“Oturmadan önce götünüzden izin isteyin.” [1]
Augustinus: “Dışkı ile idrar arasında doğarız.”[2] Böylece yaşamımız boyunca kendi excretalarımızla (ifrazatlarımızla) bir mücadeleye gireriz. Excretalar kültürel anlayışımızı, duruşumuzu, kişiliğimizi, toplumsal yaşayış tarzımızı, bireysel üslubumuzu, sağlık ve güzellik anlayışımızı, dürüstlük ve sahi olma hallerimizi, mizah ve sanatsal yaratımımızı etkiler ve biçimlendirir. Doğa bilimleri, ekonomik ve bürokratik yapı kısaca tüm yaşamda excretaların temel etkisi mevcuttur. Sloterdijk’ın adına “merdokrasi” (bokun hakimiyeti) dediği kanalizasyon sisteminin henüz olmadığı Orta Çağ, Kara Vebasını büyük çapta excretalara borçludur. İnsan, excretalarıyla tiksintinin, hijenin ve kokunun gramerini kurar.
Bunu yaparken iki tür bedensel sınıf yaratır: Yüce ve aşağı uzuvlar. Buradaki yöntemi insanın Tanrı’yla ilişkisine dayanır. Tanrısal uzuvlar ve dünyevi uzuvlar olarak da adlandırabiliriz. Dinsel yapının kendi içindeki çelişkili varlığından dolayı insan kendine ve kendi bedenine karşı çelişkilidir. Augustinus’un tümcesi bir faktum oluştururken, insanın bu faktumdan iğrenmesi tuhaf bir duygudur. Hem doğallığı kabul eder hem de bu doğallığı kendinden uzaklaştırmaya çalışır hatta elinden gelse bu doğallığı imhâ edecektir fakat bu, insanın ölmesi demek olurdu. Bu ikilemde dinlerin bedenle tuhaf ilişkileri vardır. Bir taraftan küçümsenen uzuvlar yüceltilir ve aynı zamanda yüceltilen bu uzuvların aşağılanması devam ettirilir. Ancak her insanın uzuvları yüce değildir dinlere göre; seçilmiş insanlar vardır, onların dışkı ve idrarları da seçilmiştir.
Peygamber ve azizler gibi bireyler ve geriye kalan diğer insanlar. Azizler birinci sınıfı oluşturur, öteki insanlar yani çoğunluk ikinci sınıfı; ikinci sınıf: Dışkı, urin, kusmak, cinsellik ve pislik olarak adlandırılan her şey. Birinci sınıf organlar ise cinsellik olmayan her şey. Ancak burada da bir sorun var. Cinselliğin beyinde başladığını düşünürsek, beyni de bir cinsel organ olarak görmemiz gerekir.
Dinler birinci sınıfa ait insanların yani azizlerin excretalarına tıbbi, mistik, metafizik değer de verirler. Azizlerin excretaları öteki insanlara metafizik bir güç, bir sihir olarak sunulur. Örnek: Dalai Lama’nın dışkısı tıbbi bir muska değeri taşır. Her hastalığa karşı en güçlü etken olarak kullanılır. Hastanın iyileşmesi ancak rosyonel terapiyle mümkün iken, plasebo adı verilen etkisiz ilacı kullanan hastanın kendi inanç gücüyle iyileşmesi de mümkün.
Bu durumda irrasyonalizmi rasyonalizme tercih etmesek de rasyonalizm en geç bir Müslümanın Ramazan ayında oluşan hemoridleri karşısında çözümsüz kalmasıyla yayvanlığını göstermiş olmaktadır.
Diğer taraftan ilkel insanın rasyonalizme gerek duymadan hemoridsiz yaşayabildiği olgusunu göz önünde bulundurursak, tekniksel gelişimin bir süreci olarak oluşan kanalizasyon kültürünün icat edilmesiyle de hemorid ve benzeri yüzlerce modern hastalıklara kapı açılmış olduğunu not edebiliriz.
Dinsel aşamadan rasyonalist aşamaya geçiş yapan modern insan dinlerin bedensel sınıf ayrımını devam ettirmiştir. Özellikle katı ideolojiye sahip olan sosyalist-komünist kültür.
Marx’ın burjuvazi-proletarya sınıf ayrımı dinleri bu bağlamda devam ettirmiştir. Proletaryaya beyin yüklerek (sınıf bilinci) burjuvazi ile aynı düzeye getiren Marx, korkunç bir hata yapar ve proletarya içinde excretaları sembolize edecek olan bir alt sınıf yaratır ve adına lümpen proletarya der.
‘Her ailenin bir günah keçisi vardır’ tümcesini burada işlersek, çeşitli organlardan oluşan bedenin günah keçisi de göttür. Lümpen proletarya, Marx’ın ekomonik tarifesine göre tıpkı bu işlevi görmektedir. Günah keçisi rolü dinsel işlemine tüm sosyalist-komünist kültürde devam etmiştir. Bu işlem tüm modern kültürlerde de izlenilmektedir.
Sloterdijk: “Eğer kafa, antipodu götle konuşmak isteseydi, göt kafaya dilini gösterirdi, eğer bir dili olsaydı götün.” Einstein’ın dünyaya seslenişi bundan farklı değildir: Tüm dünyaya dilini göstermekle ondan üstün olduğunu dillendirmek bedenin belki de en güçlü vurgusudur.
Göt tabandır: Önce olmak sonra ile-olmak, öyle ya da böyle olmak; önce varoluş sonra özellikler; önce gerçek sonra iyi ve kötü, yukarısı ve aşağısı. Batı düşüncesinin vaz geçilmez filozofu Sinoplu Diyojen, bedeni sınıfsal bir ameliyattan geçirmeye gerek duymaksızın “doğada utanabileceğimiz hiçbir şey yoktur” der ve Atina meydanında zaruri gereksinimini giderir.
Psikanaliz cinselliksiz düşünülemez. Freud, bu talihsiz organı psikanalizin tabanı olarak görmese de onun haz değerini analizleyebilmiştir; ve “anal evre” adını verdiği çocuğun kendi bedenini tanımasında tattığı “tutma” ve “bırakma” işlemlerini ve excretalarla oynama hazzını vurgulamıştır. Eğitimin ve ahlakın katı kurallarına uğrayan bu işlem çocukta daha sonra nevrotik davranışlar ve çeşitli zedelenmeler yaratacaktır.
Tutma ve bırakma terimlerini Stirner’in bir tümcesiyle açıklamak istiyorum: “Hazmet kutsal ekmeği ve kurtul!” Eğitimin ve ahlakın değer yargılarını papazın kutsal ekmeği gibi oral yöntemle bedene alıp sindirerek içselleştirmek gerekiyor. Bu içselleştirilen üst-ben’dir.
Evet, İsa’yla son bir kez bir akşam yemeği anlamlı olabilir hatta gereklidir. Ve Ganymed’in narin ellerinde tuttuğu sürahiden bir kadeh kırmızı şarap ve bir bardak sade su hem metafizik ve erotik kıvılcımları alevlendirecek hem de sindirimi kolaylaştıracaktır. Ardından, sindireceğin kutsal yemeği, içselleştirdiğin şu üst-ben’i dışkılamak gerekecektir. Tüm organlarından teker teker geçmesini sağla ki, dışkıladığında onu yeme ya da onunla oynama gereği duymayasın –ahlakın tersine. Ahlak dışladığı ve aşağıladığı kendi excretalarını nevrotikleşen gelenekleri üzerinden yeniden yemek durumundadır ve her gelenek çocuğun kendi excretalarıyla oynama meşguliyetine bir göndermedir; aynı şeyin kendini tekrarlaması düşüncesinin sosyolojik varyantıdır bu.
Freud’tan yaklaşık seksen yıl önce psikanalitik bir analizde bulunan Stirner’in keskin düşüncesi tüyler ürpertecek kadar gerçekçidir. ‘Biricik’ olabilmen için Geneli ve Genelin artıklarını dışkılaman gerekecektir. Nedir içselleştirdiklerin? Din, devlet, aile, ahlak, pedagoji, terbiye, ideoloji, tüm geneller. Öyleyse tüm Geneli salgıla ve dışkıla. Cin çıkartmanın anal varyantıdır bu. Dayak pedagojisi ile idealizmin birbirlerini tamamladıkları genel ahlakın dışkılanmasıdır. Öyle ki hiçbir mirasın devredilemeyecek ölçüde imha edilmesidir.
İçselleştirilen regresif enerjilerin süpversif bir hamleyle sonlandırılması ve yerini Hegel’in özü özne olarak geliştirme düşüncesi değil, Deleuze ve Guattari’nin Kendini doğuran bedeni almalıdır. Köksüz ve kökensiz, her an ve her yerde filizlenebilen bir beden. Demokrat, sosyalist, dindar, anarşist, solipsist, katil, eşcinsel, karşıtcinsel, faşist, terörist, entelektüel, varoluşçu, bireyci, toplumcu, peygamber, feminist, üstinsan, altinsan, ortainsan gibi binlerce maskeleri sosyolojinin tarihsel çöplüğüne fırlatıp kendini yeniden dizaynlamak. Ve her dizayn bilinçli egoistin maskeli egoistin nevrotik estetizmini kırarak kendine özgü anlık estetiğini içerecektir.
[1] Anımsayamadığım bir kaynaktan.
[2] Bu tümcenin Augustinus’a ait olduğu söylense de bazı kaynaklar Clairvaux’a ait olduğunu ileri sürer.
Düşünbil / Sayı: 50 / Kasım – Aralık 2015
H. İbrahim Türkdoğan