik yapı değilim; bedenim bir makine gibi çalışsa da hatta bir makineden oluşsa da, psikolojimin bundan farklı bir yapısı var; tinsel yapım psikolojimde bir sistem, bir uyumluluk yaratmaya çalışsa da, psikolojik yapım kendine göre çalışır. Nefes almadan önce nefes alma yönteminizi belirleyemezsiniz; nefes mevcut olandır, bizleri var eden. Nefes aldıktan sonra nefesiniz hakkında fikir edinip nefes yöntemleri geliştirebilirsiniz. Yaşantılarınızı gözden geçirip, işlediğiniz hatalar ve yanlışlıklardan dolayı yeni yaşam biçimleri yaratabilirsiniz. Ancak, her yaşantı (oluş) kendi içinde bir bütündür ve yaşandığı zamana bağlıdır. Bugünün psikolojisi ve bilinciyle dünün psikolojisi ve bilincini yargıladığınızın farkında mısınız, pişman olurken? O an yaşanan o anındır, bugünün değildir. Dün bir sevilenken, bugün bir nefret edilen olabilirsiniz.
Dün ve bugün bir süreç olarak algılanıp yaşansa da, an belirleyendir; ne dün ne de bugün, sadece an’dır belirleyen.
Bu bilinçle yaşam yaşanırsa pişmanlık obsesif insanların bir gereksiz buluşundan başka bir şey değildir. Afektler hariç. Şöyle ki: Kaotik ve stres kökenli bir anda işlediğiniz bir ediminizden dolayı, “ah n’aptım ben” diyerek yaptığınızın bir “hata” olduğunu anlarsınız. Eğer işlediğiniz “hata” sizi yargıç karşısına çıkartacak kadar vahim değilse, hatanızı telafi etmeye çalışırsınız ve psikolojinizin söz konusu anlarda neden o şekilde yansıdığını anlamaya çalışıp tekrarlamamasını sağlayabilirsiniz. Bedensel, tinsel ve psikolojik yapıların birbirleriyle ilişkileri oranında kişi kendini “hatalı” ya da “hatasız” var eder ama pişman olması için hiçbir neden yoktur. Ben hatalarımla ve düşüşlerimle benim. Ve böyle olmasını istiyorum.
Kierkegaard’ı ve yüzlerce öteki pişmanlık mağdurlarını bir aforizmamda özetleyebilirim: Her keşkenin kökeni: Keşke olmasaydım.
Öyleyse: Ya nefes al ya da mızmızlanma!
H. İbrahim Türkdoğan