Petrol kokulu, -her şeyin ıslak bir karanlığa bulandığı yerdi. Bu küçük mezarlıkta, ağzından dumanlar çıkaran makineler bir insanı andırıyordu.
Evet burası Kazan Dairesi.
Makine bile uyukluyor
Mühürlü atelyeler hastalıklı demir dolu
Ücretler kapalı perdeler altında saklanıyor
İşçilerin kalplerinin dibine gömdüğü aşk gibi
İfade etmeye zaman yok, tutku tozun içinde dağılıyor
Demirden dökülmüş mideleri var
Koyu asit dolu, sülfürik ve nitrik
Sanayi gözyaşlarını yakalıyor dökülme şansı bulamadan
Zaman akıp gidiyor, başları sisin içinde kaybolmuş
Üretim çıktıları yaşamlarını eziyor, acı gece gündüz fazla mesai yapıyor
Yaşamlarında, vaktinden önce bir sersemlemişlik
Makara deriyi yüzüyor
Ve şu şunun üstüne, alimunyum bileşimi sathında tabakalar
Bazıları hala dayanıyor, diğerlerini hastalık kaptı
Onlar arasında pinekliyorum, bekçiliğini yapıyorum
Gençliğinizin son mezarlığının. -Son Mezarlık; Xu Linzi-
‘Fabrikalar insan üretmeye başladığında şiir yazmayı bırakacağım’ dedi ve en ateşli şiirini yazdı bir grevin sabahında. İşte dedi: Sizin için ürettiklerimiz ve makinelerinizin ruhumuza yaptıkları… İşte kaderimizin ceplerinizdeki yansıması. Bunları söylerken kazan dairesinde bir vicdan patlaması oldu ve tüm tüm işçiler kendi cevherleriyle sarıldı ruhlarına.
Ruh satılık değildi zaten para da etmiyordu zira bir muska gibi koruyordu organları.
Sesler… Makinelerin insana saldırmasıyla ilintilidir çoğu kez. Makine çalışır ve karanlık ona eşlik eder. Sesler… Hayatın sınanması ve bir işçinin gözyaşlarının ateşle dans etmesini betimler. Sonuç nereden bakarsanız bakın ölümdür. Ölüm ise seslerin fahişesi… Kazan dairesi ya da fabrika fark etmez hepsi acıya çıkan bir kestirme yoldur ve içinden geçilemez bir patika gibidir. Kazan dairesi ölüm saçan bir makinedir, ateşin yoldaşlığında ısınırken, aklınıza, soğuğu hissetmeyen çıplak bedenleri düşürür. Evet, beter bir kabustur bu. Tenin yabancılaştığı, aynasız bir odadır.
Evet, bir kazan dairesi, ruhun tüm tutsaklığına rağmen, organların özgürleştiği nadir yerlerdendir.
O, bir yolculuğun diğer adıdır, ruhun donduğu, organların ateş attığı tek sığınaktır. Siz dışarıda onlar içeride. Hala kulaklarınız duymuyor mu, ruhun köz kıvamındaki yakarışlarını? Hala mı sıcak elleriniz, zihniniz, ciğerleriniz? Halbuki sizin için üşüyor ruhları ve uçuşuyor hayallerin külleri. Ama nafile kulaksız duymak, ruhsuz yaşamak ne mümkün!
Metal kokulu küçücük bir mabette yaşayanlar, sizlere sesleniyorum: Lütfen ölmeyin, karanlık zaten olabildiğince sıcakken siz soğuğu aman ha tatmayın. Belki ardınızdan sıralanır kürek kürek hayaller, sakın ha oradan çıkıp bizleri korkutmayın!
Can Murat Demir