Sedir Ormanlarının renklendirdiği kuytu bir vadinin öğlen güneşinde tanık olduğum olgu varoluşlarımın bir başlangıcı olarak kazındı ruhuma. Gılgamış’ın hilekâr oyunlarına yenilen Enkidu’nun hüznü bana eşlik etti o günden bugüne kadar. Humbaba’ydı adı, bir orman koruyucusu. Medeniyetin kralı yarı tanrı Gılgamış, doğayla birlikte her canlıyı kendine köle edebilmiş bir efendi olarak, bir panter olan Enkidu’yu Şamkat’ın sevme sanatıyla insanlaştırıp kendi eksikliğini onun gücüyle tamamladı. Ve henüz yeni insanlaşan Enkidu, Gılgamış’ın insansal ve tanrısal oyunlarını göremedi ve Gılgamış’ın düzenbaz sözlerine inanarak Humbaba’yı öldürdü. Duyumsadığım tek şey Gılgamış’ı öldürmek ve Enkidu ile sevişmekti o an. Enkidu, insan-oluşu terk edip ölüme yattı. Gılgamış ancak o zaman anladı Enkidu’ya eş olamadığını ve hüznünde öldü. Ateşe verdim Sedir Ormanlarını insan soyunu cezalandırmak için, varoluş sevdamın aldığı yaralar karşısında kentleri ve sakinlerini de aynı ateşte yaktım ve yalın beden devinimlerimle henüz düzenbaz ataerkil erkeği ve Tanrı Nergal’ın bir imitatörü olan Apollon’un ayak basmadığı topraklara kadar dans ettim. Ve Delfi Tapınağına gelip Büyük Tanrıça’ya seslendim.
Saçlarında ikâmet eden görkemli ejderhaların zehirli tapınaklarına taşı beni ve götür karanlığına, akıt zehrini içime, Varlık ve Hiçlik’in kaynağı sen, Tanrıçam, öldür beni.
Düşünmenin özneden özgürleştiği ve tefekkürün son bulduğu andayım. Yıkıcı bir öfkenin ağlayan bir metafizikle sevişmesi, ruhumda taşıdığım gökyüzü mavisinin ve içinde bulunduğum yeryüzü kasvetiyle çatışması ve dünyalar arasında gidiş gelişlerim, iniş çıkışlarım ve iki ayrı cinsin çatışmasını resimleyen bir çıkmazın dürtüsü beni sana taşıdı, sendeyim Büyük Tanrıçam. Hüzünlü gülümsemelerinle kurak toprakları yeşerten bir metafizik tattır bana. Uzat bana süt akmayan göğüslerini, yakın gel ve akıt içime kanlarını, dehşetinle gel, hışmınla gel ve akıt kanlarımı. Metropol katedrallerinde sığınak arayan ürkek ceylanların kâbusu bozkır panterinin varoluşsal buhranlarına akıt kanlarını. Merhemdir ona her bir damlası kanının. Gizemli spermaların fışkırdığı kaynaklarda yıka tenimi akan kanlarınla, Varlık ve Hiçlik’in dengesini sağlayan karanlık beni kutsayacaktır, sende ölmek için.
Adına düşünceler dünyası denilen kirli sularla yoğrulan hamurlarda çırpınan insanlara tanık oldum içine atıldığım bu dünyada, kan kusan penislerle dostluk kurarak ruhumdan kan akıtan vajinalara Enkidu’nun varoluşsal hüznünü tattırdım. Sen, Büyük Tanrıçam, sen eşeysiz şehvetimin Tanrıçası, öldür beni. Sar tenimi yılanlarının eşsiz gücüyle mağaralarında, her birine panter hüznümle karşılık vereceğim ve her biri Ganymed güzelliğine dönüşecek Satirler olarak sende ölmeme izin verecekler. Ceylanların dans ettiği Sedir Ormanlarından filozofların yolunu yitirdikleri Kara Ormanlara kadarki ömrüm varoluş adına bir yaradır. Öldür beni, kanımın son damlası sana lâyık olacak gizemsel tattadır.
Dünyanın içine atılmış olduğumu Enkidu’nun hüznüyle anımsıyorum. Başka bir mutluluk yok, çünkü başka bir Ben yok. Bacağı kesilen Rimbaud, bacağı kesilmeden önce de bunu duyumsamaktaydı. Fakat realite onun tek düşmanıydı. Poésie bu dünya için değil; olmayan bir dünyaya ait olmak. Hem poésie hem de Ben. Hepsi bu. Sertleşen ve katılaşan yüreğimin sevdalı yılanların zehirleriyle parçalanışını şehvetle seyredeceğim ve sen, Büyük Tanrıçam, bu son varoluşmamın son nefesine tanık olacaksın.
H. İbrahim Türkdoğan