Felsefe, kavramların yerinden sarsılarak tekrardan insanın yararına evrilmesini öngörür. Bu yeteneği sayesinde özgürleştiren bir tarafı da vardır. Ayrıca insan hayatının en önemli eylemi düşünme sürecine yataklık eder. Hali hazırda içinde bulundurduğu “saflık” ve “sorgulama” gibi araçlar sayesinde sürekli zindedir ve size bambaşka bir hayatı müjdeler. (Bknz: Felsefenin Neliği Üzerine)
Siyasallaşma ise, insanın kendine tapınmasının habercisidir. Her siyasetçi özünde bir megaloman ve yalan makinesidir. Yalan ise halkın afyonu gibidir. Bu yüzden “siyaset felsefesi”nin diğer adı yalanlar manzumesidir. Siyaset mefhumu her ne kadar toplumsal çıkarların uzlaştırılması gibi görünse de aslı itibariyle toplumsal ve psikolojik bir bunaltıdır. Buradan hareketle “SİYASET” kurumu beşeri bir referans olmamakla birlikte, kaynağı tamamen günaha ve pisliğe gebedir.
Bazı tehlikeler
Ölümün haklılaştırılması ya da meşru görülmesi. (Bknz: Memleket Nereye Gidiyor?) Diğer bir adıyla, ölüme tapınma. İlkel bir gelenek ama modern insanın meyil ettiği arabesk bir fantazi. Burada felsefe yok. Burada sadece ölüm var. Ölüm ise felsefenin başlangıcını oluşturma gayretindedir. Ancak biz erdemliler bunu kavrayamadık. Her toprak sahibini felsefeci ilan ederek aklımızı zehirledik. Bu böyle sürüp gitti. Ta ki zamansal acılar ortaya çıkana kadar… Bu süre zarfında en güçlü zaaf şekillendi: Oy potansiyeli.
Oy vermek odunsu bir arzudan yola çıkar. İçinde biraz kükürt biraz da kan vardır. Her beden, -akıl hariç- bu arzuya uşaklık eder. Neden? Çünkü en eski adet çalmaktır. Para, oy, hayat, zaman… İnsanoğlunun çalma dürtüsü siyasetle başlar. Siyasallaşma denilen meret tarihin en eski medeniyetlerini bile yemiştir. Bu lanet doyumsuz bir parti başkanın göbeğinde vuku bulur. Buna kısaca “propaganda” diyoruz. Diğer adıyla “yalanlar silsilesi” de diyebiliriz. Burada ajitasyon denilen sanata da rastlanmaktadır. Her ikisi de köken olarak ortaçağ hastalığıdır.
Hastalığın türevleri
Sunaklardan taşan kanlarla beslenen tanrılar… Kurbanlar ve fedakarlık… İşte size küskün bir insanın anlam arayışı: Buna kısaca siyasal devrim dediler. Reform ise onun gayri meşru çocuğuydu. İnsan içgüdülerinin kaynağına indikçe bu gayri meşruluğun içinde erimemek mümkün değildi. Buradan toplum türevlendi. İnsan matematiğinin alamayacağı kadar irin aktı. Kan, felsefenin yegane kaynağıydı. Hastalık bu aşamada “devlet” adını aldı. Devlet burada siyasallaşan hayvanın terbiyeciliğini üstlendi. Ancak iştahı kabaran sadece insan değildi. Buradan bir çocuk daha doğdu: Parti. Parti, insan özgürlüğünün ayaklar altına alınmasını temsil ediyordu. Siyasallaşma en beter mirasını bu yüzden insana bıraktı, çünkü her insan ruhu aslında bir parti merkeziydi.
Bir ayette aynen şöyle yazıyordu: İnsan ruhunun siyasallaşması yasaklanmıştır. O, en berbat duygulara yataklık ederken, insan ruhunu ıslah yerine onu daha da hayvanlaştırmıştır. Bu sebeple siyasallaşma ve parti kıskacı insan ruhunu alçaltan onu soysuzlaştıran bir vebadır. Ondan uzak durmanız emredilmiştir size.” Bu bir öğüt değil emirdir. Her kutsal kitap siyasallaşmayı men eder çünkü siyasetin uyruğu “insan” değil, “madde”dir.
İlk insanda siyaset
Adem bilinen ilk insan olduğuna göre ilk siyasetçimiz de odur. Peki, ilk işaret ne zaman verilmiştir? Ademi yatağına alan Havva ilk cinsel birleşmeden sonra bir partinin siyasi temsilcisi olmuştur. Havva Adem’den daha aktiftir ve devrimci siyasal bir kimliğe sahiptir. Çünkü dişidir. Adem daha sıradandır. Erkeklik organı yapısı gereği doğaya daha yakın olduğu için politik yapıda değildir. Adem saflığı temsil ederken, Havva’nın kurnazlığı işte burada harekete geçer. Havva tam anlamıyla sokak siyasetçisi gibi davranır ve yasak elmanın tadına bakar. İnsanlık tarihinin ilk yıkıcı eylem budur.
Sonrası her siyasi eylemde olduğu gibi cehennemdir. Adem ile cinsel birleşme bir dönüm noktasıdır. Tekrar etmek gerekirse, ilk günah ilk siyasal olanın da habercisidir. Bu şu demektir; ilk insan ve ilk günah birlikteliğinden siyasal bir döllenme, bir diğer adıyla “Homo Politicus” ortaya çıkmıştır.
Birkaç söz
İnsan ruhu yeryüzüne fırlatılmış siyasi bir foyaskodur. Her fiyasko skandallarla ve entrikalarla oyulur. Bu böyledir ve insan ruhunun gövdesini de yine kendisi ve iyimserliği iğdiş etmektedir. Hastalığın ilacı yine saf bilgidedir. Bu da ancak felsefeyle mümkün görünmektedir. Felsefe sayesinde yeniden insan kılığına bürünmemiz muhtemeldir. Tabi siyaset izin verdiği ölçüde…
Bu cendereden nasıl kurtuluruz?
Kurtulmak mümkün müdür bilinmez ama hafifletmenin reçetesi oldukça manidar ve kolaydır. İnsan icatlarına bakıldığında içlerinde sadece “felsefe” ölümsüzdür. O, kendine kıyan, ölçüsüz insanı bir torna tesviye malzemesi haline getirmiştir. Bu amaçla felsefenin, siyasallaşmanın çirkinliğinden, pisliğinden ve buhranından çekip çıkartmalıyız. Ancak bu sayede ruhumuzu geliştirebilir ona türlü türlü imkanlar sağlayabiliriz. Son olarak şunu dile getirmeliyiz:
Felsefeyi, siyasetin ve siyasal hayvanın içine sokan yegane düşmanımızdır, günahkardır ve tanrı katında sonsuza dek lanetlenmiştir.
Can Murat Demir