Felsefe, radarı açık bir sezgi makinesini öngörür. Bu makine bazen insan bazense ruhlardan ibarettir. Kavramlarla boğuşan hem ruh hem de insanlardır. Aydınlık gibi görünse de ayak izlerini takip etmek zordur. Burası sıradanlığın cehennemi gibidir.
Felsefenin sığlığı hakkında
Felsefe ile uğraşa girmek; birtakım dünyevi acıların insan aktörü tarafından uhrevi (tanrısal-kutsi) şeffaf kılıflara giydirilmesidir. Bu başkalaşım aslında insan için mucizevi bir panzehirdir. Ama aynı zamanda felsefenin de içeriğinin çürütülmesine sebep olur. Çünkü insan duygusaldır, ölümlüdür, ve bilmez ki her nefesi tanrıdan kotarılmış bir varoluştur. Buradan bakıldığında felsefe boştur çünkü insan içindir. İnsan için olan her şeye “nesne” diyerek varoluşun içini dinamitleyen tanrısal düzen burada bir şeyi unutmuştur: Sindirim sistemi ve dışkılama. İşte felsefenin insan varoluşuyla olan asıl organik bağı da buradan sebeplenir. Kaynak yine boktur. Bu hengamede felsefeye yeni bir sıfat ekleyerek yeniden tanımına girişmeliyiz: Felsefe, modern insan pisliği üzerine kurulmuş bir çöplükten başka bir şey değildir. O, sadece dışarıya çıkanla ilgilenen sıradan avare takımının anlık zevk parıltısıyla beslenir. Bu yüzden sığdır ve boka meyillidir. Bok, duygusal dışkılamanın asıl kaynağına inen kavramsal devinimden yani sindirim sisteminden akış bulur. Bu akış evrene sızar ve sistem kendisini transforme eder, işte buna da kanalizasyon denir. Felsefe, bu kanalizasyonun başında bulunan gece bekçisi gibidir. Giriş ve çıkışlardan sorumludur ve pisliğe gebedir.
Duygusal dışkılama
İçerideki her şeyin sorgusuz sualsiz hayatın süzgeçinden geçirilmesi olayı. Sindirim sistemi bu yüzden önemlidir; acının sirkülasyonunu hacim olarak azaltmaya zehri sağaltmaya elverişli bir ortam yaratır. Bok ile çıkış yaratan acının macerası kavramların tanrı tarafından kirletilmesiyle sonuçlanır. Tanrı makamı = Kavramlara tecavüz sanatının tatbik edildiği yer. Bu sanat duygusal dışkılamanın nihayetinde insana bulaştırdığı bir hastalıktır ve bedeni felç eder. Sinir sistemi devreye girse de insan kendinden uzaklaşmıştır artık. Bu uzaklaşmaya tıp dilinde “bağışıklık sistemi” denmektedir. Bu sistem bir çöküşün başlangıcıdır.
Duygusal boşaltımdan önce sağaltım ile nefes almaya çalışan insan sistemi felsefeyi yoldaş edinir ama bu debelenme beyhudedir. Çünkü acının son merhalesi boktur ve insan bu modern pisliğin (bokun) rengine kanaat getirene kadar ölümü tadar.
Unutma!
her yer karanlık
ve sen ne zamandır kördün!
En genel anlamıyla “Duygusal Dışkılama“, içindekileri dışarıya atmak, boşalmak, rahatlamak, sıçmak, pislemek… şeklinde özetlenebilir. Bu ulvi görevlerin tamamı sindirim sisteminin bir parçasıdır ve sonuçtur, yani acının (dünyevi bokun) bedenden atılmasını resmeder. Acıyı sindirmeden hiç bir insan hayata devam edemez.
Yas bu hayatın panzehirine giden bir yolu anımsatır. Yas, bokun renginin önemsenmeden içselleştirilmesidir. Peki nedir amaç? İnsan mutluluğu mu? Yoksa sadece dış dünyaya bir miras bir işaret bırakmak mı? Hayır! Yas ile içerideki acıyı hayata katıp, onu dış çevreye hissettirme yolunu seçerek aslında kendimize ne kadar önem verdiğimizi ispat etmiş oluruz. Kendine önem verme nedir? Sindirim sistemini iyi tanımaktır. Bunun için hem tıbbi hem de ruhsal bir takım çözüm önerileri getirmektir. Eğer kendine önem veriyorsan, kurtuluşun için hayatın içinde kendine panzehirler yaratmak zorundasın. Bu panzehirlerin başında da duygusal dışkılama ve onun ürünü olan “bok görüntüsünde başkalaşmış acı” gelmektedir.
Başkalaşmak özünde bir değişimi getirir. Dışkılamaya giren yani felsefe yapan insanın kendi sisteminde boşaltıma giderken kurduğu hayallerle ilintilidir, eğer hiyerarşi şaşırılırsa ölümle sonuçlanır. Tanrısal başkalaşımın bir diğer adı da “Dua” dır. Dışkılamanın uhrevi bir şekilde son bulduğu yere dua denir. Bu yüzden “dua” felsefenin yerini alarak ruhsal sindirimin merkezi durumuna gelmiştir. Bu ruhsal durum -biz buna bazen ruh hastalığı deriz- psikolojik bir felakettir. İlacı ise yine felsefenin kanalizasyonlarında filizlenen “şizofreni”den türetilir. Şizofreniye sarılan insan tüm sistemi ve oluşu redderek yine başka bir yola sapar. Bu yol, bok yolu olarak tabir edilen “tapınma” ya işaret eder.
Alıntı: Felsefe Nedir, Ne Değildir?
Felsefe ve sindirim sistemi
Felsefe, hem içeridekilerle hem de dışarıyla ilgilenir. Tüketilen kavramların dışkılanma süreciyle yakınen etüt etmek zorundadır. İşleyen sistemler, organların sağlığı ve içsel huzur felsefenin ilgi alanına girmektedir.
Kısaca tüm sistemler felsefeye, felsefe ise bokun rengine bakmaktadır. Çıkan ürünün kalitesi ise tanrı tarafından belirlenir ve bu cenderede insan sadece ağız dolusu gülmeyi ve hayatın içine tekrardan dalmayı arzular. Bokun yolculuğu felsefenin sindirdikleriyle, dışkılama sistemi ise insanın biyolojik açlığıyla alakalıdır. Vargı: İnsan sistemleri her daim çalışarak tanrıya malzeme üretirken, felsefe ise burada sağaltım yapmaya çalışan ancak sadece kendisine yetebilen bir enstrüman gibidir.
Felsefe, dünyevi acının başkalaşan görüntüleriyle uğraşırken, altını pisleten insan için sistemlerin çalışmasını denetler, bu şu demektir; tanrı bir kalite kontrol sorumlusudur, bok ise burada bir ürün gibi kendisini insanlığa pazarlarken, büyük bir iştahla, kendisine acıyı temsil etme görevini de biçmektedir.
Can Murat Demir