Ah Dulsinea, ey biricik sevgili! Asla elimi dokunmadım sana, çünkü senin gerçeğini çevreleyen karanlık gölgeler seni benden uzaklaştırdı. Ancak bilesin ki, benim gerçeğimde yaşayan biricik sevdamsın. Ve tüm karanlık gölgelere açtığım savaş sonucunda seni bir gün kutsal atım Rosinante’nin sırtına alarak ortak gerçeğimizi yaşayacağız. Ve bilesin ki, her gün öldürüp ve yeniden kurduğum ölümcül gerçeğimle seviyorum –seni.
Hüzünlü bir şövalyeyim ben, çünkü insanlığın bana direttiği realiteyi kendime uygun bulmuyorum; onun gerçek dediği, milyonların kafasındaki karanlık gölgelerden başka bir şey değildir. Ben dünyayı çevreleyen bu karanlık gölgeleri yalnız başıma imhâ edebilen asil bir kahramanım.
Ey insanlık! ‘Gerçek’ sözcüğünün yalnızca bir sözleşme, verilen bir söze uyma olduğunu anlatabilmek için beni yazan yazarla girdiğim ölüm-kalım kavgasında benim gerçeğimin onun gerçeğinden farklı olduğunu ona kabul ettirdim. Diz çöktü önümde; onun sunduğu gerçeği bana kabul ettiremeyeceğini ta başında söylerken, kılıcımın gücünü göstermeyi de ihmâl etmedim.
Ben, hüzünlü şövalye, gerçek ile rüyanın toplumsal kalabalıklarda devasa anlam kaymalarına neden olduğunu anlatan ve anlatabilen hezeyanlı bir romantikçi şairim. Ortaçağ düşünürleri denilen kara cahillerin birbirleriyle giriştikleri tümeller kavgasını temellendiren varoluşun absürt yansımalarını ayrıntılarıyla dilimin keskin kılıcından geçirerek sonlandıran bir filozofum ben. Dili temelinden sarsan maceralarımı okuyan herkesin beş duyusunu yerle bir eden ve usun sınırlarını dinmek bilmeyen hararetimin şehvetli kılıcıyla keserek yürüttüğüm görkemli mantıkla tüm sağduyulu kafaları bulandıran eşsiz bir metafizikçiyim ben: Don Kişot de La Mança!
Almanya’nın 19. yüzyıl düşünürlerinden alnı büyük filozof bu konuyu tekrar gündeme alıp Batı felsefesinin temelini yeniden sarstıysa da, dünyayı topyekûn sarsan edebi güç bendedir.
Koyu materyalistler (sosyalistler, Marksistler, anarşistler, ateistler) ve koyu idealistler (ezoterikçi budalalar, dinsel ahmâklar, faşistler) kafalarında doğurdukları düşünce hortlaklarını birbirlerine kılıç zoruyla inandırmaya çalışan gülünç figürlerdir. Ben, hüzünlü şövalye, tüm bunları deliryum kahkahalarımla kozmosun boşluğuna yollayabilen tek kişiyim. Hüzünlü şövalye deliryumda yaşamak zorundadır; dünya insanlarına gerçeğin sadece bir şaka olduğunu anlatabilmesi için, onlar tarafından gülünç olarak adlandırılan bu eşsiz ve eşitsiz figürü oynamak zorundadır. Kimsenin hiçbir daha terk edemeyecek şekilde beyinlerine girebilen acımasız bir kahramanım ben.
Yorumlanamayan bir işaretiz biz.
Hölderlin-
İnsanlığın tüm sosyolojik ve dinsel kuruntularının yalnızca hezeyan artıklarından başka bir şey olmadığını anlatabilen biricik edebi eserim ben. Evlenme, nikâh, aile, kilise, cami ve binlerce daha soytarılıklar bir beyin tümörünün dışa yansımasından başka bir şey değildir. Toplumun her bir üyesi Kafka’nın yarattığı orta zekâlı maymun kadar bile aklını kullanamayan ve kendilerini yaratamayan asalaklardır. Ben, hüzünlü şövalye, çağdan çağa geçiş yapabilen, geçmiş ile gelecek arasında milyonlarca anda yaşayabilen, zaman ve mekâna hükmedebilen, tek boynuzlu ve iki kanatlı kozmik atım Rosinante’yi istediğimde bir zaman makinesine dönüştürebilen bir gerçekçiyim ben. Gerçeği asla tadamayan sizler, dostum Sanço’yu benim bir kölem olarak algılarsınız, çünkü sizin gerçeğiniz efendi-köle üzerine kuruludur.
Hegel ve Marx gibi tinsel hortlakların egemenliğinde varolabilen sizler, Sanço’nun benim bilge ve ermiş yol göstericim olduğunu idrak edemezsiniz. Karanlık ruhların anti-kahramanı Franz Kafka’nın Sanço dostuma ‘yönlendiren tin’ adını vermesinin bana ters gelmediğini de parantez içinde söylemek isterim.
Ah, siz insanlık kalabalığı! Siz gerçeklik saplantısının tımarhanelik komedyaları! İsa’yı ciddiye alacak kadar ahmaksınız. Bir papazın bana sitemlerini anımsadım bir an: “Ey deli, İspanya’nın neresinde dev görülmüş ki, sen devleri, arslanları yenmişsin ve bilmem hangi büyücü sevdiğin kızı çirkin köylü bir kız kılığına dönüştürmüş. Bırak bu saçmalıkları, evine, ailene dön.” Dinledim bu budalanın sözlerini ve iki söz de ben ettim kılıcımla kafasını kesmeden önce: İsa gibi bir budala figür alay konusu olamayacak kadar kalın kafadır. Bir kalın kafanın çekiciliği aynı budalalığın ötekilerde mevcut olmasındandır. Bundandır ki, kalın kafalılık işkence olarak yaşanmaktadır.
Yalanın gerçekle yer değiştirmesi İsa figüründe aşikârdır. Gülünç bir figüre acı duymak putların hasta olduğuna inanmak kadar aptalcadır. Ey papaz hazretleri! Sen ve senin gibiler değil mi ki, İsa gibi figürleri devleştiren ve arslanlaştıran ve hatta İsa’yı Tanrının oğlu ve anasını da Tanrının gizemli gelini olarak gören ve gösteren! Dahası, aile ve kilise dediğiniz yüzlerce hayali düşüncenin somut delileri siz değil misiniz!
Ben ise sadece sizin karanlık dünyalarda kendinize ışık sanarak seçtiğiniz yedi başlı devleri ve canavarları öldürmekle soylu bir edimde bulunmaktayım. Ah sizi nankörler! Ve siz değil misiniz soylu sevgilimin ruhunu gerçeklik saplantılarınızla hasta eden! Zaman bu zaman! Her birinizi kılıcımdan geçireceyimi asil sevgilime söz verdim ve ben sözünün özü olan tek kişiyim.
Ah, Dulsinea! Senin ve benim ait olduğumuz yer zamansallığın ve mekânsallığın olmadığı bir boyutudur Varlık’ın. Sen –dilimin ve içtepimin biricik dişi adı! İlk nefesimi seninle aldım, son nefesimi de seninle alacağım. Karanlık mağaraların sakinleriyle savaşan ben, sana el uzatmaya ve ruhunu tutsak etmeye yeltenen tüm karanlık gölgelerle savaşan bir soylu şövalyeyim.
H. İbrahim Türkdoğan