Ruhlar ve hayaletler her yerde… Bunu biliyoruz artık? Her gölgede irkilen, her sezgide parçalanan amansız acıların varlığını bilmeyen kaldı mı? Bu yüzden varlar, bu yüzden içimizdeler… Bu yüzden felsefe bir hayalet gibi tüm organlarımıza değiyor!
Hayalet, içinden geçilebilen (şeffaf) bir zaman dilimini andırır. Bu anlamda bir yolculuktur. Bu yolculuk, ruhun asıl kaynağına dönme arzusuyla şekillenir.
Başıboş bir hayalet gördünüz mü hiç? Onlar ki bir anının tekrarında salınan, zamansal bir acının temsilidirler. İşte tam da bu sebeple hayaletlerin de felsefesi yapabilir. Çünkü onlarında acıları ve varoluş sebepleri vardır. İnsan hayaletlerin farkındadır ama görmezden mi gelir? Bunu kestirmek zor ama insanın kendisi zaten bir hayalettir. Bunu not etmeliyiz. Hayalet denilen fenomen aslı itibariyle boşlukta asılı kalan bir acıdan ibarettir. En kestirme tanımıyla hayaleti böyle tanımlayabiliriz.
Korku üzerine birkaç söz
Bir medyumun ağzından çıkan son sözlere bakarsak, hayaletler gerçektir ve felsefeleri gereği kaçkındırlar. Onlar bu yönüyle, korkunun ötesinde bir gölgeler dizinini andırırlar. Bir diğer savunuya göre süptil alemin bekçisidirler. Her çağrıya kulak vermeyen fantomlar ne sağır ne de dilsizdir. Onlar sizden bir çağrı bekler ve fizyolojik ölümün yalandan ibaret olduğunu ispatlama gereği duyarlar. Bir hayaleti işte tam da bu sebepten öldüremezsiniz. Çünkü hayaletin varoluş ironisi zaten “ölüm”dür. Zira ölümün karanlık vadisinden geçmemiş bir hayalet de yoktur. Olamaz da…
Korku yersizdir, korku sadece ölümün organikleşmiş dünyasal tanımıdır, insanidir, ve hayaletler insanlara göre değildir.
Peki, korkunun yenildiği bu alemde, fantom aleminde felsefe yapılmaz mı? Bence yapılmalı çünkü felsefenin bana göre öz tanımı ölümü yenmektir. Bu aşamada ölümün yenildiği tek yer fantomların diyarıdır. O halde felsefe görünmeyenlerin dünyasında daha makul ve kaçınılmaz olmalıdır. (Bknz: Felsefe ve Görünmeyenler)
Felsefenin dokunuşu
Ruhunu yitirmiş insanların dünyasında daha doğrusu yeryüzünde sürekli tekrara düşen acılar vardır. Bunlardan beslenen mekanlar, anılar ve sezgiler de cabası… Felsefe, bahsi geçen bu travmatik acıyı dindirmek isteyen bir makinedir. Bunu yaparken insan fenomenini kullanır, onu çeşitli şekillerde düşünmeye zorlar. Kavramları deforme eder, zorlar ve değiştirir.
Felsefe doğası gereği, insan iyiliği için çalışır ve bu amaçla kavramların içinde bir hayalet gibi dolaşarak onları korkutur.
Aslıda tüm mesele bu. Hayalet felsefesine giriş tam da burada devreye girerek insan ruhiyetini yeniden şekillendirmek ister. Ruhun varlığı kaçınılmaz olarak kendisini görünmeyenlerin etkisine bırakır ve olabildiğince kavramlarla haşır neşir olur. Onları iğdiş eder. Hayaletler felsefeyi sever çünkü kavramlar gibi ete kemiğe bürünmek isterler. Bu şehvet onların ışığını sürekli canlı tutar. Böyle bakıldığında şunu söyleyebiliriz: Her hayalet bir kavramı çağrıştırır. Her kavram didiklenmeye muhtaç olduğuna göre, felsefe aslında bir hayalet avcısıdır. Bu nettir.
Felsefe ve Hayalet Anolojisi
Felsefe, bedensizce dolaşan kavramların diyarıdır. Bu şu demektir; her kavram aslında ete kemiğe bürünme safhasında bir dokunuşa muhtaçtır, bu dokunuş genelde insanın fikirsel edinimleriyle ve uğraşlarıyla yani felsefi tasarrufla mümkündür. Kısaca felsefe ve hayalet ilintisi işte burada ortaya çıkar. Bu saptamayı şu ana kadar hiçbir filozof yapmamıştır. Bu yüzden sizlere garip gelebilir.
Dipnot: Bu makalede yapmak istediğim şey geçmiş yazılarımda da belirttiğim gibi felsefenin alanını genişletmek ve ona farklı misyonlar yüklemekti. Çünkü felsefenin hiçbir surette sıradanlığı kabul etmemesi gerektiğine inanıyorum. Bu amaçla çıktığım yolda yazılar üretmeye devam edeceğim.
Bir dahaki yazıda görüşmek dileğiyle…
Can Murat Demir