Dünyaya gelişimizden başlayarak etrafımızı kuşatan özgürlüğümüzü sınırlandıran engellere bir bakın. Aile, devlet, çevre, ahlak, toplum, eğitim… Bunları çoğaltabiliriz. Peki, insan bu köhnemiş örgütler ve değerler arasında kendisini nasıl özgürleştirebilir?Cevabı çok basit ama bir o kadar da zor aslında. Cevap kısaca şu: Tabiî ki kendisiyle baş başa kalarak… İnsanın doğası gereği bunu yapması biraz zor olsa da doğumundan itibaren kalabalık içinde yaşayan insan ancak bu yolla özgürleşebilir. Çünkü insan Rousseau’nun da vurguladığı gibi zincirlere vurulmuştur. Ve bunu kendi kendine yapmaktan çekinmemiştir.
Bu mümkün mü peki? Nasıl olacakta evrenin tüm yükünden, gereksiz sorumluluklardan sıyrılıp kendimizle baş başa kalacağız? Kapitalist düzende, yozlaşmış ve hastalıklı bir toplumda bu mümkün mü? Evet mümkün. Çok zor ve nadiren de olsa bu mümkün. Bunu ancak şu yolla başarabiliriz. Yaratarak… Özgürleşme ve yalnızlaşma aracımız ancak yaratma olabilir. Yaratarak hem kendimizle kalabiliriz, hem de ideler dünyasında özgürce dolaşabiliriz. Yaratmak, özgürleşmenin ilk hamlesidir, habercisidir. Bu sayede anlamlandırma ve dünyayı yeniden şekillendirme fırsatını elde ederiz. İnsanı yeniden tanımlayıp onu bambaşka bir forma sokan yaratma gayreti işte bu yüzden kendinle kalmanın sonucu olup özgürleşmenin de habercisidir. Zincirlerin kırılması ancak bu süreçte mümkündür.
Yaratma içgüdüsü ile insan yeniden tanımlanır. İmgelemin uçsuz bucaksız derinliklerinde sizi bir başınıza bırakır. Bu metafizik aşama hem tehlikelidir, hem de büyük bir haz kaynağıdır. Diğer insanlardan kurtulma çabası, kendinle eğlenme ya da bir diğer ifadeyle dünyayı yeniden tasarlama… Hepsi aynı anda hareket eden aktörlerdir. Hepsi aynı kaygıdan beslenir. Özgürlükten… Yaratma güdüsü bu yüzden hem sıradanlık düşmanı hem de özgürlüğün bu dünyadaki tek anahtarıdır.
Peki, herkes bunu başarabilir mi?
Bu soru şuraya çıkar aslında. Herkes yaratamaz, herkes kendisiyle baş başa kalamaz. Bu yetenek ve nimet nadiren vuku bulur. Bu olay ruhların başına gelmiş ve gelecek olan en güzel şeydir. Bu kadar önemlidir çünkü herkes özgür değildir. Özgürlük ve yaratma gayreti, bu yüzden bu kadar haşır neşir iki kavramdır. Birbirlerinden asla ayrılmazlar.
Gelelim sonuca… Yazarsınız, çizersiniz, bestelersiniz… Bunları yaptıktan sonra esere dönüp bakmak en büyük hazdır. Hayattaki en estetik eğlence budur işte… Yaratıcıya hediye gibidir bu an… En özel ve en koyu yalnızlığın yaşandığı zaman… Sıradan bir hayattan ve hastalıklı bir toplumdan kurtulmanın en estetik yolu budur. Tabiî ki en acılı yolu da… Evet, özgürlük peşin peşin gelen bir ziyafet değildir. Azar azar gelir ve sonuçlarından biri de acıdır. Saf acı.. Var oluş acısı… Ya da hayatın farkına varıp insanlığa küfretme kaygısı… Hepsi aynı yere çıkar. Hepsi özgürlüğün ve yaratma gayretinin içinden hücrelerinize sızar. Özgürlük acı çektirmeden size kendisini sunmaz. Şu da bir gerçektir ki herkes bu acıyı çekemez… Bu bambaşka bir acıdır çünkü. Yaratıcılara özgü, arzu dolu ve kan kokan bir acıdır. Özel ruhlara bahşedilen bu acının kaynağı uçsuz bucaksız özgürlük pınarlarıdır. Bu yüzden yazarız ve acı çekeriz, çizeriz acı çekeriz, besteleriz acı çekeriz… Sonuç özgürlüktür, sonuç bizim olandır.
Buradan şunu çıkarıyoruz: Özgürlük herkesin harcı değildir. Ortaya çıkan enerjiye bakacak olursak güçlü ruhlara özgü bir süreci ihtiva eder. Bunun içinde bolca acı ve sabır denilen o zorlu sınav da mevcuttur. Bu bağlamda yaratma gayreti özgürlüğün anahtarıdır ve bu süreç boyunca çok acı çekersiniz. Çünkü özgürlük çok zor bir meyvedir, onu ancak yaratıcılar yiyebilir. Ama şu da kesin ki yaratma gayreti sizi o denli sarar ki o bir sevgilidir, sizi hiç bırakmayan ateşli bir sevgili… Ondan olan öz çocuğunuz da özgürlüğün ta kendisidir.
Can Murat Demir
yazınız güzel buldum beyendim kendimde şiir yazıyorum beyenerek gönderiyorum
teşekkürler…bekliyorum gönderirseniz sevinirim
görüşmek üzere